REKLAM

rasülüllah efendimiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rasülüllah efendimiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28.04.2020

Rasülüllah Efendimizin Şeytan ile konuşması


Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun... Salat ve selam, efendimiz Emin Peygamber Muhammed'e... Sonra, onun ak aline... ve ashabının tümüne olsun.
İbn-i Abbas (r.a.) Hz.'inden naklen Mu-az b. Cebel rivayet ediyor
- Bir gün Resülullah (s.a.v.) ile beraberdik. Ensardan birinin evinde toplanmıştık... Tam bir cemaat olmuştuk. Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi;
- Ev sahibi... İçerdekiler.. Eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek bir işim var.
Bunun üzerine, herkes Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük oydu... izin ondan çıkacaktı. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, duruma vakıf oldu ve:
- "Bu seslenen kimdir, bilirmisiniz?.." Buyurdu... Biz hep birden şöyle dedik:
- En iyi bilen Allah ve Resulüdür. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz:
- "O, laîn İblistir. -Şeytandır-. Allah'ın laneti onun üzerine olsun..."
Buyurunca; hemen Hz. Ömer:
- Ya Resülullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.
Dedi... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:
- "Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir.. Öldürmeyi bırak."
Sonra şöyle buyurdu:
- "Kapıyı ona açın gelsin... O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz..."
* * *
Bundan sonrasını ondan dinleyelim; yani Ravi'den. Şöyle anlattı:
- Kapıyı ona açtılar, içeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu.
Sonra, selam verdi, onun bu selamına Resulullah (s.a.v.) Efendimiz şu mukabelede bulundu:
-  "Selam Allah'ındır ya laîn..."
Sonra ona şöyle buyurdu:
- "Bir iş için geldiğini duydum; nedir o iş?"
Şeytan şöyle anlattı:
- Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
- "Nedir o mecburiyet?" Şeytan anlattı:
- İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi. Ve dedi ki:
- Allah-ü Teala sana emir veriyor: Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile. Ona gideceksin ve ademoğullarını nasıl kandırdığını anlatacaksın. Onları nasıl al­dattığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra o; sana ne sorarsa doğrusunu di­yeceksin.
Sonra... Allah-ü Teala buyurdu ki:
- Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen... seni kül ederim; rüzgar savurur.. Düşmanların önünde, seni rüsvay ederim.
İşte... böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim.
Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düş­manlarım benimle eğlenecek. Şu muhak­kak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur.
* * *
Bundan sonra, Resüiullah (s.a.v.) Efen­dimiz şöyle sordu:
- "Madem ki, sözlerinde doğru olacak­sın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?"
Şeytan şu cevabı verdi:
- Sensin, ya Muhammed... Allah'ın ya­rattıkları arasında senden daha çok sevme­diğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki? Resulullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
- "Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?.." Şeytan anlattı:
- Müttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.
Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şe­kilde devam etti. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu; şeytan anlattı:
- "Sonra kimi sevmezsin?"
- Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli iş­lerden sakınan alimi...
-"Sonra?.."
- Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.
-"Sonra?.."
- Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz... Halinden şikayet et­mez.
- "Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu ne­reden bilirsin?.."
Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu
sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı, onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
- "Sonra kim?.."
- Şükreden zengin.
- "Peki, ama o zenginin şükreden oldu­ğunu nasıl anlarsın?.."
- Onu görürsem ki, aldığını helal yol­dan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki:
O şükreden bir zengindir.
* * *
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sor­du:
- "Peki, ümmetim namaza kalkınca, se­nin halin nice olur?.."
- Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.
- "Neden böyle olursun; ya laîn?.."
- Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.
- "Peki, ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?.."
- O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.
- "Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?.."
- O zaman da, çıldırırım.
- "Peki, ya Kuran okudukları zaman nasıl olursun?.."
- O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eri­yen bir kurşun gibi eririm.
- "Peki, ya sadaka verdikleri zaman ha­lin nasıldır?.."
- Ha, işte... o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu:
- "Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, ya Eba mürre?"
Bunun üzerine İblis:
- Onu da anlatayım...
Dedikten sonra anlatmaya başladı:
- Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Şöyle ki:
1- Allah-ü Teala, sadaka verenin malına ihsan eyler.
2- O sadaka, veren kimseyi halkına sev­dirir.
3- Allah-ü Teala, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.
4- Allah-ü Teala, belayı, sıkıntıyı ve ah­ları ondan defeder.
* * *
Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sor­du:
- "Ebubekir için ne dersin?.." İblis buna şu cevabı verdi:
- O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslam’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?
- "Peki, Ömer b. Hattab için ne der­sin?.."
İblis buna da şu cevabı verdi:
- Allah'a yemin ederim ki, her gördü­ğüm yerde ondan kaçtım.
- "Peki Osman b. Affan için ne dersin?.."
- Ondan utanırım... hem de çok... Na­sıl ki, Rahman'ın melekleri de ondan uta­nırlar. ..
- "Peki, Ali b. Ebutalib için ne dersin..."İblis onun için de şöyle dedi:
- Ah, onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa; ben de kendi başıma kalsam... O, beni bıraksa... ben de onu bıraksam... Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, yukarıdaki soruları sorduktan ve şeytanın verdiği ce­vaplar da kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:
- "Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Al­lah'a hamd olsun."
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz o cümlesini duyan laîn İblis şöyle dedi:
- Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldık­ça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın?..
Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler, beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki:
Onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini... Ümmilerini ve okumuşlarını... Facirlerini ve abidlerini... Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.
Fakat... Allah'ın halis kullarını... Evet, bunları azdıramam.
Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz sordu:
- "Sana göre ihlas sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?.."
