REKLAM

14.06.2021

BAKİLLANİ

 BAKİLLANİ ( ... - 1013m. )

 

           evliyalar Ansiklopedisi

 

           Büyük İslâm âlimi ve velî. İsmi Muhammed bin Tayyib bin Muhammed bin

      Câfer'dir. Künyesi Ebû Bekr, lakabı Bâkıllânî el-Eş'arî'dir. Aslen Basralı

      olup, doğum târihi bilinmemektedir. 1013 (H.403) senesinde Bağdât'ta vefât

      etti. Bağdât'ta kâdılık ve Sağra'da kâdılkudâtlık vazîfesi yapması

      sebebiyle Kâdı ünvânıyla da meşhûrdur. Babası veya dedesi bakla

      ticâretiyle meşgûl olduğu için ona önce İbn-i Bâkıllânî sonradan da

      Bâkıllânî lakabı verildi. Bâkıllânî bakla vs. satan mânâsında

      kullanılmıştır.

 

           Bâkıllânî, ilim tahsîline Basra'da başladı. Zamânında Basra'da

      bulunan meşhûr âlimlerden ders aldı. Bilhassa kelâm ilminde meşhûr âlim

      oldu. Kelâm ilmini îtikâdda iki mezheb imâmından biri olan Ebü'l-Hasan

      Eş'arî hazretlerinin talebelerinden olan İbn-i Mücâhid et-Tâî'den ve

      Ebü'l-Hasan el-Bâhilî'den öğrendi.Ebû Abdullah eş-Şîrâzî'den usûl, İbn-i

      Ebû Zeyd el-Kayravânî'den ve Ebû Bekr el-Ebherî'den fıkıh ilmini öğrendi.

      İbn-i Sem'un'dan da ahlâk ilmini öğrendi. Basra'da tahsilini tamamladıktan

      sonra, genç yaşta önemli bir ilim merkezi olan Bağdât'a gitti. Tahsiline

      orada devâm etti ve zamânın meşhûr âlimlerinden ilim öğrendi. Ebû Bekr bin

      Mâlik el-Katîî, Ebû Muhammed ibni Mâsî, Dârekutnî, Ebû Ahmed Hüseyin bin

      Ali Nişâbûrî'den hadîs-i şerîf dinledi. Bağdât'ta tahsîlini tamamlayıp

      Basra'ya döndü.

 

           Basra Câmiinde ders vermeye başladı. O sırada bulunduğu bölgede

      oldukça yaygın ve tesirli olan bâtınî ve şiî fırkalarının ileri gelen

      bilginleri ile yaptığı münâzaralarda muhâliflerini ağır yenilgilere

      uğrattı. Ehl-i sünnet îtikâdını anlatıp yaydı.

 

           Bâkıllânî, Büveyhîler zamânında Şiraz'da Adudüddevle'nin huzûrunda

      açılan münâzaralarda Eshâb-ı kirâm düşmanlarına ve Mu'tezileye karşı Ehl-i

      sünneti savunmak üzere çağırılmıştı. Bu münâzarada muhâliflere karşı o

      kadar tesirli oldu ki, şiî olan Adüdüddevle onu takdîr edip, sevdi ve oğlu

      Simnânüddevle'yi yetiştirmesi için onu vazîfelendirdi.

      Bu arada elçi olarak Bizans'a gitti ve elçilik vazîfesinden sonra

      Bağdât'ta, Ukbera veSağra'da kâdılık ve kâdılkudâtlık vazîfesi yaptı.

