REKLAM

rasulullah efendiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rasulullah efendiz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7.01.2017

BÖYLE ÖRNEK OLUYORDU İNSANLIĞA!

    Onun ideali, insanlığa hizmetti, yoksa insanlığın kendisine hizmeti değildi. O sebepten eline geçeni yemek yedirir, içmez içirir, yönettiği insanların mutluluğuyla mutlu olurdu.
    Yine adeti üzere bir miktar imkan biriktirmiş, çevresine de münadiler göndermişti.
    Sesleniyorlardı Medine sokaklarında münadiler:
    - Resulüllah mescidin önünde muhtaçları bekliyor. Miskin derecesinde ihtiyaç sahibi olanlar gelsin, hisselerine düşecek yardımı alsın, kimse mahrum kalmasın!
    Az sonra mescidin önüne muhtaçlar toplanmışlardı. Mutluydular. Çünkü kasıp kavuran ihtiyaçlarının hiç olmazsa bir kısmını karşılayacak imkana kavuşacaklardı.
    Nitekim düşündükleri gibi de oldu. Efendimiz gelenleri şöyle bir gözden geçirdikten sonra mevcudu da hesap ederek önünden geçenlere hisselerini veriyor, onlara tebessümle bakarak mutluluğunu da açıkça hissettiriyordu.
    Mutluydu. Çünkü O'nun en büyük mutluluğu insana yardım, insana hizmetle meydana geliyordu. İşte o anda da insana hizmette bulunuyor, ihtiyaç sahiplerinin sıkıntılarını gideriyordu.
    Nihayet elindeki mikan bitti, yardım isteyecek insan da bitti. Demek ki hesap iyi yapılmıştı.
    Ne var ki çok sürmedi, ötelerden kan ter içinde koşup gelen bir bedevi görüldü. Adama hem ufkuna bakıyor, hem de nefes nefese koşmaya devam ediyordu. Nihayet geldi, şöyle bir nefeslendikten sonra söylendi.
    - Yardım dağıttığınızı söylediler onun için nefes nefese koştum; ama yine de yetişemedim! Zaten hep şanssızım ben.
    Çok üzgündü yoksul adam. Anlaşılan ihtiyacı da fazlaydı. Böyle bir fırsatı mutlaka değerlendirme niyetiyle koşmuştu; ama yine yetişememişti.
    Sordular:
    - İhtiyacın çok mu fazlaydı?
    Saymaya başladı yardım alabilseydi neler alacağını.
    Hepsi de zaruri ihtiyaçtı. Demekki adamın ihtiyacı şiddetliydi. Ama Rasulüllah'ın imkanı da bitmişti. Elinde avucunda olanı tümüyle vermiş, geriye tek dirhem bile kalmamıştı. Şimdi ne olacaktı?
    Efendimiz şefkatle baktı bedeviye. Sonra da beklenmeyen teklifini yaptı yoksul adama:
    - Üzülme ihtiyaçlarını yine alacaksın. Hem de hiçbirini bırakmaksızın!
    - Nasıl? Diyerek heyecanlandı yoksul adam. Efendimiz kelimelere basa basa konuştu:
    - Şimdi buradan kalk, şehrin içine dal, ihtiyaçlarını nerede bulursan al ve aldığın satıcılara da de ki:
    - Mal bana ait, parasını ödemek de Resulullah'a! Allah'ın Resulü ödeyecektir. İstediğimi verin!
    Resulüllah (sas) böylece verecek parası olmayınca muhtaçların borcunu yükleniyor, bir fırsatını bulup da ödeyeceğini düşünerek insanına böyle yardımda bulunuyor, insana hizmeti böyle en öne alıyordu.
    Adam sevinçle çarşının yolunu tuttu. Zihninde neleri alacağının hesabını yaparak heyecanla gidiyordu.
    Olaya şahit olan Hazreti Ömer, fedekarlığın bu kadarına razı olamamış gibiydi.
    Nihayet düşüncesini dile getirmekten kendini alamadı da dedi ki:
    - Ya Resulellah! Sen gücünün yettiğiyle mükellefsin, yoktan da vermekle değil. Elinde  olanı tümüyle dağıttın, geriye bir şey kalmadı. Neden başkalarının borçlarını da yükleniyor, onların ihtiyaçlarını da karşılamak zorunda bırakıyorsun kendini? Bu kadarı da fazla değil mi?
    Bu sözlerden hiç de memnun olmayan Resulüllah'ın yüzündeki tebessümün kaybolduğu görüldü. Halbuki o ana kadar çok mutluydu, tebessümü hiç eksik etmemişti.
    Bu defa da masum bir adam söze karıştı;
    - Ya Resulallah sen Ömer'e bakma ver, Allah da sana verir, dedi.
    Bu söze memnun olan Resulüllah'ın tebessümü tekrar yüzünde belirdi, 'fedekarlığa devam et' sözünden memnun olduğu anlaşılıyordu.