Bu suale İblis şu cevabı verdi:
- Bilmez misin? ya Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever... O Allah için bir ihlasa sahip değildir.
Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, medh edilmekten hoşlanmaz... bilirim ki o: İhlas sahi­bidir... Hemen onu bırakır kaçarım.
Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müd­det, o size vasfım yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir.
Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük gü­nahların en büyüğüdür.
Bilmez misin ki; ya Muhammed, baş ol­ma sevgisi yine büyük günahların en büyük­leri arasındadır.
İblis, anlatmaya devam etti:
- Ya Muhammed, bilmez misin?.. Be­nim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra... o her çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır.
Onların bir kısmını ulemaya gönderdim.
Bir kısmını gençlere yolladım.
Bir kısmını da, meşayiha saldım.
Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musal­lat ettim.
Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaş­mazlık yoldur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.
Çocuklara gelince... onlarla da, bizim­kiler istedikleri gibi birlikte oynarlar.
Bizimkilerin bir kısmını da, abidlerin ba­şına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin.
Onlar, bunların yanına girer; halden ha­le sokarlar. Bir tepeden öbürüne... hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; baş­larlar, sebeplerden herhangi birine sövmeye...
İşte... böylece, onlardan ihlası alırım... Onlar, bu haller ile, yaptıkları ibadeti, ihlassız yaparlar gayrı... Ama, bu hallerinin farkında olamazlar.
İblis, bundan sonra, aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi;
- Bilmez misin, ya Muhammed, Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlas ile Allah'a iba­det etti.
Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki: Her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifayap oluyordu.
Onun peşine takıldım; hiç bırakma­dım... Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küf­re girdi.
Bu o kimsedir ki; Allah-ü Teala aziz kitabında, ona şöyle anlatır:
- "... Şeytanın hali gibidir ki; o insana:
-Kafir ol...
Dedi. Vaktaki o kafir oldu; bu defa ona şöyle dedi:
- Ben, senden uzağım... Ben alemlerin
Rabbi olan Allah'tan korkarım." (59/16).
* * *
İblis, bundan sonra, bazı kötü huylar üzerinde durdu. Ve onların her birinden na­sıl istifade ettiğini anlattı...
YALAN:
- Bilmez misin ya Muhammed, yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim.
Her kim yalan söylerse... o benim dos­tumdur.
Her kim yalan yere yemin ederse... o da benim sevgilimdir.
Bilmez misin ya Muhammed, ben Adem'e ve Havva'ya yalan yere Allah adına and içtim.
- "Muhakkak, ben size nasihat edi­yorum." (7/16).
Dedim... Bunu yaparım; çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir.
GIYBET- KOĞUCULUK:
Gıybet ve koğuculuğa gelince... Onlar da, benim meyvelerim ve şenliğimdir.
NİKAH ÜZERİNE YEMİN ETMEK:
- Her kim, talak üzerine yemin eder­se... günahkar olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun. İsterse doğru bir şey üzerine olsun.
Her kim, talakı ağzına alırsa... taa, ha­kikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile, kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar, hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talak kelimesi yüzünden, hepsi cehenneme girer.
NAMAZ:
- Ya Muhammed, namazı an bean tehir edene gelince... onu da anlatayım.
O, her ne zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm.
Derim ki:
- Henüz vakit var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın.
Böylece o: Vaktinin dışında namazını kılar... Ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır.
Şayet o kimse, beni mağlup ederse... ona insan şeytanlanndan birini yollarım... Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alı koyar.
O, bunda da, beni mağlup ederse... bu sefer onun hesabını namazından görmeye bakarım. O namazın içinde iken:
- Sağa bak... sola bak...
Derim... O da, bakar... O ki böyle yap­tı... yüzünü okşar alnından öperim. Bundan sonra ona:
— Sen, ebedi yaramaz bir iş yaptın.
Derim ve böylece onun huzurunu boza­rım.
Sen de bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda sağa ve sola çokça bakarsa, Allah onun namazını kabul etmez.
Bunda da ona mağlup olursam. Yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına gide­rim. Ve ona: Çabuk namaz kılmasını emre­derim. O da, başlar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun, gagası ile, yerden bir şeyler topladığı gibi...
Bu işi, ona yaptırmakta da, başarı kaza­namazsam; bu sefer cemaatle namaz kılar­ken onun yanma varırım.
Orada onun başına bir gem takarım... Başını imamdan evvel secdeden ve rukû'dan kaldırırım... İmamdan evvel de, secde ve rukû yaptırırım.
işte... o böyle yaptığı için, kıyamet gü­nü Allah onun başını eşek başına çevirir.
O kimse, bunda da beni yenerse... Bu defa, ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o: Beni teşbih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam.
Bunda da, ona mağlup olursam. Bu se­fer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar.
Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa... onun içine küçük bir şey­tan girer, dünya hırsını ve dünyevî bağlarını çoğaltır.
İşte... bundan sonra o kimse: Hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi
yapar.
* * *
Şeytan bundan sonra, konuşmasına de­vam etti:
- Sen, ümmetin hangi saadetinden fe­rah duyarsın ki?..
Ben onlara, ne tuzaklar kurarım... ne tuzaklar.
Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emrede­rim. Ve onlara derim ki:
- Namaz size göre değil... O, Allah'ın afiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir.
Sonra da hastalara giderim:
- Namaz kılmayı bırak. Derim... Çünkü Allah-ü Teala:
- "Hastalara zorluk yok..." (24/61)
Buyurdu... İyi olduğun zaman çokça kı­larsın. Ve böylece o, namazını bırakır. Hat­ta küfre de gidebilir.
Şayet o, hastalığında namazını terk ederek ölüp giderse... Allah'ın huzuruna çıkarken, .Allah-ü Teala'yı öfkeli bulur.
Sonra şöyle dedi:
-Ya Muhammed, eğer bu sözlerime yalan kattımsa, beni akrep soksun... Sonra... eğer yalan varsa... Allah (CC) beni kül eylesin.
İblis bundan sonra, konuşmalarına de­vam etti ve şöyle dedi:
-Ya Muhammed, sen ümmetin için fe­rah mı duyuyorsun? Halbuki ben onların al­tıda birini dininden çıkardım.
* * *
Bundan sonra... Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ona, yani İblis'e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular sordu. O da bunlara cevap verdi:
- Ya laîn, senin oturma arkadaşın kim?"
- Faiz yiyen.
- "Dostun kim?"
- Zina eden.
- "Yatak arkadaşın kim?"
- Sarhoş.
- "Misafirin kim?"
- Hırsız.
- "Elçin kim?"
- Sihirbazlar.
- "Gözünün nuru nedir?"
-  Karı boşamak.
- "Sevgilin kim?
-  Cuma namazını bırakanlar.
* * *
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bu defa başka bir mevzua geçti ve şöyle sordu:
- "Ya laîn, senin kalbini ne kırar?"
- Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi...
- "Peki, senin cismini ne eritir?"