      Büveyhî hükümdârı Adûdüddevle'nin ölümünden sonra, Bağdât'ta Mansûr

      Câmiinde ders vermeye başladı. Onun derslerine Irak şehirlerinden,

      Endülüs'ten, Horasan'dan ve İslâm dünyâsının her tarafından pekçok talebe

      geldi. Ondan Ehl-i sünnet îtikâdını öğrenip, ilimde yetiştiler. Ebû Câfer

      es-Simnânî, Ali bin Muhammed el-Harbî, Ebû Abdullah el-Ezdî, Ebû

      Abdurrahmân es-Sülemî, Ebü'l-Kâsım es-Sayrâfî, Ebû Zer el-Hirevî, Ebû

      Hâtim el-Kazvînî yetiştirdiği yüzlerce talebeden bâzılarıdır.

 

            İlimdeki şöhreti yayılıp, hükümdar ve emîrler tarafından da büyük

      îtibâr görmüştür. Ayrıca Rafizîlere, Mûtezileye, Cehmiyeye, Hâricîlere

      karşı reddiyeler yazarak onların sapık fikirlerini çürütüp, Ehl-i sünnet

      îtikâdının yayılmasına çok hizmet etti. Geceleri çok ibâdet eder ve ilmî

      meseleler yazar, sabahleyin talebelerine yazdıklarını okutup yeniden

      gözden geçirirdi.

      Bâkıllânî, İmâm-ı Eş'arî hazretlerinin talebeleri zincirinden olup, İmâm-ı

      Eş'arî hazretlerinin bildirdiği îtikâd bilgilerini yaymış, genişce izâh

      etmiş ve bu hususta kitaplar yazmıştır. Bu bakımdan, kelâm ilminde önemli

      bir yeri vardır.

 

           Bu sebeple kendisine hicrî dördüncü asrın müceddidi denilmiştir.

      Ebû Bekr Harezmî şöyle demiştir. "Bağdât'ta kitap yazan her zât,

      Bakıllânî'nin eserlerinden nakiller yapmıştır. Çünkü o herkesin kabûl

      ettiği, pek çok ilimde büyük bir âlim idi. Ali bin Muhammed Harbî de şöyle

      demiştir; "Kâdı Ebû Bekr Bâkıllânî, yazdığı eserlerini kısaltmak istedi.

 

           Fakat ilminin ve ezberlediği meselelerin çokluğu sebebiyle bunu

      yapması mümkün olmadı. Muhâliflerine karşı bir eser yazmak isteyen her

      âlim, bunu yazarken muhâliflerinin eserini okumuştur. Bâkıllânî ise,

      muhâliflerine reddiye yazarken, onların eserlerini gözden geçirmeğe

      ihtiyaç duymazdı. Çünkü muhâliflerinin fikirlerini gâyet iyi biliyordu."

 

 

 

           Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah Beydâvî şöyle anlatmıştır:

      "Bir rüyâ görmüştüm. Rüyâmda ders verdiğim mescidime girdim. Mihrâbda bir

      zât oturuyor, bir başka zât da ondan ders alıyordu. Ona karşı Kur'ân-ı

      kerîm okuyordu. Öylesine güzel okuyordu ki, bu okuyan ve okutan kimdir

      acabâ dedim. Bana denildi ki; mihrâbda oturan, Resûlullah efendimizdir.

      Huzûrunda okuyan da Bâkıllânî'dir. Resûlullah ona dînimizi öğretiyor..."

      Bâkıllânî vefât edince, cenâze namazını oğlu Hasan kıldırdı. Derb-ül-Mecûs

      denilen yerde defnedildi. Sonra kabri buradan BâbHarb kabristanına

      nakledildi.

 

           Ubeydullah bin Ahmed bin Ali Mukrî şöyle anlatmıştır: "Ebû Ali bin

      Şâzân ve Ebû Kâsım Ubeydullah bin Ahmed bin Ahmed bin Osman Sayrafî ile

      birlikte, Ebû Bekr Bâkıllânî'nin kabrini ziyârete gitmiştik. Vefât edeli

      bir ay kadar olmuştu. Kabrine vardığımızda orada bir Kur'ân-ı kerîm

      gördüm. Kur'ân-ı kerîmi elime alıp, yâ Rabbî! Ebû Bekr Bâkıllânî'nin hâli

      bu kabirde nasıldır? Şu Kur'ân-ı kerîmde bana beyân buyur, diye duâ ettim.