KAYNAK: Şahin, Ahmed, Yaşanmış Örnekleriyle Aradığımız İslam, Zaman Cep Kitapları, 3, Feza Gazetecilik, İstanbul 2001

3.12.2016

AFET VE BELALARDAN MUHAFAZA DUASI

HER TÜRLÜ AFETTEN KORUNMA DUASI [1]
اَللَّهُمَّ اَنْتَ رَبِّى لاَ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ عَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَاَنْتَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ   لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاﷲِ الْعَلِيِّ الْعَظِيمِ مَا شَاءَ اﷲُ كَانَ وَمَالَمْ يَشَاءْ لَمْ يَكُنْ اَعْلَمُ اَنَّ اﷲَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَاَنَّ اﷲَ  قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا وَاَحْصَى كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا  اَللَّهُمَّ اِنِّى اَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّ نَفْسِى وَمِنْ شَرِّ كُلِّ دَابَّةٍ اَنْتَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبِّى عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
İmam-ı Nevevi, el-Ezkar:[2]
جاء رجل إلى أبي الدرداء فقال : يا أبا الدرداء قد احترق بيتك ، فقال : ما احترق ، لم يكن الله عز وجل ليفعل ذلك بكلمات سمعتهن من رسول الله صلى الله عليه وسلم ، من قالها أول نهاره لم تصبه مصيبة حتى يمسي ، ومن قالها آخر النهار لم تصبه مصيبة حتى يصبح :
Bir adam Ebu’d-Derda (r.a.)’a geldi ve “Ey Ebu’d-Derda, evin yandı”, dedi. Ebu’d-Derda (r.a.); “Hayır yanmadı. Allah-ü Teâlâ, Rasüllüllah (s.a.v.)’den işittiğim şu kelimeler sebebiyle evimi yakmaz. Zira kim o kelimeleri sabah vakti okursa, akşama kadar kendisine hiçbir musibet isabet etmez. Kim de akşam okursa sabaha kadar hiçbir musibete duçar olmaz.”, diye cevap vererek şu duayı okudu:
Rasülüllah (s.a.v.)’in eshabından birinden yapılan başka bir rivayette ise hadise şöyle anlatılmaktadır: (Bu rivayette Ebu’d-Derda ismi zikredilmiyor)
ورواه من طريق آخر ، عن رجل من أصحاب النبي صلى الله عليه وسلم ، لم يقل : عن أبي الدرداء ، وفيه : أنه تكرر مجئ الرجل إليه يقول : أدرك دارك فقد احترقت ، وهو يقول : ما احترقت لأني سمعت النبي صلى الله عليه وسلم يقول : " من قال حين يصبح هذه الكلمات ، لم يصبه في نفسه ولا أهله ولا ماله شئ يكرهه " ، وقد قلتها اليوم ، ثم قال : انهضوا بنا ، فقام وقاموا معه ، فانتهوا إلى داره وقد احترق ما حولها ولم يصبها شئ ".
 “Bir adam o sahabiye geldi ve ‘Evine koş, evin yandı”, dedi. Bunun üzerine o sahabi; ‘Hayır yanmadı. Çünkü ben Rasülüllah (s.a.v.)’den duydum ki, bu (yukarıdaki) duayı okuyan kimseye ne kendisi hakkında, ne ehli hakkında ne de malı hakkında hoşlanmayacağı hiçbir şey isabet etmez. Ben bugün bu duayı okudum.”, dedi. Sonra o gelen adama ‘Hadi beraber gidelim’, deyip evine kadar gittiler. Baktılar ki, sahabinin evinin etrafındaki her şey yanmış ama onun evine bir şey olmamış.



[1] إحياء علوم الدين  (1/ 247)
[2] الأذكار للنووي (ص: 84)