- Tevbe edenlerin tevbesi.
"Peki, ciğerini ne parçalar, ne çürütür?"
- Gece ve gündüz, Allah'a yapılan bol bol istiğfar.
- "Peki, yüzünü ne buruşturur?"
- Gizli sadaka.
- "Peki, gözlerini kör eden nedir?"
- Gece namazı.
- "Peki, başını eğdiren nedir?
- Çokça kılınan cemaatle namaz.
* * *
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz tekrar bir başka mevzua geçti ve şöyle sordu:
- "Sana göre insanların en saadetlisi kimdir?"
- Namazlarını bilerek kasten bırakan­lar.
- "Peki, sana göre insanların en şakisi kim?"
- Cimriler.
- "Peki, seni işinden ne alı koyar?"
- Ulema meclisleri.
- "Peki, yemeğini nasıl yersin?"
-  Sol elimle parmaklarımın ucu ile.
- "Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalı­ğı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?"
- İnsanların tırnakları arasında.
* * *
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz bundan sonra, bir başka mevzuu sordu. İblis de ce­vap verdi.
- "Rabbinden neler talep ettin?"
- On şey talep ettim.
- "Nedir onlar, ya laîn?"
- Şunlardır:
1- Allah'tan diledim ki, beni adem-oğullarının malına ve evladına ortak ede... Bu, ortaklık talebimi yerine getirdi. Ki bu:
-  "Onlara ortak ol... Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Halbuki şeytan onlara en çok gurur vaad eder..." (17/64) Ayet-i Celilesi ile sabittir.
Her besmelesiz kesilen hayvan etinden yerim faiz ve haram karışan yemekten de yerim.
Şeytandan Allah'a sığınılmayan malın da ortağıyım.
Cinsi münasebet anında; Allah'a şey­tandan sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim... Ve o birleşmeden hasıl olan çocuk, bize itaat eder. Sözümüzü dinler.
Her kim hayvana binerken, helal yola gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla beraber binerim. Yol arka­daşı ve binek arkadaşı olurum.
Bu da Ayet-i Kerime ile sabittir. Allah-ü Teala bana şu emri verdi:
- "Onlar üzerine süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart..." (17/64)
2- Allah-ü Teala'dan diledim ki: Bana bir ev vere... Bu dilediğim üzerine hamam­ları bana ev olarak verdi.
3- Diledim ki; bana bir mescid vere. Pa­zar yerlerine bana birer mescid yaptı.
4- Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yap­tı.
5- İstedim ki; benim için bir ezan vere. Mezmurları verdi.
6- Diledim ki; bana bir yatak arkadaşı vere... Sarhoşları verdi,
7- Diledim ki; bana yardımcılar vere... Bunun için de kaderiye mensuplarını verdi.
8- İstedim ki; bana kardeşler vere. Mal­larını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları. Bunlar da şu Ayet-i Kerime ile sabittir:
- "O kimseler ki; mallarını boş yere har­carlar... Onlar şeytanın kardeşleri olmuşlar­dır..." (17/27)
Bir ara Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
- "Eğer söylediklerini, Allah'ın kitabın­daki ayetlerle isbat etmeseydin. Seni tasdik etmezdim."
Bundan sonra İblis devam etti:
9- Ya Muhammed, Allah'tan diledim ki, ademoğullarını ben göreyim; ama onlar be­ni göremeyeler. Bu dileğimi de yerine ge­tirdi.
10- Diledim ki; ademoğullarının kan mecralarını bana yol yapa... Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp gide­rim... gezerim... hem nasıl istersem...
Bütün bu isteklerimi verdi.
- Hepsi sana verildi.
Buyurdu... Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra... Şunu da ekleyelim ki; benimle beraber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. İşte... böylece kıyamete kadar, ademoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar.
Bundan sona İblis şöyle anlattı:
- Benim bir oğlum vardır... Adı: ATEME'dir. Bir kul, yatsı namazını kılmadan uyursa... gider; onun kulağına bevl eder... Eğer böyle olmasaydı; imkan yok, in­sanlar, namazlarını eda etmeden uyuyamazlardı.
Benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da; MÜTEKAZİ'dir... Bunun vazifesi de; yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır.
Mesela: Bir kul, gizli bir taat işlerse... ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa... MÜTEKAZÎ onu dürter... En sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya mu­vaffak olur. Böylece: Allah-ü Teala o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder... biri kalır. Çünkü, bir kulun yaptığı gizli bir amel için tam yüz sevap verilir.
Sonra... benim bir oğlum daha vardır ki; onun adı da KÜHAYL'dir. Bunun işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa, ulema meclisinde ve ha­tip hutbe okurken.' Bu sürme onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemanın sözlerini işitemezler. Böylece hiç sevap alamazlar.
Bundan sonra İblis şöyle anlattı:
- Hangi kadın olursa olsun... Onun kalktığı yere şeytan oturur. Sonra... her kadının kucağında mutlaka bir şeytan durur... Ve onu, bakanlara güzel gösterir. Sonra o kadına bazı emirler verir. Mesela:
- Elini kolunu dışarı çıkar; göster. Der... O da, bu emri tutar... Elini, kolu­nu açar, gösterir. Bundan sonra, o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.
iblis, bundan sonra Resûlullah (s.a.v.) Efendimize kendi durumunu anlatmaya başladı:
- Ya Muhammed, bir kimseyi delalete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur.
Ben, ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm... o kadar.
Eğer delalete sürüklemek elimde olsay­dı; yeryüzünde:
- Allah'tan başka ilah yoktur ve Mu­hammed Allah'ın resulüdür.
Diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kı­lanı hiç bırakmazdım. Hepsini dalalete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde de, hidayet nevin­den bir şey yoktur. Sen ancak Allah'ın resûlüsün. Ve tebliğe memursun. Şayet hidayet elinde olsaydı; yeryüzün­de tek kafir bırakmazdın.
Sen, Allah'ın halkı üzerinde bir huccet­sin... ben de, kendisi için ezelde şekavey yazılan kimselere bir sebebim.
Said olan kimse, taa, ana karnında iken saiddir. Şaki olan da, yine ana karnında iken şakidir.
Saadet ehli kılan Allah... Şekavet ehli kılan da Allah.
Bundan sonra... Resülullah (s.a.v.) Efendimiz şu iki Ayet-i Kerimeyi okudu:
- "Bunlar, taa, sonuna kadar böyle de­ğişik şekilde devam edecek... Ancak Rabbın esirgedikleri hariç..." (11/119)
- "Allah'ın emri behemehal yerini bulan bir kaderdir..." (33/38)
Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efen­dimiz, İblis'e şöyle buyurdu:
- "Ya Ebamürre, acaba senin bir tevbe etmen ve Allah'a dönmen mümkün değil mi? Cennete girmene kefil olurum... Söz veririm..."
Bunun üzerine İblis şöyle dedi:
- Ya Resûlullah, iş verilen hükme göre oldu... Kararı yazan kalem de kurudu... Kıyamete kadar olacak işler olacaktır.
Seni peygamberlerin efendisi kılan, cennet ehlinin hatibi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve halkı arasında bir gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah'tır. Ve o: Bütün noksan sıfatlardan münezzeh­tir.
Ve İblis, cümlelerini şöyle tamamladı:
- İşte... bu söylediklerim, sana son sözümdür... Ve bütün söylediklerimi de doğru söyledim.
Evvel, ahir, zahir, batın, alemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun.
Efendimiz Muhammed Nebiye Allah salat eylesin. Keza onun aline de... ashabına da... Amin!

Bütün  peygamberlere  selam... Alemlerin Rabbı olan Allah'a da, -tekrar- hamd olsun...

5.06.2017

ÇOCUKLARA ŞEFKAT

Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm, torunu Hazreti Hasan'ı öptü. Yanında da sahâbîlerden Akra' bin Habis Teymî oturmaktaydı.
Akra':
— Benim on tane evlâdım var, bunlardan hiç birini öpmedim, dedi. Peygamber aleyhisselâm kendisine baktı ve:
— Şefkat ve merhamet göstermeyen kimseye, Allah da kendi rahmetini ihsan etmez, buyurdu.
(Buharî, Ebû Davud, Tirmizî)

EN BÜYÜK İYİLİK

Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
Adamın biri:
— Ey Allah'ın Resulü, insanlardan kendisine iyi muamele yapmama en lâyık olan kimdir? diye sordu. Peygamber aleyhisselâm da:
— Anan, sonra anan, sonra yine anan; bundan sonra da babandır. Bunlardan sonra sırasıyle akraba ve taâllukatından sonra en yakın olan kimsedir, buyurdu.
(Müslim)

ALLAH'IN SEVDİKLERİ VE BUĞZETTİKLERİ

Ebû Zer radıyallahu anh, Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu anlatıyor:
Allahü Teâlâ üç kişiyi sever, üç kişiye de buğz eder. Allah'ın kendilerini sevdiği üç kişi şunlardır:
1 — O kimse ki, bir adam bir kavme gelip, onlardan kendisi ile onlar arasında bulunan bir yakınlığa dayanarak değil, Allah rızası için bir şey istemiş, fakat bu kavim o istediğini vermemiştir. Ancak bu kavim içerisinden bir adam, diğerlerinin gerisinde kalıp isteyen kimseye, Allah'tan ve veren kimseden başka hiç bir kişinin bilemeyeceği bir şekilde, gizli olarak bunu vermiştir.
2 — Bir topluluk yolculuk sırasında gece olduğu vakit, yolculuklarına devam etmişler, uyku kendilerine, karşılığındaki her şeyden daha sevgili olunca, hepsi başını yere koyup uyudukları halde, içlerinden birisi kalkmış ve ona olan sevgisini hissederek Allah'ın âyetlerini okumuş, ibadet etmiştir.
3 — O kimse ki, bir askerî müfrezede bulunmaktadır. Düşmanla karşı karşıya kalmıştır, içinde bulunduğu müfreze hezimete uğradığı halde, bu kimse tek başına şehîd veya gazi oluncaya kadar düşmana taarruz etmiştir.
Allahü Teâlâ'nın kendilerine buğz ettiği üç kişi de şunlardır:
1 — Zina eden ihtiyar.
2 — Kibir sahibi fakir.
3 — Zulüm yapan zengin.
(Tirmizî, Hâkim)

EMRE İTAATİN ÖNEMİ

Berâ radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
Uhud gününde müşriklerle karşı karşıya geldik. Resûlullah aleyhisselâm bir okçu bölüğünü muayyen geçitte bıraktı. Başlarına da Abdullah bin Cübeyr radıyallahu anh'ı kumandan tayin etti ve:
— Mevkiinizden ayrılmayın. Bizim onlara galib geldiğimizi görseniz de ayrılmayın; onların bize galebe ettiklerini gördüğünüz takdirde de bize yardım etmek için çıkmayınız; her hâl-ü kârda bulunduğunuz mevkide kalın! diye emir verdi.
Harp başlayınca, bizim taarruzumuz karşısında müşrikler bozulup kaçmaya başladı. Hattâ müşrik kadınlarını dağda kaçarken gördüm, bacaklarından elbiselerini kaldırmışlar, ayaklarındaki bilezikleri bile görünüyordu.
Bunun üzerine müslüman askerleri:
— Ganimet, ganimet! diye koşuşmaya başladılar. Bu durumu gören okçuların kumandanı Abdullah bin Cübeyr radıyallahu anh:
— Peygamber aleyhisselâm bana mevkiinizi terk etmemenizi tenbih etti, dedi. Fakat okçular da bunu dinlemediler ve ganimet toplamak için yerlerini terk ettiler. Böyle olunca da düşman bundan istifadeyle geri müslümanlara saldırıp galib geldiler. Bu saldırı neticesinde müslümanlar yetmiş şehîd verdiler.
Daha sonra müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Süfyan kalkıp bağırdı:
— Muhammed aranızda mı? Peygamber aleyhisselâm:
— Cevap vermeyin, dedi.
Ebû Süfyan Hazreti Ebû Bekir'i kasdederek:
— Ebû Kuhâfe içinizde mi? diye sordu. Peygamber aleyhisselâm:
— Cevap vermeyin, dedi.
Ebû Süfyan Hazreti Ömer'i kasdederek:
— Hattab'ın oğlu aranızda mı? diye sordu.
Bunun için de bir cevap alamayınca, bunların hepsi muhakkak öldürülmüş, eğer sağ olsalardı cevap verirlerdi, dedi. Bu defa Hazreti Ömer, kendini zaptedemeyerek:
— Yalan söylüyorsun, ey Allah'ın düşmanı, Allah sana perişanlık verecekleri sana karşı yaşatacaktır! dedi. Ebû Süfyan:
— Yüksel Hübel! diye bağırdı. Peygamber aleyhisselâm sahabîlere:
— Cevap verin, buyurdu. Onlar:
— Ne diyelim? diye sordular. Peygamber • aleyhisselâm:
— Allah daha yücedir, o en yücedir, deyin! buyurdu. Ebû Süfyan:
— Bizim Uzza'mız var, sizin yok! dedi. Peygamber aleyhisselâm sahabîlere:
— Cevap verin! dedi. Sahabîler:
— Ne diyelim? diye sordular. Peygamber aleyhisselâm:
— Allah bizim mevlâmızdır, sizin ise mevlânız yok! deyin, buyurdu. Ebû Süfyan:
— Bu gün, Bedir'e karşılık olan bir gündür. Harb nöbetlerden ibarettir, yani bazen sizin, bazen bizim lehimize sonuçlanır. Çirkin bir şekilde öldürülenlere rastlayacaksınız, bunları ben emretmiş değilim. Bu itibarla beni kötülemeyin! dedi.
(Buharî)

BEDİR'DE MELEKLERİN YARDIMI

Hazreti Ömer radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
Bedir gününde Allah'ın Resulü müşriklere baktı. Onlar bin, Peygamber aleyhisselâmın sahabîleri ise üç yüz on dokuz kişiden ibaretti.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm, kıbleye döndü ve ellerini kaldırıp şöyle dua etmeye başladı:
— Ey Allah'ım, bana olan vaadini yerine getir; ey Allah'ım, bana vaad ettiğini ver; ey Allah'ım, müslüman halkından bu küçük topluluk helak olursa, yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmaz!
Allah'ın Resulü ellerini uzatmış, Kıbleye dönmüş olarak Rabbine yalvarmaya devam ediyordu. Cübbesi omuzlarından düşmüştü. Hazreti Ebû Bekir geldi, cübbesini omuzlarına kaldırdıktan sonra, arkasından tutup kendi göğsüne dayadı ve:
— Ey Allah'ın Peygamberi, yeter Rabbine yalvardın. O sana olan vaadini yerine getirecektir! dedi.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ: «Hani Rabbinizden yardım istiyordunuz da, (Muhakak size meleklerden birbiri ardınca binlercesi ile yardımda bulunacağız) diye duanızı kabul buyurmuştu.» (Enfâl Sûresi) mealindeki Âyet-i Kerîmeyi indirdi. Ve Allahü Teâlâ meleklerle Resulüne imdada yetişti.
(Buharî, Müslim, Tirmizî)
İbni Abbas radıyallahu anh anlatıyor:
O gün müslümanlardân bir kişi, müşriklerden bir adamın karşısında güç bir vaziyette kalmışken, birden bire müşrik kimsenin üzerinde bir kamçı darbesinin sesini ve atlının «îleri ey Hayzûm!» dediğini duydu. Karşısındaki müşrike bakınca, adam sırt üstü yere yıkıldı. Bir de baktı ki, adamın burnu kırılmış, yüzü yarılmış, kamçının isabet ettiği yerler mosmor olmuştu. Ensârdan olan o adam bunu gelip Peygamber aleyhisselâma anlatınca, Allah'ın Resulü:
— Doğru söylüyorsun;'bu' üçüncü kat semâdan gelen yardımdır! buyurdu.
(Müslim)

İŞKENCE ETSELER BİLE

Hazreti Âişe radıyallahü anhâ'dan şöyle anlatılır:
Hazreti Âişe:
— Ey Allah'ın Resulü, hayatında Uhud gününden daha şiddetli bir gün geçirdin mi? diye sordu. Peygamber aleyhisselâm:
—; Kavmimin 'bir çok işkencelerine uğradım. Bunların en şiddetlisi Akabe günü maruz kaldığım işkence idi. Hani o gün Abd-i Külâl'in oğlu Abd-i Yâlil'in oğluna îslâmı tebliğ edip müracaatta bulundum. Fakat arzularımın hiç birisine cevap vermedi. Üzgün bir çehre ile âdeta kendimden geçmiş bir halde döndüm. Karn-i Seâlib'e geldiğim vakit ancak kendime gelebilmiştim. Yukarıya başımı kaldırınca, beni gölgelendiren bir bulut ile karşılaştım. Bakınca orada Cibril aleyhisselâmı gördüm.
Cibril aleyhisselâm bana nida ederek dedi ki:
— Allahü Teâlâ, kavminin sana ne dediklerini, seni nasıl reddettiklerini işitti ve sana dağlara hükmeden meleği gönderdi; kendisine kavmine ne yapmasını emredersin, diye.
Bunun üzerine dağlara hükmeden melek bana nida edip selâm verdikten sonra:
— Ey Muhammed, muhakkak Allah kavminin sana ne söylediklerini işitti. Ben dağlara hükmeden meleğim.. Rabbin beni sana, istediğin şeyi bana emretmen için gönderdi.. Dilediğini emret; istersen Ahşabeyn', yani Ebû Kubeys dağı ile karşısında bulunan dağdan ibaret bu iki dağı onların üzerine yıkıvereyim, dedi.
Peygamber aleyhisselâm ise:
— Hayır, öyle yapmanı istemiyorum; aksine, Allah'ın onların neslinden bir olan Allah'a şirk koşmadan îman ve ibadet edecek kimseleri çıkarmasını istiyorum, buyurdu.
(Buharî, Müslim)

RESÛLULLAHA YAPILAN İŞKENCE

İbni Mesud radıyallahu anh anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm Kabe'de namaz kılarken Ebû Cehil ve arkadaşları da orada oturuyorlardı. Bir gün önce de orada bir deve kesilmişti.
Ebû Cehil arkadaşlarına:
— Kim bu filan oğullarına aid devenin rahimdeki yavruyu saran zarını alıp, secde halinde iken Muhammed'in omuzlarına koyuverecek? dedi. Kavmin en âdisi Ukbe bin Ebû Muayt kalktı ve o zarı alıp Peygamber aleyhisselâm secdede iken omuzlarının arasına koydu.
Bunun üzerine, oradaki müşrikler katıla katıla güldüler. Ben de ayakta seyrediyordum. Bir yerden bir kuvvet olsaydı, o pisliği Allah'ın Resulünün sırtından alıp, atacaktım. Peygamber aleyhisselâm secdede kapanıp kalmış, başını kaldırmıyordu. Adamın biri gidip hadiseyi Hazreti Fatıma'ya haber verdi. O sırada küçük bir kızcağız olan Hazreti Fatıma gelip pisliği Resûlullah aleyhisselâmın üzerinden attı. Peygamber aleyhisselâm namazını tamamlayınca yüksek sesle o müşriklere beddua etti. Allah'ın Resulü beddua ettiği zaman da, dua ettiği vakit de üçer defa tekrar ederdi.
Peygamber aleyhisselâm yine üç defa:
— Ey Allah'ım, Kureyş'in hakkından gel! diye beddua etti. Ebû Cehil ile arkadaşları bu bedduayı duyunca gülmeyi bıraktılar ve Peygamber aleyhisselâmın bedduasından sus - pus oldular.
Peygamber aleyhisselâm bundan sonra:
— Ey Allah'ım, Ebû Cehil bin Hişâm, Utbe bin Rebîa, Şeybe bin Rebîa, velid bin Ukbe, Umeyye bin Halef ve Ukbe bin Ebî Muayt'ın haklarından gel! diye beddua etti. Bunların yedincisini de söyledi, fakat onun ismi hatırımda kalmadı. Muhammed aleyhisselâmı hak ile gönderen Zâta yemin ederim ki, Allah'ın Resulünün beddua ederken isimlerini saydığı bu şahısları Bedir gününde öldürüldükten sonra alınıp Kalîb-i Bedir denilen kuyuya atıldıklarını gördüm.
(Buharî, Müslim)

EMANETE HIYANET

Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
Hayber senesinde Peygamber aleyhisselâm ile beraber harbe çıktık. Elbise ve diğer muhtelif mallardan başka, altın ve gümüş nâmına ganimet olarak bir şey elde etmedik. Allah'ın Resulü, Kura Vadisine doğru yöneldi. Kendisine Mid'am isminde bir zenci köle hediye edilmişti. Bu köle, Peygamber aleyhisselâmın hayvanını hazırlarken bir ok isa-betiyle öldü. İnsanlar «Cenneti mübarek olsun!» dediler.
Allah'ın Resulü ise:
— Asla, dedi. Hayâtımı kudreti ile tutan zâta yemin ederim ki, Hayber gününde ganimetler paylaştırılmadan önce, gizlice aldığı örtü, ateş olarak üstünde yanıp parlayacaktır, buyurdu.
Müslümanlar bunu işitince, bir adam Peygamber aleyhisselâma bir veya iki nalın kayısı getirdi ve:
— Bir veya iki nalın kayısı ateşten ibarettir, yani bende kaldığı takdirde kıyamet günü beni yakan ateş olurlar, dedi.
(Buharî, Müslim, Ebû Davût)

GANÎMET BU ÜMMET İÇİNDİR

Ebû Hureyre radıyallahu anh, Resûlullah aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu anlatıyor:
— «Peygamberlerden biri savaş etmek istemişti de kavmine dedi ki; «Bir kadınla nikâhlanmış olup zifafa girmek istediği halde henüz girmemiş olan kimse, benimle harbe gelmesin. Bir bina inşâ edip henüz tavanlarını tamamlamamış olan kimse de gelmesin. Aynı zamanda koyun ve gebe develer, inekler satın alıp, onların doğum yapmalarını bekleyen adam da harbe katılmak üzere benimle gelmesin...» buyurduktan sonra harbe çıkmıştı.
Peygamber aleyhisselâm fethetmek istediği şehre ikindi vakti, veya buna yakın bir vakitte yaklaştı.
Güneşe hitabederek:
— Sen bir memursun, ben de memurum, dedi ve Allah'ım, bu güneşin seyrini durdurt, diye niyazda bulundu. Allahü Teâlâ da kendisine fethi müyesser kılıncaya kadar güneşi öyle tuttu. Ele geçirdikleri ganimetleri topladılar. Ganimetleri yemek için bir ateş geldi, fakat yemekten kaçındı.
Peygamber insanlara:
— Aranızda hıyanet var, her kabileden bir adam gelip bana bîat etsin! dedi. Onlar da biat ettiler. Bu adamın eli Peygamberin eline yapıştı.
Bunun üzerine Peygamber:
— Hıyanet sizdedir, senin kabilen gelip bana bîat etsin, dedi. Onlar da bîat ettiler. Bu kabile halkından iki veya üç kişinin eli Peygamberin eline yapıştı.
Peygamber:
— Hıyanet sizde, dedi. Bunun üzerine bunlar Peygambere inek başı kadar bir parça altın çıkardılar, yerdeki malların içine koydular. Ateş de gelip bunu yedi.»
İşte, bizden önce kimseye ganimetler helâl değildi. Allahü Teâlâ za'fımızı ve acziyetimizi gördüğü için ganimetleri bize helâl kıldı.
(Buharî, Müslim)

KALBİNİ YARDIN MI?


Üsâme bin Zeyd radıyallahu anh şöyle anlatıyor::
Resûlullah aleyhisselâm bir seriyye (dört'yüz kişiden fazla olmayan askerî kuvvet) halinde bizi bazı kabilelere gönderdi. Onlar da bizim gelişimizden haberdar olarak kaçtılar. Biz kendilerinden birisine yetiştik. Onu yakalayınca, «La ilahe illallah = Allah'tan başka ilâh yoktur» deyiverdi. Fakat biz kendisini öldürünceye kadar dövdük. Gelince bu hadiseyi Peygamber aleyhisselâma anlattım. Allah'ın Resulü:
— Kıyamet gününde,bu tevhid kelimesi karşılığında sana kim yardımcı olacak? dedi. Ben:
— Ey Allah'ın Resulü, o adam bunu silâhtan korktuğu için söyledi, diye cevap verdim.
Peygamber aleyhisselâm:
— Kalbini mi yardın ki, bunun için veya başka bir sebeple mi bunu söylemiş olduğunu bilesin?! Kıyamet gününde «La ilahe illallah»'ın karşısında kim senin yardımcın olacak? buyurdu. Bu sözü o kadar tekrar etti ki, müslümanlığa o günden evvel girmemiş olmayı arzu ettim.
(Ebü Davud, Müslim)

DEVENİN AĞLAMASI

Allah'ın Resulü, Ensârdan bir kimseye aid bir bahçeye girmişti. Orada bir deveye rastladı. Deve Peygamber aleyhisselâmı görünce, inledi ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah aleyhisselâm devenin yanına gelip ensesini, yahut kuyruğunun üst tarafını okşadı, deve de sustu.
Allah'ın Resulü:
— Bu devenin sahibi kim, bu deve kimindir? diye sordu. Ensâr'dan bir genç gelip:
— Benimdir, ey Allah'ın Resulü, dedi. Peygamber aleyhisselâm:
— Allah'ın sana mülk olarak verdiği bu hayvan için Allah'tan korkmuyor musun? Çünkü bu hayvan bana, senin kendisini aç bıraktığını ve çok yorduğunu söyleyerek senden şikâyetçi oldu, buyurdu.
(Ebû Davud)

AMEL NİYETE GÖREDİR

Ümmü Kays radıyallahu anhâ Mekke'nin hem güzel hem de varlıklı kadınlarından biri idi. Bir adam kendisi ile evlenmek teklifinde bulundu. Ummü Kays radıyallahu anhâ bu teklifi, adam kendisi ile Medine'ye hicret etmek şartı ile kabul etti. Ummü Kays radıyallahu anhâ Muhacirlerle beraber, Allah ve Resulünün rızâsı için Medine'ye hicret edince, bu adam da onunla evlenmek isteği ile Ümmü Kays'a uyarak hicret etti. Ancak adam bu hicretini Allah ve Resulünün rızâsı için yapmış gibi gösteriyordu. Hazreti Ömer'in bildirdiğine göre, bu sebepten dolayı Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
— Ameller niyetlere göredir. Kişiye ancak niyetinin karşılığı verilir. Kimin hicreti Allah ve Resulü için ise, hicreti Allah'a ve Resûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalık, veya evleneceği bir kadın için ise, o kimsenin de hicreti o kadınadır.
(Buharî, Müslim, Ebû Davud, Tirmizi, Neseî)

EBÜ LEHEB'İN ATEŞİ

İbni Abbas radıyallahü anh anlatıyor:
«En yakın aşiretine onlardan ihlâs sahibi topluluğa da, (dine davet etmek sureti ile) âkibeti bildir.» (Şûra Sûresi) Âyet-i Kerîmesi nazil olunca, Peygamber aleyhisselâm kalkıp Safâ'ya çıktı ve:
— Geliniz, mühim bir mesele vardır! diye çağırdı. Gelip toplandılar. Allah'ın Resulü:
— Ne dersiniz, şu dağın dibinden bir at çıkacak desem beni tasdik eder misiniz? diye sordu, insanlar hepsi bir ağızdan:
— Senin yalan söylediğine rastlamış değiliz, diye karşılıkta bulundular.
Peygamber aleyhisselâm:
— Şu halde şiddetli bir azab ile karşı karşıya bulunduğunuzu size haber veriyorum, dedi.
İçlerinden Ebû Leheb:
— Kuruyup helak olaydın, yuh sana!.. Bunun için mi bizi buraya topladın? dedi. Sonra Peygamber aleyhisselâm kalktı.
işte bunun üzerine -«Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Ve ona yuh olsun, kuruyup helak olsun. Onun malı ve kazandığı bir şeyi kendisinden defedemeyecekti. O, alevi şiddetli olan bir ateşte yanacaktır. Odun taşıyan karısı da boynunda bükülmüş bir ip olduğu halde.» mealindeki Tebbet Sûresi nazil oldu.
(Buharî, Müslim, Tirmizî)

CEHENNEMDE BİRAZ SU

Abbas radıyallahü anh, Ebû Leheb öldükten sonra, kendisini çok kötü bir vaziyette rüyasında gördü ve kendisine:
— Ne ile karşılaştın? diye sordu. Ebû Leheb:
— Sizden ayrıldıktan sonra bir iyilik ile karşılaşmadım. Ancak Suveybe (Peygamber aleyhisselâmı emziren kadın)yi azad etmiş olduğumdan —baş parmağı ile işaret parmağı arasındaki çukurcuğu göstererek — şuracıkta cehennemde biraz su içirdiler, dedi.
(Buharî)

ATEŞTEN BİR ÇUKUR

İbni Abbas radıyallahu anh şöyle anlatıyor:
Ebû Cehil Peygamber aleyhisselâmın "namaz kılmasını kastederek:
— Muhammed, sizin karşınızda yüzünü toprağa sürüyor mu? diye sordu. Kendisine «Evet» diye cevap vermeleri üzerine:
— Lât ile Uzza'ya yemin ederim ki, bunu yaparken kendisini görürsem, boynunu ayaklarımın altındâ ezeceğim, dedi. Peygamber aleyhisselam namaz kılmakta iken yanına geldi. Ancak orada hazır olanları, Ebû Cehil'in geri geri çekilip önündeki bir şeyden korkmasından başka bir şey hayrete düşürmedi. Bunun üzerine kendisine:
— Sana ne oluyor, ey Ebû Cehil? diye soruldu. Ebû Cehil:
— Benimle Muhammed arasında ateşten bir çukur, korku ve kanatlar var, dedi. Bununla alâkalı olarak Allah'ın Resulü de şöyle buyurdu:
— Eğer o bana yaklaşsaydı, melekler kendisini paramparça edeceklerdi.. .
İşte bu sebeple Allahü Teala «Muhakkak ki, insan kendisini müstağni görünce taşkınlık gösterir» âyetinden «Asla ona boyun eğme!» (Alak Sûresi) âyetine kadar olan âyetleri inzal buyurdu.
(Müslim)
Yine Ibni Abbas radıyallahü anh anlatıyor :
Allah'ın Rasulü namaz kılmaktaydı. Ebû Cehil gelerek :
— Ben sana bunu yasaklamamış mıydım? dedi. Peygamber aleyhisselam da kendisine ağır söyledi. Bunun üzerine Ebû Cehil:
—' Sen muhakkak bilirsin ki, burada benim ailemden daha kalabalık bir aile yoktur, dedi. Bunun üzerine Allahü Teala «O, ailesini çağırsın, biz de zebanileri çağırırız...» (Alak Sûresi) âyetlerini inzal buyurdu.
Allah'a yemin ederim ki, Ebû Cehil ailesini çağırmış olsaydı, Allah'ın zebanileri de onu helak edeceklerdi.
(Buharî)
* * *