      Sonra Kur'ân-ı kerîmi açtım. Hûd sûresi 28. âyet-i kerîmesi çıktı. Bu

      âyet-i kerîmede, Nûh aleyhisselâmın, kavmine şöyle dediği

      bildirilmektedir: Meâlen; "Ey kavmim! Söyleyin bakayım fikriniz nedir?

      Eğer ben Rabbimden verilen açık bir burhan (mûcize) üzerinde isem (Bu

      benim Peygamber olduğumu doğruluyorsa), bir de Allah bana kendi katından

      bir Peygamberlik vermiş de, size, onu görecek göz vermemişse,

      istemediğiniz halde onu size zorla mı kabûl ettireceğiz."

 

      Bâkıllânî hazretlerinin yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır:

      1) İ'câz-ül-Kur'ân: Bu eserinde Kur'ân-ı kerîmin büyük bir mûcize olduğu

      ve îcâzı üzerinde durmuştur. Bu eserinde Peygamber efendimizin Hulefâ-i

      râşidînin beliğ ve ifâde tarzı yüksek olan mektuplarını ve hutbelerini,

      eski şâirlerin ve ediblerin meşhûr şiir ve hutbelerinden seçmeler

      almıştır. Yazma ve basma nüshaları vardır.

 

      2) Temhîd-ül-Evâil ve Telhîs-üd-Delâil,

 

      3) Menâkıb-ül-Eimme gibi eserleri vardır.

 

      İSLÂMIN VAKARI

           Zamânın hükümdarı Adudüddevle onu Bizans'a elçi olarak gönderdi.

      Bizans hükümdârı, kendisine meşhûr bir âlimin elçi olarak geldiğini

      duyunca, onu makâmına çağırdı. Yalnız, kendisine müslüman olmadığı için

      elçinin hürmet etmeyeceğini bildiğinden, bir hîle düşündü. Gelen elçinin

      huzûruna girerken, kendi tebeasının yaptığı gibi yerlere kadar eğilerek

      girmesini istiyordu. Bunun için, ancak eğilerek geçilebilecek üstü kapalı

      bir yer yaptırdı.

      Bâkıllânî'nin bu dehliz gibi yoldan makâmına getirilmesini emretti.

      Bâkıllânî'ye, hükümdâr seni huzûruna çağırıyor diyerek, hazırlanan yerden

      geçirmek istediler. Bâkıllânî bu yeri görünce, öne eğilerek girmedi. Ters

      dönüp, eğildi ve Bizans hükümdârının odasına arka arka yürüyüp girdi.

      Girince doğrulup, yönünü hükümdâra döndü. Bu hareketi gören Bizans

      hükümdârı çok şaşırıp, heybeti ve vakarı karşısında ezildi.

      Bâkıllânî hazretleri bir gün, Bizans hükümdârının sarayında, imparator

      meclisinde papazlarla münâzaraya oturmuştu. Papazlar hazret-i Âişe ile

      ilgili olan ifk hâdisesini konuşmaya başlayınca, Bâkıllânî, hazret-i

      Meryem'i ve hazret-i Âişe'yi kasdederek; "Biri kocasız çocuklu, bir kocalı

      çocuksuz iki mübârek kadının temiz oldukları vahiy ile bildirilmiştir."

      diyerek karşılık verdi ve papazları susturdu.

 

      1) El-A'lâm; c.6, s.176

      2) Vefeyât-ül-A'yân; c.4, s.269

      3) Târih-i Bağdâd; c.5, s.379

      4) Tebyîn-i Kizb-ül-Müfterî; s.217

      5) Şezerât-üz-Zeheb; c.3, s.169

      6) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.10, s.109

      7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.5, s.7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder