EVLİLİK VE AİLE
AŞK VE FLÖRT
Flört veya aşkın fırtınasıyla mutlu bir evliliği bulacaklarını
sananlar aldanma ihtimalini göz önünde tutmalıdırlar.
"Onlar erdiler mutluluğa, biz çıkalım kerevetine". Sevgiyi işleyen
masalların çoğu bu cümle ile biter. Genç kızla erkek birbirlerine delicesine
tutulmuşlardır, araya giren "kötü" kişilere rağmen kavuşurlar ve evlenirler.
Artık onlar mutluluğa ermişlerdir, hiç problemleri yoktur ve saadet dolu, cıvıl
cıvıl bir evlilik onlarındır. Prensle prensesi veya Aslı ile Kerem 'i artık
sonsuza kadar sürecek mutluluk beklemektedir.
Romantik aşk efsanesi dediğimiz bu şartlanma, bize dünyadaki her genç
erkeğe karşılık, "onun için yaratılmış" bir genç kız bulunduğunu anlatır.
Kendisine yazılmış olan insanla karşılaşıldığında kişi onu hemen tanır; çünkü
ona aşık olur. Artık kendi seçtiği insanla karşılaştığına ve bu birleşme haliyle
kusursuz olacağına göre, birbirlerinin bütün ihtiyaçlarına ebediyen karşılık
verebilir ve dolayısıyla da sonsuza kadar kusursuz bir uyum ve beraberlik içinde
mutlu yaşayıp gidebilirler.
Ama gerçek böyle olmaz. İhtiyaçlar karşılanmazsa, korkunç bir hata
yapılmış olduğu ortaya çıkar. Demek ki yanlış yorum yapılmıştır; aşk zannedilen
gerçek aşk değildir. Ya boşanma veya geçimsizlik evlileri bekleyen akıbettir.
Aşık olma
Gerçek anlamda "Aşık olmak", iki kişinin sadece, birbirlerinin
gözlerinin içerisine sevgiyle bakmaları değil; aynı zamanda, tüm fikirleriyle
aynı yöne bakabilmeleridir ve bakışlarla olduğu gibi ruhen de
bütünleşebilmeleridir.
Aslında "aşık olma" sevgiye eşdeğer değildir. Birincisi aşık olma
tecrübesinin özellikle cinsel arzu ile ilgili yanı vardır. İkincisi de hiçbir
aşk, hep devam etmez ve geçicidir. Kime aşık olunursa olunsun, bu ilişki
yeterince devam ederse er ya da geç aşk sona erer. Bu, aşık olunan kişiyi
sevmekten mutlaka vazgeçilir anlamında değildir. Ama aşık olmanın en büyük
özelliğini oluşturan ihtiraslı sevgi mutlaka biter. Balayı muhakkak sona erer.
Romantizmin açan çiçeği katiyetle solar.
Meşhur hikâyede Mecnun da Leyla 'ya olan aşkının geçici olduğunu
anlar, sonunda ilahi aşka yönelir. Artık o fani olan Leyla'nın peşinde koşmaz,
ebedî aşka kavuşmuştur.
Aşık olmanın temelinde kişinin yalnızlıktan ürkmesi vardır. Yalnızlık
acı vericidir ve ferdî kimliğimizin duvarını aşarak dışımızdaki dünyayla daha
fazla özdeşleşebileceği bir duruma ulaşmak isteriz. İşte aşık olma olayı geçici
olarak bu geçişi yapmayı sağlar. Aşık olmak aslında ferdin benlik sınırlarının
bir bölümünün aniden çökerek, kişinin kendi kimliğini bir başkasının kimliğiyle
kaynaştırabilmesine izin vermesidir. Kişi sevdiğiyle birdir artık, yalnızlıktan
kurtulmuştur.
Bazen de sevgiyle her türlü engelin aşılacağı sanılır. Aşkın gücü
önünde bütün karşı güçlerin teslimiyet içinde boyun eğeceklerine ve karanlıklara
karışıp kaybolacaklarına inanılır. Aşık olunduğunda hissedilen bu duyguların
gerçeklere uzaklığı, tıpkı iki yaşındaki bir çocuğun kendisini ailesinin ve
dünyanın kralı gibi hissetmesine ve sonsuz bir güce sahip olduğuna inanmasına
benzer.
Nasıl iki yaşındaki çocuğun "her şeye gücü yetme" fantezisi gerçeğin
darbesine uğruyorsa aşık olan bir çiftin "bir olma" fantezisi de aynı duvara
çarpar. Günlük hayatın sorunları karşısında, er ya da geç ferdi irade ve
istekler ortaya konulur. Çelişkiler belirir. Erkek cinsellik ister. kadın
isteksizdir. Kadın gezme ister, erkek kabul etmez. Erkek para biriktirmek
arzusundadır, kadın bulaşık makinesi için bastırır. Kadın ev işlerinden söz
eder. erkekse kendi meşguliyetlerinden dem vurur. Kadın erkeğin arkadaşlarından
hoşlanmaz, erkek de kadınınkilerden. Böylece her ikisi de varlıklarının
derinliklerinde, şu üzücü gerçeği idrak ederler: Sevdikleriyle aslında "bir"
değillerdir ve sevdikleri kişinin kendi arzulan, istekleri, zevkleri,
önyargıları ve onlardan farklı bir zamanlaması vardır ve olmaya da devam
edecektir. Aniden veya yavaş benlik sınırları eski yerlerine çekilip kapanmaya
başlar; aşk biter. Yeniden iki fert haline gelirler. İşte bu noktada ya bu
evliliğin bağlarını çözmeye veya gerçek sevginin temelini atmaya başlarlar.
Aşık Veysel aşkı "sevdiğine kavuşamamaktır" diye tarif etmişti.
Gerçekten seven çiftler bir araya gelince her şey sanıldığı gibi toz pembe olmaz
ve çoğu zaman da "aşk" biter.
Flörte gelince
Evliliğe flört ederek adım atmayı savunanlar hayli fazladır. Ancak
flört ederken evliliği gözetenler, birbirini gereğinden fazla kandırırlar. En
azından İlk zamanlarda kim olduklarını, ne düşündüklerini, neye inandıklarını
birbirinden gizlemeye çalışırlar.
Flört sırasında "Tam istediğim gibi. Her konuda uyum sağlıyoruz."
denir. Fakat sorunlar, genellikle balayının bitip kişilerin gerçek yüzü ile
görünmesiyle başlar. Bu sefer yanlış insanla evlenildiği, daha doğrusu
evlendiğini sandığı insanla evlenmediği neticesine varılır.
Çünkü flört öncesinde taraflar birbirlerini sevdirmek için abartıya
kaçarlar. Bu devrede kendi ilgisi değil karşı taraf düşünülür. Bunu karşı tarafı
sevindirmek ve o anı paylaşmak amacıyla yapar.
O zaman ne yapmalıyız?
Evlilik öncesi flört veya nişanlılık döneminde, müstakbel eşin iyi
özellikleri aranır ve başkalarına anlatılırsa evlilikteki uyum artar. Müstakbel
eş hakkında söyleyecek güzel şeyler bulmak, sabırlı, anlayışlı. kibar ve
anlaşılabilir bir yaklaşım içinde olmak evliliğin geleceği açısından mükemmel
bir eğitim işlevi görecektir.
Evlenmeye karar verirken eş adayının anne ve babası göz önüne
alınmalıdır. Çünkü onlarla iyi geçinmek evliliğin uyumunu artırır.
Karşı taraf olduğu gibi kabul edilmelidir. Aşık olan veya flörtün
dalgalarında dolaşan kişiler, sevdiği kişiyi kusursuz yaratılmış olarak algılar.
Sevdiğinde hata görürse, bunları önemsiz, hatta ona renk ve çekicilik katan
küçük tuhaflıklar olarak yorumlar. İşte burada, duygusallıkla değil, muhakeme
ile karar vererek, ileride ne ölçüde problem olacağı hesaba katılmalıdır.
Davranışlarının değişeceği, kendisine uyum sağlayacağı önyargısından kaçınmak
gerekir.
Bilinmelidir ki olgun bir evlilik, kendisinin ve eşinin bağımsız
kişilikleri ve birbirinden ayrı benlikleri olduğunu kabul etmeye dayanır. Mutlu
evlilik yapan çiftler, eşlerini oldukları gibi kabullenmişlerdir ve onlarda
mükemmeli arama ve onları değiştirme çabalarının yararsızlığını anlamış
insanlardır.
İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine
karşılık bir kalbin bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını,
şevklerini birbirleriyle paylaşsınlar. Lezzetlerde birbirlerine ortak, gam ve
kederli şeylerde de yardımcı olsunlar.
ÇIPLAKLIK
Erkek ve kadınların sağlıklı bir cinsel hayat yaşamaları için
müstehcen giyimden kaçınmak gerekir.
Kadının aşırı takıp takıştırması ve soyunması, kendini karşı cinse
cazibe merkezi haline getirmesi ve bundan zevk duyması, toplumda hakim olan
zihniyetle de yakın ilgilidir. Bu anlayışta kadın, verdiği zevk oranında değer
taşır. Artık kadın ilahi bir emanet ve insanı oluşturan iki temel parçadan biri
olmaktan çıkmış ve yalnızca çekici bir beden haline gelmiştir. Taşıdığı değer,
Bedeninin güzel görüntüsü kadar olacaktır. Böyle bir toplumda kadının bütün
varlığı görülmekte ve alıcının gözü ile değerlendirilmektedir. Kadın sadece
görünüşünden ibarettir. Kadın için giyim, vücudu örtmek için değil teşhir için
bir araçtır. Yani kadının kişiliği önemli değildir, ancak cinsi bir
metadır.
Soyunmak bir ruhi sapma mı?
Psikiyatrik açıklamalarda yer alan cinsi sapıklıklardan biri de
teşhirciliktir (ekshibisyonizm). Bu tür rahatsızlığı olanlar aslında cinsel
yetersizliği olan ruh sağlığı bozuk kişilerdir. İşte, çıplak gezenlerde de böyle
bir sapıklığın emarelerini bulabiliriz.
Erkek ve kadınların sağlıklı cinsel hayatları içinde müstehcen
giyimden kaçınmak gerekir. Sık ve yersiz uyarılan erkekte cinsel soğukluğun
gelişme ihtimali daha büyüktür.
Sevgililer günü(Saint Valentine's Day)
Gerçek sevgi sonsuzdur!
14 şubatın sevgililer günü olduğunu geçde olsa
farkettik bişiler tıklayalım dedik. Sevgililer günü(Saint Valentine's Day)
Avrupa toplumunun dinlerinin asıl hükmünü kaybetmesi insanlar arasında meşru
olmayan ilişkilerin yaygınlaşmasının normal karşılanması ile ortaya çıkmıştır.
Ne eski dinlerde nede İslam dinin de yeri yoktur.
Sevgilileri ikiye ayıralım, yani yanlış anlamayın
sevgilileri ayıralım demedim iki tür sevgili vardır onu belirtiyorum :o)
1) Özenti yada cinsel dürtülerine uyarak sevgili
olanlar=Bu sınıf hayatın yemek içmek ve eğlenmekten ibaret olduğunu sanan bu
insanlar gerçeğin farkına vardıklarında ömür sermayesini harcayıp bitirdiklerini
ancak farkederler. Oysa Allahu Teala şöyle buyuruyor:
EN'AM suresi 32. ayette Dünya hayatı bir oyun ve
eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki
daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?
3-ÂL-İ İMRAN: 14- İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle
altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı
sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya
hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî
hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.
2) Hayat arkadaşını yani evlenip ömrünü geçireceği
kişiyi seçmek için sevgili olanlar= Sevgili olarak flört edip evlenenlerin
propagandası yapıldığı gibi başarılı bir evlilik yaptıkları söylenemez. İşte bir
örnek:
medenifearless; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 26 ; İl:
İstanbul
2 yıldır evliyiz. Hergün "Allah belanı versin"
demeye başladım. Artık her kavga ettiğimizde, eski sevgilisiyle beni
karşılaştırmaya başladı. Kavga bittikten sonra neden bu kadar iğrenç şeyler
söylediğini sorduğumda, "Sinir anında söylenmiş gerçek olmayan sözlerdi" diyerek
geçiştiriyor. O kadar da severek evlenmiştik. Onun için yapmadığım ve
yapamayacağım şey yokken yine de nankörlük yapıyor. Aman arkadaşlar evlenmeden
önce bin kere düşünün. Özellikle eşiniz olacak kadının geçmişini mutlaka
öğrenin.
Bu ilişkilerin %90’ı evlenmeyle sonuçlanmıyor. En
serseri ve asi genç dahi evlenmek istediğinde; hiçbir erkekle konuşmamış, halk
tabiriyle “erkek eli değmemiş kızlarla” evlenmeye can atıyor. Flört tuzağının
pençesinde kalan kızlar genelde ortada kalıyor, hatta gözünü kadın tüccarlarının
adresinde açanlar bile oluyor.
Dr. Cemal Zeki Önal, flörtçü kızların ortak
akıbetlerini güzel bir şekilde tasvir eder: “Aşkla şakalaşan kızlar, bıçakla
oynayan çocuklara benzerler, ekseriye yaralanırlar. Bu yaralar çok defa pek acı
kanar. Kız kızlığını, ulu benliğini kaybeder, türlü felaketlere uğrar". Erkek
ise yeni oyuncağından hevesini almış bir çocuk gibi konacağı yeni bir çiçek
arayama başlar. Diyelim ki, flört döneminden sonra bir kız ve erkeğin
evlendiğini düşünelim. Bunlar flört döneminde birbirlerine kendilerinin hoşa
giden yönlerini gösterirler. Aylarca süren tanışma ve derin dostluğa rağmen
kusurlarını, zayıf taraflarını birbirine göstermezler. Bu dönem içinde nefsâni,
şehvani istekler, cinsel dürtüler o kadar azmış olur ki, hemen evlenmek isterler
ve bu amaca ulaşmak için ikisi de birbirine bağlılık sözü verirler. Öyle sevgi
ve sadakat gösterişi içine girerler ki, evlendikten sonra ilişkiler ve
münasebetler dünyasında bu devreye hiçbir zaman bir daha tesadüf edilmez.
Tabiki erkek ve kadın bir biri için yaratılmıştır
Allah cc buyuruyor ki:
30-RUM: 21- Yine O'nun âyetlerindendir ki, sizin için
nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi
ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler
vardır.
Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellem de:
Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yetenler evlensin.Çünkü evlenmek
gözü daha çok muhafaza eder, namusu daha fazla korur. Evlenmeye gücü yetmeyenler
ise oruç tutsun. Çünkü oruç kalkandır. buyuruyor.
Ama ne Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve
sellem zamanında ne de sonrasında hiç bir İslam âlimi kadın ve erkeğin
evlilik dışı yakınlaşmasına müsaade etmemiştir Hatta İmamı Rabbani hazretleri
kapalı bir odada evli bir erkek yada kadının mahremi olmayan biri ile bir cinsi
münasebet süresi kadar kalmaları nikahlarını bozar, ama örneğin kapı açıksa
hüküm bozulur demiştir.
ZİNA ETMEK İSTEYEN GENÇ
Asr-ı saadette Peygamberimiz (A.S.) Ashabıyla beraber bulunuyordu. Bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:
- Ya Resulallah! Ben falanca kadın ile arkadaş olmak olmak istiyorum, onunla zina yapmak istiyorum dedi.
Ashab-ı Kiram, bu durumdan çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve huzuru Resulullah'dan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağırıştılar. Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bırakın o genci buyurdu. Resulullah, genci yanına çağırdı, dizinin dibine oturttu. Gencin dizlerini kendi mübarek dizine değdirecek bir şekilde oturttu ve:
- Ey genç, birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi? diye sordu. Genç hiddetle:
- Hayır Ya Resulallah, diye cevap verdi. Resulallah:
- Öyle ise o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar. Sonra:
- Peki, bu çirkin işi senin kız kardeşinle yapmak isteseler, sever misin? diye sorduklarında genç :
- Hayır, asla! diyerek hiddetleniyordu. Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez buyurdu.
Sonra Hz.Peygamber (A.S.) mübarek elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:
- Allah'ım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla, buyurdu.
Genç, Resulallah'ın huzurundan ayrıldı. Bir daha günah işlemediği gibi böyle bir kötü düşünce aklından bile geçmeden yaşamış!Resulallah:''Kadınlarınızın namuslu olmasını istiyorsanız başkalarının kadınlarına yan gözle bakmayınız'' diye emrediyor.
Asr-ı saadette Peygamberimiz (A.S.) Ashabıyla beraber bulunuyordu. Bir genç çıkageldi ve çok saygısızca:
- Ya Resulallah! Ben falanca kadın ile arkadaş olmak olmak istiyorum, onunla zina yapmak istiyorum dedi.
Ashab-ı Kiram, bu durumdan çok öfkelendiler. İçlerinden gazaba gelerek genci dövmek ve huzuru Resulullah'dan çıkarmak isteyenler oldu. Bazıları bağırıştılar. Çünkü genç çok hayasız konuşmuştu.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bırakın o genci buyurdu. Resulullah, genci yanına çağırdı, dizinin dibine oturttu. Gencin dizlerini kendi mübarek dizine değdirecek bir şekilde oturttu ve:
- Ey genç, birinin annenle bu kötü işi yapmasını ister misin? Bu çirkin hareket hoşuna gider mi? diye sordu. Genç hiddetle:
- Hayır Ya Resulallah, diye cevap verdi. Resulallah:
- Öyle ise o çirkin işi yapacağın kimsenin evlatları da bundan hoşlanmazlar. Sonra:
- Peki, bu çirkin işi senin kız kardeşinle yapmak isteseler, sever misin? diye sorduklarında genç :
- Hayır, asla! diyerek hiddetleniyordu. Şu halde insanlardan hiç kimse bu işi sevmez buyurdu.
Sonra Hz.Peygamber (A.S.) mübarek elini bu gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:
- Allah'ım! Sen bu gencin kalbini temiz kıl. Namusu ve şerefini muhafaza eyle ve günahlarını da bağışla, buyurdu.
Genç, Resulallah'ın huzurundan ayrıldı. Bir daha günah işlemediği gibi böyle bir kötü düşünce aklından bile geçmeden yaşamış!Resulallah:''Kadınlarınızın namuslu olmasını istiyorsanız başkalarının kadınlarına yan gözle bakmayınız'' diye emrediyor.
ÇOK EŞLE EVLİLİK
Mutluluğu artırmak düşüncesiyle yapılan ikinci evlilikler, genellikle
eski mutluluğu alıp götürdüğü gibi kocayı ve eşleri depresyona sokabilir.
"Ölüm bizi ayırıncaya kadar." Bu sözler Batı uygarlığının evliliğe
bakış açısını özetliyor. Fakat buna rağmen İngiltere'deki evliliklerin üçte
biri, ABD'dekilerin yarısı boşanmayla sonuçlanıyor. Çocukların yüzde 15'inin
babası evlilik cüzdanlarındaki kayıtlı eş değil. Türkiye'de ise durum farklı.
Boşanmalar, Avrupa ülkelerine göre çok daha az. Çok eşlilik ise kanunlarla
yasaklanmış olsa da yok değil. Bu konuda birçok örnek var ;
35 yaşındaki bir kadının şikayetleri ; "Doktor bey, ben ailemin tek
çocuğuyum. Paylaşmaya kesinlikle hazır değilim. Mutlu bir yuvamız vardı. 16
yıllık evliyiz ve üç de çocuğumuz var. Kocamla birbirimizi çok seviyorduk, ya da
öyle zannediyorduk. İlk yıllarda kocam fakirdi, maaşı düşüktü. Ben çalıştım, eve
katkıda bulundum. Her zaman ona destek oldum. Sonraları kocam kazanmaya başladı,
maddi durumumuz düzeldi. Hep Üsküdar'da evim olsun isterdim. Evim de oldu. Keşke
olmasaydı diyorum şimdi. Çünkü taşındığımız gün hadiseyi öğrendim. Kocam, çocuğu
yaşında bir çocukla ikinci evliliğini yapmıştı. Bunun gerçek olduğunu anlayınca
şok oldum. Ben ki onun için her fedakarlığı yapmıştım. O ise kıza bir daire
tutmuştu. Şaşırdım. Kocamı dövmeye, ona saldırmaya başladım. Bana bunu nasıl
yapardı? Çocuklarımın ikisi de bunalıma girdiler."
"Peki kocanız nasıl açıklıyor bu durumu?" diye sorulduğunda şöyle
anlatıyor ;
"Haklı olduğumu söylüyor, özür diliyor. Kıza acıdığını, kötü yola
düşmesin diye bu yolu izlediğini ifade ediyor. Artık bıraktım diyor ama ben
yapılan ihaneti unutamıyorum. Hatta ben de ihanet edeyim dedim, yapamadım.
Aklımdan bu olay çıkmıyor. Kocamı affedemiyorum ve ondan nefret ediyorum.
Boşanmak istiyorum ; çocuklarım 'anne bizi babasız bırakma' diyorlar."
Kocası da yaptıklarından pişmanlık duyuyordu fakat bu arada aile
perişan olmuştu. Bütün fertler bunalım içindeydi. Hatta aile dağılma
arifesindeydi.
İkinci evliliğinde mutluluğu bulacağını zanneden kocalar, ilk
evliliklerindeki mutluluğu bile bulamayabiliyorlar. Aile düzenleri bozuluyor,
hatta ilk eşi ikinciyi ilk zamanlar kabullense bile sonraları eşler arasında
kıskançlıklar baş gösteriyor. İlk zamanlar cazip görülen ikinci eş, daha
sonraları pişmanlık verici bir durum halini alıyor.
Hz. Peygamber niçin çok eşle evlendi ?
Kaynaklar, Hz. Peygamberin, damadı Hz. Ali'nin ikinci Evliliği'ne çok
sert bir dille karşı çıktığını açıklamaktadır. Hz. Ali, Ebu Cehil 'in. kızı
El-Aura (veya Cüveyriyye) ile evlenmek ister. Bu konuda Hz.Peygamber'le istişare
edilir. Hz. Peygamber buna. müsaade etmez ve "...Ancak Ebu Talib'in oğlu (yani
Hz. Ali) kızımı boşar ve bundan sonra onların. kızlarıyla evlenir" der. İbn
Sa'd, Hz. Peygamber'in bu evliliğe karşı çıkmasının sebebini, (kızı)
Hz.Fatma'nın üzülmesiyle izah eder. Bu konuda başka yorumlar da vardır.
Kanaatimizce bu rivayet, Hz. Peygamber'in tek eşlilikten yana olduğunu ifade
eder. Ancak dönemin şartları ve zorlamaları, hayatının sonlarına doğru onu da
çok eşliliğe mecbur etmiştir.
Hz. Peygamber'in çok evlilikleri Medine döneminde olmuştur. Medine'de
kurulan İslam devleti, bütün Arabistan'ı karşısında buldu. Kureyş kabilesinin
Arap yarımadasındaki nüfuzu ve Hz. Peygamber'in yeni bir din getirmiş olması, bu
bölgede yaşayan insanları Medine'de kurulan bu küçük devlete karşı ayaklandırdı.
Hz. Peygamber, herkesle barış yapmak, anlaşmak ve meseleleri
konuşarak bir sonuca varmak istedi, ancak karşı taraf savaşmayı tercih etti. Bu
gelişme Mekke devrinde olduğu gibi çok yavaş seyrediyordu. Savaş aynı zamanda
iyileşmesi çok zor olan sosyal yaralar açıyordu.
Arabistan 'ı cehaletten arındırmak ve İslam'ı bu bölgede yaymak için
Hz. Peygamber 'in Medine döneminde mecbur olduğu çok eşli yaşamın asıl sebebi
budur.
Hz. Peygamber 'in iki cariyesi olmuştur. Bunlardan biri Mısır lideri
Mukavkis 'in gönderdiği Mariye'dir. Hz. Peygamberin ondan Hz. İbrahim diye bir
çocuğu olduğu için o hürriyete kavuşmuş oldu. İkinci cariyesi Kurayza Yahudileri
esirlerinden olan Reyhane'dir. Hz. Peygamber bu kadını azad etmiş ve onunla
evlenmiştir.
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber'in cariye edinmek için bir isteği
yoktur. Bu iki cariye onun arzusu dışında beraber olduğu, sonrada hürriyete
kavuşturduğu iki kadındır.
Sonuç olarak sağlıklı bir toplumda Kur'an, tek evliliği öne
çıkarmıştır. Ancak erkeklerin savaş veya daha başka sebeplerle azalıp geride dul
kadınlar, yetim kızlar ve çocuklar bıraktığı olağanüstü durumlarda bir erkeğin
birden fazla evlenmesine de izin verilmiştir.
BOŞANMA FELAKETİ
Bir toplumun sağlamlığı, ailelerdeki geçimsizliklerin, boşanmaların
az olması ile belli olur.
İngiltere kralı Sekizinci Henri, karısından boşanıp başka bir kadınla
evlenmek istemiş. Papa buna müsaade etmeyince kral, Henri İngiltere'den Katolik
mezhebini kaldırmış, yerine Anglikan mezhebini kurmuş. Yani boşanabilmek için
bütün bir milletin dinini değiştirmiş.
Fransa'nın sevilen şarkıcısı François Hardy: Sevdiği Jean Mari'den
ayrılığını unutamıyor ve ızdırabını şöyle dile getiriyor: "Tuhaf şey, beraberken
hiç öyle duygular hissetmiyordum. Ayrıldıktan sonra iş değişti. Eve dönüşte
sevilen erkeğin orada olmadığını görmek ne demektir şimdi anlıyorum. Kendime
hâkim olamıyorum. Daima her yerde onu görüyorum. Onu unutmak için elimden geleni
yaptım gezdim tozdum, flört etmeğe çalıştım ama olmuyor, onun yerini hiç bir şey
doldurmuyor. Kimse iç âlemimi bilmiyor. Hüzünlü şarkılar söylememe şaşılıyor.
Ben hayatı sevinçli, neşeli bulmuyorum. Onun için kederli şarkılar söylüyorum.
Beni hiç bir şey avutmuyor, sadece bekliyorum bir gün belki bu bekleyişim sona
erecek, ama ne zaman..!"
Boşanma, toplumumuzu içten kemiren felaketlerimizden biridir.
Maalesef ülkemizde boşanma oranları giderek artmaktadır.
Bugün evlilikler daha zayıf temeller üzerine kuruluyor ve bu yüzden
yıkılması daha kolay oluyor. Hatta bazı evlenenler "mutlu olmazsak ayrılırız"
diyerek yuva kuruyorlar. Bu yanlış bir tutumdur. Çünkü her boşanma olayında
sadece evlenenler değil, onların aileleri ve özellikle çocukları kötü etkilenir.
Bir ruh hekiminin muayenehanesine problemleri için gelen birçok kişinin
rahatsızlığının temelinde boşanma ve getirdiği sıkıntılar yatmaktadır.
Kadın ve erkeğin birbirini tatmin etmeyişi veya edemeyişi, birbirini
ihmal edişi, zevk ayrılıkları, kültür farklılıkları ve aldatma boşanmanın
başlıca sebeplerindendir. Dr. Van Pelt, aşkı hipnotizma diye kabul etmekte,
evlendikten sonra bu hipnotizma tesirini kaybedince aşk harareti söner, soğukluk
ve ayrılıklar başlar." diyor.
Kadının modaya, süse düşkünlüğü, ve erkeğin gelirinin yetmemesi
huzuru bozar ve boşanmakla sonuçlanır.
Kimi erkek, karısının yaşlanması, güzelliğini ve çekiciliğini
kaybetmesi, onu artık beğenmemesi, başka kadınlara ,genç kızlara kendini
kaptırması nedeniyle boşanmaya başvurur.
İstatistikler, dünyadaki erkeklerin yüzde 60'ı, kadınların da yüzde
40'ının kıskanç olduğunu gösteriyor. Kıskançlığın en tehlikeli devresi,
erkeklerde 30-40 yaş arasında, kadınlarda 50-55 yaş arasındadır. Aşırı
kıskançlık ta boşanma sebebi olabiliyor.
Bir toplumun mutlu ve ruhen sağlıklı olması onun temeli sayılan
ailenin sağlamlığı ile ölçülür. Ailenin de sağlamlığı geçimsizliklerin,
boşanmaların az olması ile belli olur. Ülkemizde kültür yozlaşması oldukça,
toplumun temelleri sarsılmakta ve sağlam aileler yerine boşanmış veya geçimsiz
çiftlere bırakmaktadır. Aile yapısını güçlendirmek hepimizin görevi
olmalıdır.
EVLİLİK VE AŞK BÜYÜLERİ, MEDYUM, CİNCİ VE FALCILAR
Anayasa mahkemesi tarafından 1977'de din olarak kabul edilen
büyücülük, ABD'de 100 bin büyücü ve 9 milyon mensubu ile halkı kıskaç altına
almıştır. Pek çok Amerikalı, doktorlara gitmek yerine büyücülere başvurma yoluna
gitmektedirler. İnternet'e de girmiş bulunan büyücüler, Hıristiyanlığa meydan
okuyor ve insanlara papazlardan daha fazla yardımcı olduklarını söylüyorlar.
Dini reddeden. fakat huzuru laiklikte de bulamayan Avrupalılar da,
mutluluğu medyumlarda arıyorlar. Eski çağlarda kâhin diye adlandırılan bu
kimseler, şimdilerde medyum adı altında, dinsiz kalan Batı insanına deva olmaya
çalışıyorlar.
Fransız Le Monde gazetesinde (15.11.96) tam sayfa
olarak verilen bir araştırmaya göre, sadece Fransa'da kendisinin medyum olduğunu
söyleyen veya kâhin olarak kabul edilen kırk bin civarında insan, hayatını bu
yolla kazanıyor.
EVLİLİK GEREKLİ Mİ?
Evliliğin amacı, eşleri kısıtlamak değil, ikisini
bir bütün yapmaktır.
İnsanoğlunun dünya üzerinde ilk görülmesinden beri
evlilik mevcuttur ve tarihin kaydettiği bütün topluluklarda aile kurumu baş tacı
edilmiştir. Evlilikte iki cins birbirini tamamlar. İki vücut, iki kalp, iki ruh
ve daha doğrusu iki şahsiyet birleşir.
Son dört bin yıldaki seksen uygarlıkla ilgili
kapsamlı bir araştırma yapmış olan İngiliz antropolog John D. Urwin, her
uygarlıkta aile bozuldukça uygarlığın da parçalanmaya başladığını görmüştür.
Urwin 'in araştırmasına göre erkek, enerjisini şehvet ve arzuları yönünde
kullanırken evlendiğinde ev kurmak için ter dökmekte, geleceğe yatırım yaparak
en iyi faaliyeti göstermeye çalışmaktadır.
Neden evlilik ?
Son zamanlarda ailenin görevlerinde değişiklikler
olduysa da şu dört temel ilke her zaman vardır ve var olacaktır:
1. Cinsel ihtiyaçların karşılanması : Toplumun huzurunu sağlamak amacıyla cinsel davranışlara çeşitli
kısıtlamalar getirilir; evlilik kuralları da bu kısıtlamalardandır. Ancak cinsel
ihtiyaçlar evliliğin tek amacı değildir.
2. Ekonomik işbirliğinin sağlanması : Bilinen bütün insan topluluklarında cinsiyete göre bir iş bölümü ve
işbirliği vardır. Erkeklere fiziki güçleri sebebiyle daha ağır ve zorlayıcı
görevler verilmektedir. Kadınlar için çocuk doğurma esas olduğundan bu görevin
yanı sıra çoğunlukla daha hafif işler uygun görülmektedir. Kısacası kadının ve
erkeğin aileye katkıları birbirini tamamlamaktadır.
3. Üreme, çoğalma ortamının sağlanması
4. Çocuğun yetiştirilmesi, bakım ve eğitimi
(sosyalleşme) : Aile üyeleri, bu konuda kendi paylarına
düşeni yerine getirerek aile birliğine katkıda bulunurlar.
Peki evliliğin faydaları neler
?
Evlilik birçok ihtiyacımızın tatminini sağladığı
gibi birçok avantajları beraberinde getirir. Onları kısaca sıralarsak;
- Kişinin hayatı düzene girer. Beslenmesi,
ısınması, giyinmesi ve barınması tertipli olur.
- Ruh sağlığını tehdit eden yalnızlık ve sıkıntı
hissi, ailenin sıcak ortamında kaybolur. Evlilik. tek başına yaşamaktan daima
daha güven vericidir.
- Annelik ve babalık gibi zevklerin en güzeli
tadılır.
- Hanımlar ekonomik emniyet duygusunu ve ihtiyacını
tatmin ederler.
- İntihar, bunalım, ruhî hastalıklar evlilerde,
bekarlara oranla daha az görülür. Çünkü evlilik kişiye bir taraftan sosyal
bağımlılıklar ve sorumluluklar getirirken, aynı zamanda sosyal itibar ve korunma
sağlar.
- İsraf, kumar, alkol ve benzeri kötü
alışkanlıklara düşkünlük, sıkıntı, boşluk hissi, amaçsızlık, zaman israfı,
kavgacılığa meyil, çabuk öfkelenme gibi problemler bekarlarda evlilere oranla
daha sıktır.
- Evliliğin sağladığı faydalardan en önemlisi ise
cinsel ihtiyaçların doyumu için bedenî, ahlâkî ve hissî yönden geçerli en iyi
çözüm olmasıdır.
- Evlilikle psikolojik ve emosyonel birliktelik
sağlanır. Aile içinde bütün bireyler ve öncelikle de karı ve koca arasındaki
karşılıklı ilişkiler menfaate dayalı değildir. Ruhsal bir ilişki de söz
konusudur ve bu ilişki sevgiyi, şefkati, merhameti, sevecenliği, karşılıklı
güveni, fedakârlığı, teselli ve yardımı doğurur ve devam ettirir. İnsan
tabiatının kendini en iyi şekilde ifadesi bu ilişki ile filizlenir. Erkek ve
kadının ruhsal potansiyeli sadece aile kurumu çerçevesi içinde realize olur ve
aile çevresi ve dış dünyada bu sayede iyilik ve fazilet duygularını yeşertir.
Evlilik arkadaşlığında her eş sürekli artan bazı sorumlulukları yerine getirme
duygusu yaşar. Aileye çocuklar da katılınca sevgi, şefkat ve fedakârlık
değerleri gerçekliğe dönüşür ve sabit kişilik özellikleri haline
gelir.
- Eşlerin sevdiği, güvendiği, cesaret verdiği,
birlikte gülüp beraber geliştiği ve kendisine yalnızca kendisine ait olduğunu
bildiği birinin olmasının getirdiği güven duygusu evliliğin bir diğer
faydasıdır. Evliliğin amacı, eşleri kısıtlamak değil, ikisini bir bütün
yapmaktır. Karşılıklı destek, sevgi ve teşvikle mümkün olan en üst seviyeye
kadar geliştirmektir.
Kur'an-ı Kerim'de evlilik ve aile hakkında:
"İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler
yaratıp; aranızda muhabbet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir.
Bunlarda düşünen milletler için dersler vardır."
buyrulmuştur.
Gerçekten aile toplumun temelidir ve hep var olmaya
devam edecektir.
İŞKOLİK KOCAYA SAHİP VEYA KOCASIZ AİLELER
Karı-koca arasındaki iletişimsizliğin acı sonuçlarını daha çok
kadınlar ve çocuklar çekmektedir.
Günümüzde birçok ailenin erkeği sabah erken evden çıkmakta; gece geç
vakit eve dönmektedir. Çocuklarla görüşmesi, ancak onlar uyurken bakmak tarzında
olabilmektedir. Ailenin babası vardır, ama onlara sadece maddiyat sağlayan
biridir. Sorulduğunda da:
"Ben geç vakitlere kadar, yırtınırcasına onlar için çalışıyorum" diye
savunmaya geçmektedirler. Aileyle diyalogları kopmuş veya zedelenmiştir.
İşyerinde biriyle saatlerce telefonda konuşabilirken, eşiyle ve çocuklarıyla beş
dakika konuşmak, onlara zor gelebilmektedir. Bu durumdaki kocalar ne
yapmalıdırlar? İşte cevabı;
Kandil, bayram günü gibi özel günlerde ve bazen de başka zamanlarda
ona hediye alın. Onu düşündüğünüzü gösterin.
Eve geldiğinizde, önce güler yüzle eşinize selam verin. Günü nasıl
geçirdiğini sorun. Onunla sohbet etmeye çalışın.
Her şeyden önce ana-babalık görevinde birbirinize iltifatlar edin.
Bu, özellikle evde kalan ve çocuğun bakımını üstlenen hanım için çok gereklidir.
Genelde, bazı kesimler ev hanımlarını doğru dürüst bir işe sahip olmayan kişiler
olarak değerlendirir. Bir de eve girince kocasından, "Eee, anlat bakalım. Koca
bir gün ne yaptın?" gibi bir yaklaşım gördüklerinde kederleri artar. Unutmayın
ki çocuk yetiştirmede birinci prensip anne ile babanın birbirlerine sevgi ve
saygı dolu tavır ve davranışlarının olmasıdır.
KISKANÇLIK
İdeal evliliklerin temelinde, dozunda kıskançlık ve eşin sadakatine
güven duygusu bulunur.
Sokolof 'a göre "Kıskançlık, insanın en az bilinen duygusu ve
üzerinde en az konuşulan davranışıdır. Bir muammadır." Decrates ise,
"Kıskançlık, sahip olduklarını koruma isteğinden kaynaklanan bir tür korkudur."
diyor.
Kıskançlığın olmadığı evliliklerde, aile bağları zayıftır. Kadın ve
erkek, "kıskanılarak" bir sahiplerinin bulunduğunu hisseder ve hatırlarlar. 3
yıllık evli bir hanım, kocam ara sıra beni kıskanmasaydı, çok üzülürdüm."
demişti. "Halbuki kıskanması, onun beni hala çekici bulduğunu ve sevdiğini kabul
etmesi anlamına gelir. Laf olsun diye onunla evli olmadığımızı gösterir. Bundan
iyi iltifat olur mu?" diye de eklemişti.
Bazı aşırı kıskanan tipler aslında kendileri eşlerini
aldatmaktadır.bunu bastırma amacıyla eşine yansıtmaktadır. Kendisi yaptığı için
herkesin ihanet edebileceği kanısındadır. Her şeyden anlam çıkarır, tartışır,
kavga eder. Eşi hak ettiği cevabı ona verir, ama yine aldırış etmez. Bazen kaba
kuvvete, dayağa başvurur.
Yaşlılıkta değişik sebeplerle ortaya çıkabilen demans (bunama)
hallerinde de hastalık derecesinde kıskançlık görülebilmektedir.
Alkol ve bağımlılık yapan maddeleri uzun sure kullanan kişilerde de
eşini aşırı ve patolojik derecede kıskanma görülebilir. Üstelik bu kişiler,
eşlerini hiç olmadık kişilerden kıskanırlar.
AİLEDE MUTLULUĞU ENGELLEYEN HALLER
Eşler birbirlerine alayla takılmalar ve soğuk
şakalar yapmak yerine, övgü ve nezakette cömert davranmalı; içten ve samimi
olmalıdır.
Bir erkeğin iş hayatında başarılı olmasının, eşinin ona desteği ile
yakından ilgisi bulunmaktadır. İyi bir aşçı olmasından çok, hanımın hoş ve güzel
davranışlarıyla kocasına güven duygusu verip vermediği önemlidir. "Her başarılı
erkeğin arkasında bir kadın vardır" sözü bu manadadır. Evin hanımı, beyine karşı
memnuniyetini belirtiyorsa erkeğe güven gelir. Erkek, kendince şöyle bir
düşünceye inanacaktır: "Eğer beni beğeniyorsa, gerçekten iyi bir kişiyim."
Kadın, erkeğini takdir ediyor ve ona inanıyorsa, kocanın içi güven
duygusuyla dolup taşar ve önüne hangi mesele çıkarsa çıksın, onunla başa
çıkabileceğini düşünerek evden ayrılır ve dünyaya meydan okumaya hazırlanır.
Ancak adam eve döndüğünde dırdır eden, sürekli şikâyetçi olan ve
azarlayan bir eşle karşılaştığında bütün mücadele hevesi kaybolacaktır. Kadının
eşinden duyduğu devamlı tatminsizlik adamı etkileyecek ve kendinden
şüphelenmeye, güveni azalmaya başlayacaktır. Halbuki eşini yüceltici davranan
kadın ona kendine güven duygusu aşılamakla kalmaz, aynı zamanda onun insanlara
karşı nezaket dolu ve iyi geçimli olmasını sağlar. Daha düşünceli ve anlayışlı
hale gelmesini teşvik etmiş olur.
Alaycılığın bünyesinde her zaman acımasız bir yan bulunur ve diğer
insana kendisini küçülmüş hissettirmeyi hedefler. Hepimiz biliriz ki, insanlar
yakın arkadaşları tarafından bile yapılsa şakalara maruz kalmaktan
hoşlanmamaktadırlar.
Eşler birbirlerinde teşekkür edebilecekleri şeyler aramalıdırlar.
Güzel sözler söylendiğinde, bu onları sizin için daha fazla şey yapmaya
itecektir.
Tabii her zaman övgü yapılmaz. Bazen eleştiri de gerekebilir. Bunun
için de dikkat edilecek önemli noktalar vardır:
Eleştirinin etkili olması isteniyorsa, muhakkak ki eşin egosu hedef
alınmamalıdır ve eleştiri başkalarının yanında yapılmamalı, gizli olmalıdır.
İnsanlar varken yapılan eleştirinin hedefi eşe yardımcı olmak değil, onu
utandırarak kendini tatmin etmektir.
Eleştiriye gönül alıcı bir söz veya komplimandan sonra başlanmalıdır.
Diyelim, hanım yemek yapmış ve tuzunu fazla kaçırmıştır. Yüz ekşitilerek "amma
tuzlu" yerine, "Hanım, yaptığın yemek gerçekten çok güzel ve lezzetli. Ancak
biraz tuzu fazla gibi geldi" demek çok yararlı olacaktır.
Veya erkeğin sinirli oluşunu şöyle söylemekte fayda var: "Bey,
geçmişte daima mükemmeldin. Fakat son zamanlarda seni biraz sinirli görüyorum.
Acaba bana açıklayabilir misin, neden?"
Emretme yerine istemelidir. "Şunu düzeltir misin?" demek, "bunu
tekrar yap, olmamış" demekten daha etkilidir.
Emredildiğinde karşıdakini köle rolüne koymuş ve kendisini onun
efendisi gibi benimsemiş sayılır. Rica edildiğinde ise, karşısındakini işbirliği
yapılan saygıdeğer kişi olarak kabul etmiştir.
Ekonomik ve fiziki durum
Mutlulukla ekonomik gelir seviyesi arasında bağlantı sık tartışılan
konudur. Para rahatlatır, ama mutlu etmez. Çünkü para ve zenginlik tıpkı
sağlıklı olmak gibi çok çabuk alışılan bir durumdur.
Asgari ihtiyaçlar karşılandıkça ortaya çıkan yenilerinin peşine
düşülür ve bu zincirleme sürüp gider. Mutluluk istediğimizi elde etmek değil,
elde ettiğimizde mutlu olabilmeyi öğrenebilmek yeteneğidir.
Yoksa bugün insanlara pompalanan daha fazla para, daha çok cinsellik,
daha çok yiyecek, daha çok içki, daha çok uyuşturucu, daha çok adrenalin, daha
fazla eğlence, daha çok mal istemek insanları doyumsuz ve aksine mutsuz yapar.
Tıpkı sonsuz bir gebelik gibi, meyve verme dönemine hiç ulaşamayız. Sadece para
değil güzel ve zeki olmak da mutlulukla direkt bağlantılı sayılamaz. Elbette
güzel ve zeki olanların hayatta birtakım avantajları vardır ama daha mutlu
kişiler olduğu doğru değildir.
Çelişkili zannedilse de, başına büyük bir felâket veya kaza gelen
insanlar bile mutlu olabilirler. Meselâ felç geçiren bir insanın hayatının geri
kalan kısmını çok mutsuz geçirmesi gerekmez. Böyle bir olaydan bir süre sonra
hastanın acısı, öfkesi ve çökkünlüğü yerini yavaş yavaş mutluluk duygularına
bırakır. Ve onlar da kendilerini diğer insanlardan daha az mutlu hissetmezler.
İnsanlardaki uyum psikolojisi ve kapasitesi bunu sağlayacaktır.
NÜFUS PLANLAMASI
Nüfus planlaması ve doğum kontrolünü savunanlar şu faktörleri ileri
sürmektedirler:
• Nüfus hızla artarsa kişi başına düşen milli gelir fazla olmaz.
Nüfus artmazsa daha çok pay düşer, böylelikle kalkınma hızlanır.
• Fazla nüfusa yeterli iş sahası ülkemizde yoktur. Yeni iş sahaları
açmak için büyük yatırımlar gerekir.
Nüfus planlaması Türkiye için hayati bir zorunluluktur. Çünkü
teknoloji çağında güçlü olmanın da tek yolu vardır: Kalite... Problemli yığınlar
değil, eğitimiyle, işiyle, üretkenliğiyle kaliteli bir toplum... Nitekim 50
milyonluk Fransa, 800 milyonluk Hindistan'dan daha güçlü ve mutludur.
• Nüfus arttıkça, hayatı sürdürmeye gerekli kaynaklar azalır,
işsizlik dev boyutlara tırmanır.
• Aşırı artan nüfusa yeterli su da ülkemizde yoktur. Bir süre sonra
susuzluk sinyalleri gelmeye başlayacaktır.
Karşı olanlar ne diyor?
Nüfus planlaması ve doğum kontrolüne karşı olanlar ise bunlara karşı
şu fikirleri ileri sürmektedirler:
• Kişi başına düşen milli gelir bir ülkenin mutluluk ve refahını
gösteren tek ölçü değildir.
• Nüfus planlaması konusunda Fransa, ABD, Almanya gibi ülkeler samimi
değildir. Çünkü bu ülkeler doğum ve göç gibi vasıtalarla kendi nüfuslarını
arttırmaya çalış-maktadırlar.
• Nüfus artışına uygun iş şartları için yeraltı ve yerüstü
zenginliklerimiz fazlasıyla mevcuttur. Artık bunları işleyecek teknik
imkânlardan da yoksun değiliz.
• Doğum kontrolü için verilen hap ve aletlerin kadın organizması ve
ruhi yapısı için pek çok zararları vardır.
• Nüfus planlamasında amaç doğum hızını azaltmak mı, yoksa yeni
doğacak çocuklara geçim imkânları sağlamak mı olmalıdır? Türkiye tabiatı
hangisine elverişlidir? Unutmayalım ki bugün tüketici denen genç kollar kısa
süre içinde yarın üretici olacaktır. Ayrıca çocuk sayısının fazla olması ana ve
babayı çalışmaya ve tasarrufa teşvik edecek, hatta ailenin moralini
yükseltecektir. Demek ki bazı ülkeler için nüfus artışı ekonomik yönden olumsuz
değil, belki de olumlu bir etkendir. Bu bakımdan nüfus planlaması konusunda
bizim daha çok, pek çok düşünmemiz gerekir. Bugün gelişmişliği ve refahı, bir
toplumda fert başına düşen gelirin artmasıyla tanımlamak meyli çoktan iflâs
etmiştir.
Nüfus planlaması ve doğum kontrolünü savunanlar anladığımız kadarıyla
bilimsel gerçeklerden ziyade dış ülkelerin empoze ettikleri bir takım fikirlere
dayanmaktadırlar. Meselâ bugün Fransa ve Almanya nüfusu arttırıcı tedbirler
almakta, nüfustaki yaşlıların oranının bir hayli artması ve genç nüfusun, hatta
genel nüfusun gittikçe azalması yöneticileri paniğe düşürmektedir.
Sonra ailede çocuk sayısının tek olması, aile ve çocuk için ciddi
problemlere yol açabilmektedir. Çocuksuz ailelerin ise, mutluluk yönünden
oldukça sıkıntılı olduğu bilinmektedir.
Çeşitli ruhiyatçıların araştırmalarına göre, ailede 3 veya 4 çocuk
olması halinde, çocuğun ruhî gelişmesi için en uygun ortam sağlanmış
olabilmektedir.
Ayrıca, çocuk sayısı fazla olan aileler daha üretken olmakta ve gerek
çocukları için gerekse ülke ekonomisi için daha çok fayda sağlanmaktadır. Bu
yüzden, nüfusun artması zaten milli gelirde de artış yapmakta, kişi başına düşen
pay eksilmemektedir.
Son bir nokta da bugün uygulanan nüfus planlamasının, ülkemizde
dengesizliğe yol açtığıdır. Gelişmemiş, fakir yörelerde ve köylerde aileler
fazla çocuk yapmakta, buna karşılık kabiliyetli, iyi yetişmiş ve maddi durumları
düzgün insanlar ise az çocukla yetinmektedir. Bu da yüksek kabiliyetli
insanların yetişme yolunu kesmektedir.
Çocuk yetiştirmeye şartları uygun olan varlıklı insanlar ülkemizi bu
imkândan mahrum etmemelidirler. Muhakkak ki az çocuk sahibi olmak önyargısından
sıyrılarak, yetiştirebilecekleri kadar sayıda çocuk sahibi olmalıdırlar.
AİLEDE OTORİTE KİMDE OLMALI ?
Otoritenin kimde olduğunun bilinmediği ailede yetişen çocuklar, tam
sorumluluk yüklenemiyorlar.
Aile içi ilişkiler konusundaki tartışmalardan biri de ailede reisin
kim olacağıdır. Veya ailede otoritenin gerekli olup olmadığı konusudur.
Farklı vücut ve ruh yapılarıyla kadın ve erkek evlilikte bir bütünlük
oluştururlar. Bu farklılıkların görev bölünmesinde göz önüne alınması tabidir.
Araştırmacı Pitts 'e göre; otoritenin kimde olduğunun bilinmesi
gerekir ve otorite aile refahını sağlayan kişiye verilmelidir.
Yıllardır ideal aile tipi olarak gösterilen anne-baba otoritesinde
eşitlik demek olan demokratik aile yapısı için, tanınmış Amerikalı psikolog
Bronfenbrenner çeşitli araştırmalar yapmıştır. Araştırma sonuçlarına göre,
ailede disiplin veren kişi baba ise, erkek çocuklar iyi ve sorumlu
yetişmektedir. En bağımlı (serbest hareket edemeyen. ebeveynine çok sık muhtaç
olan) ve üstelik kendisine en az güvenilebilen gençler, ailelerinde anne ve
babaları eşit otoriteye sahip olanlardır. Bu gençlerin ailelerinde anne veya
babanın egemenliği söz konusu değildir. Böyle aileler, girişim duyguları eksik,
kararları için başkasından destek bekleyen gençlerin yetişmesine zemin
hazırlamaktadır. Kısaca Bronfenbrenner 'e göre demokratik ailede yetişen gençler
sorumluluklarını yeterince yüklenememektedirler.
Kutsal kitabımızı ve binlerce yıllık tarihi geçmiş toplumlardaki
aileleri göz önüne alırsak ailenin başkanlığını erkeğin, kocanın, babanın
yapması gerekliliği ağır basar.
Tabii babanın aile reisi olması demek aileyi etkileyen kararlar
alırken annenin (reis yardımcısı) hiçbir fîkir beyan edemeyeceği anlamına
gelmez. Anne, ailenin bir birim olarak çalışmasında çok önemli bir rol oynar.
Yazar Helen Andel erkek liderlerin psikolojik yapılarının uygunluğuna
dikkati çekmektedir. Erkekler daha girişken, daha faal daha kararlı ve daha
baskın oldukları için liderliğe daha yatkındırlar.
İdeal aile tipi demek olan sağlıklı ailede baba otoriter roldedir.
Yani dışa karşı aileyi savunan, düzeni sağlayan, aile birliğini elinde tutan,
gelir sağlayan kişidir. Her şeyden önce eşi ve çocukları için güven kaynağıdır.
Çocuklar, babayı anneye göre daha güçlü, daha bilen, daha çok saygı uyandıran
kişi olarak bilirler.
Anne ise çocuğun yanındadır. Şefkat doludur. İlgi ve sevgisini bebeğe
tutarlı ve dengeli şekilde verebilir. Babanın yardımcısı, besleyen, büyüten,
evde sıcaklık ve sevgi sağlayan kişidir.
Aile ortamı sıcaktır ve muhabbet doludur. Böyle ailede büyüyen çocuk
sevmeyi öğrenir.
Anne otoriter rolde ise
Günümüzde kadın statüsü gittikçe değişmekte, daha çok aktif olmakta,
çalışmaya yönelmekte ve adeta erkeksi rollere bürünmektedir. Böylece evde
kadının hakim olduğu "anne tipi aile" ler gittikçe artmaktadır.
İlk bir yılında, annenin çocuğa karşı ilgi ve bakımı, desteği uygun
doyum sağlayabilecek seviyede ise çocuk gelecek gelişim basamaklarını kolay
aşar. Anne otoriter, erkek rolü üstlenmişse çocuğa yeterli duygusal doyumu
sağlayamaz. Çocuk sevgi açlığı çeker. Bu eksikliğin etkileri hayatı boyunca
sürer.
Cinsel kimlik 3-6 yaşlarında kız çocuklarının anneyi, erkek
çocuklarının babayı benimsemesi ile gelişir. Babanın uygun erkek örneği olmadığı
durumlarda erkek çocuğun bocalaması kaçınılmaz olur. Annenin kadınsı özellikler
göstermeyişi de, kız çocuk için benzer bir güçlük doğurur. Erkek ve kadın
kişiliklerinin ters yüz olup, yer değiştirdiği ailelerde, bütün çocukların
kimlikleri etkilenecektir. Böyle ailelerin çocuklarında cinsel uyum
bozukluklarının sık ortaya çıkması bu yüzdendir.
EVLİLİKTE SADAKAT
Evlilikte kaçamak yapanlar çok şeylerini kaybedebilirler: En başta
eşini çocuklarını kendine saygısını saygınlığını belki işini ve kariyerini hatta
hayatlarını...
Evlilikte mutlu olmak için en önde gelen unsur, güven ve sadakattir.
Eşi aldatma öyle çıkmaz bir yoldur ki boşanmanın başta gelen sebebi ve
gerekçesidir. Buna rağmen Batı ülkelerinde sık rastlanır. Maalesef ülkemizde de
gerek medyanın ve özellikle televizyondaki pembe dizilerin etkisiyle, gerekse
ailelerdeki çözülme yüzünden daha sık rastlanmaktadır.
Sadakatsizlik, yapanı ve eşini olduğu kadar belki başka bir eşi veya
çifti de olumsuz etkiler. Çocuklar perişan olabilir. Menfi tesiri anne baba ile
akrabalara bile yayılabilir.
Esas zararı ise yapan görür. İş verimi düşer, huzuru kalmaz.
Hovardalık eden taraf dürüstlüğünü kaybeder ve içten içe kendisinin yalancı,
sözüne güvenilmez ve vicdansız olduğunu düşünmeye başlar. İlişkisi sürekli
olursa insafsız ve vicdansızın biri olup çıkar.
Kaçamak yapanlar çok şeyi kaybedebilirler. En başta eşini,
çocuklarını, yuvasını, huzurunu, kendine saygısını, saygınlığını, belki işini ve
kariyerini, hatta hayatlarını... Birkaç dakikalık bir zevk için her şeyi riske
atmışlardır.
Niçin aldatma?
Çıkmaz yol olmasına rağmen insanlar niçin eşlerini aldatırlar? Cevabı
kısa hazlar yaşamak içindir. Haz, mutluluktan farklıdır. Haz geçicidir, mutluluk
ise uzun sürelidir. Hazzın içinde nefsilik vardır. Psikiyatrik tabirle altego
ile hissedilir. Mutlulukta ise devamlı bir memnuniyet hali, hoşnutluk duygusu
bütün benliğe hakimdir. Mutluluk, daha derinden yaşanır ve kalıcı bir duygudur.
Mutlu kişi huzurludur, kendisiyle barışıktır.
Kimle aldatır?
Yapılan istatistikler aldatan kişinin çoğunlukla yakın çalışma
çevresinden biriyle eşini aldattığını göstermektedir.
Suçlu kim?
Evliliğin sorumluluğu iki tarafça paylaşılır. Bu yüzden suçu tek
tarafa yıkmak doğru olmaz. Karşılıklı sevgisizlik, ihmal ve vakit ayırmamak gibi
birçok faktör işe karışır.
Kocasını aldatan birçok kadının derdini, ızdırabını dinledim. Gördüm
ki genellikle ruhen ve hissen doyumsuz kadınlardır. Fiziksel, duygusal ve ruhsal
açıdan tatmin olan bir hanım eşini aldatmaz. Hatta böyle bir ihaneti içinden
bile geçirmez. Eşini de mutlu eder, ona doyum sağlar.
Ne yapılmalı?
• Evlilik, kadın ve erkek iki ferdin bütünlüğünden oluşur. Bu
bütünlük her yönü kapsar. Bu yüzden sevgi iletişimini iyi kurmak gerekir. Karşı
tarafla ilgilenmeli, problemlerine ortak olmalı, onu mutlu etmeye çalışmalıdır.
• İşyerinde makyajlı, parfümlü, güler yüzlü kadınlarla çalışan
erkeklerin hanımları güler yüz ve yakınlığı eşlerine göstermeli ve onlara
kapılmasının önüne geçmelidirler. Akşam eve geldiklerinde güler yüzle, özenle
giyinmiş olarak onu karşılayan karısını görünce erkeğin içi mutlulukla dolacak,
her gün bir an önce eve gelmek için can atacaktır.
• Erkeğin hanımına vakit ayırması şarttır. Eve elden geldiğince erken
gelmeli, hafta sonlarını mutlaka eşiyle geçirmeye gayret etmelidir.
• Eşler bilmelidirler ki başkasında cazip gibi görünen özellikler,
kendi eşlerinde de vardır. Hatta eşinin birçok üstünlükleri de mevcuttur. Yeter
ki arada iyi iletişim kurulsun, karşılıklı sevgi ve saygı muhafaza edilsin.
Yine karı ve koca, eşlerini başkalarıyla kıyas etmemelidirler. Çünkü
her şeyin özelliği farklıdır. Kendi eşlerinin üstün ve güzel yanlarını görüp,
bununla mutlu olmaya ve ailelerini mutlu etmeye çalışmalıdırlar.
AİLEDE ŞİDDET
Eşler arası geçimsizliklerde "şiddet" önemli bir rol oynar. Erkeğin
otoritesini kuramadığı zaman en sık başvurduğu silâh dayaktır. Toplumumuzda
dayakla ilgili çok yanlış tutum ve kabullenmeler var.
Kimi erkekler, dayağın hakimiyet kurmada etkili bir araç olduğuna
inanır. Dayağa iki durumda başvurulur:
Birisinde, kadının gerçekten kusuru vardır. Yerine getirmesi şart
olan bir görevi ihmal etmiş veya kabul edilemez bir hata işlemiştir.
İkincisinde, erkek haklı olduğu bir nokta olmadığı halde sırf bir
tartışmadan, öfkesinden ve duygusal davranışından dolayı eşini
dövmüştür.
Biz her iki durumda da dayağın çözüm olmadığını, hem ondan çok daha
etkili usullerin olduğunu, hem de dayağın çok olumsuz sonuçlar doğurduğunu
söylüyoruz.
Kimi erkekler dayakla otorite kurar ve sürdürürler. Bazen de dayak
ters teper, otoriteyi kırar. Kimi durumlarda ise, dayak etkili olur; ancak erkek
sevgiyle değil, hep korkuyla ve nefretle hatırlanır. Kadın, erkeğini
kızdırmamak, ağır hakarete uğramamak veya dayak yememek için istemeyerek saygı
gösterir. "Ne yapayım, bu benim kaderim. Hem boşanıp da ne yapacağım? Beni kim
alır? Bu kadar çocuktan sonra zaten bir yere gidemem. Onların hatırı için
katlanmaya mecburum" diye düşünür.
Dayak konusunda her iki tarafın da büyük sorumlulukları var. Ama
genelde ve öncelikle erkekler sorumlu. Allah'ın en değerli nimetlerinden birisi,
kendilerine emanet edilen erkekler! Her şeyden önce şefkati sonsuz olan
Rabbimiz, "şefkat kahramanı" olan kadınları sizlere emanet etmiş. Emanete
hıyanet etmeyiniz. Emin ve güvenilir olunuz. Siz eşinizi her türlü kötülükten
korumakla görevlisiniz. Başkasının zararlarına karşı göğsünüzü siper etmeniz
gerekirken, nasıl olur da asıl zararı veren siz olursunuz? Birisi eşinize kötü
söz söylese veya vursa, canınızı ortaya koyarcasına savaşmaz mısınız? Başkasına
yasak olan bir şey nasıl olur da size serbest olabilir?
Amerikalıların üçte birinden fazlası, bir erkeği, hanımına veya bir
kadın arkadaşına vururken gördüğünü söylemektedir. Bu sonuç ailede şiddet
araştırması neticesinde anlaşılmıştır. 1000 kişi üzerinde yapılan anketten, aile
içi şiddetle ilgili aşağıdaki neticeler çıkmıştır:
• Yüzde 19'u hırsızlığa veya aile fertlerinin hırsızlıktan dolayı
birbirlerine hücum ettiklerine şahit olmuşlardır. Yüzde 34'ü de bir erkeğin bir
kadını dövdüğünü görmüştür.
• Kadınların yüzde 14'ü kocası veya bir erkek arkadaşı tarafından
dövüldüğünü itiraf etmiştir.
• Yüzde 88'i inanıyor ki: Bazı kişilerin dayak ve zorbalığı, çocukken
evde yedikleri dayaktan veya evdeki dayak, saldırı gibi şiddet hareketlerine
şahid olmaktan kaynaklanmaktadır.
• New Hampshire Üniversitesi'nden Sosyolog M. Straus başkanlığında
1975 ve 1985 yıllarında da bir araştırma yapılmıştı. Son araştırma neticeleri,
eski neticelerle aynı mahiyeti taşımaktadır. Straus şöyle diyor: "Aile içindeki
dayak, zorbalık gibi şiddet hareketleri, araştırmaların gösterdiğinden daha
yaygındır ve anket neticelerinin iki mislidir." Yani çiftlerin yaklaşık yüzde
68'i, senede en az bir kere şiddetli kavga ediyor, erkek kadına dayak atıyor.
Evlilik aşkın şiddetlenmesidir, bitişi değil!
Hem dayakla sevgi bağdaşmaz. Evlilik öncesini
veya evlilikteki ilk günlerinizi hatırlayın. Nasıl toz pembe ve mutlu bir
evlilik düşlüyordunuz? Eşinizi nasıl sevdiğinizi söylüyordunuz? Onsuz dünya boş
ve anlamsız gelmiyor muydu size? Peki değişen ne ki, onu üzüyor, acı veriyor,
ağlatıyorsunuz? Yoksa siz de mi, "Evlilik, sevgi ve aşkın bitişidir" safsatasına
inanıyorsunuz? Hayır! Yanılıyorsunuz. Evlilik, sevginin ileri bir aşaması, aşkın
şiddetlenmesidir. Düşünün! Eşinizde ne kadar güzel huylar, meziyetler, hünerler
var. Olumlu hareket onun başarısını, size karşı olan güvenini ve sevgisini
arttırır; dayak ve hakaret meziyetlerini öldürür, şevkini kırar. "Beni sopalayan
bir erkek için mi bunca sıkıntıya katlanıyorum" diye düşünür.
Dayak, şefkatle de bağdaşmaz. Kadın bazı
bakımlardan zayıf ve erkeğin desteğine muhtaç bir şekilde yaratılmıştır. Ona
şefkat etmelisiniz. Zaten yüreğiniz ona karşı şefkat ve merhamet hisleriyle
doludur. Birkaç gün hasta olsa ne kadar üzülürsünüz. Acele doktora veya
hastaneye yetiştirmek zorunda olduğunuz bir hadise yaşamış olabilirsiniz. O
andaki duygularınızı düşünün. Belki kaç kez hiç üzmemeye ve hiç kırmamaya yemin
etmiştiniz. Peki, bunca şefkat ettiğiniz bir varlığı, kendi elinizle incitmek,
hele Rabbimizin birliğinin en güzel delili olan yüzüne vurmak, içinizdeki
sımsıcak duygularla bağdaşır mı? Onun içli ağlayışı, titrek ve ürkek bakışları,
üzerini ıslatan gözyaşları, çaresizliği, kimsesizliği yüreğinizi paralamıyor mu?
Hem dayak sizi yanlış tanıtır. Sizi, sevilen,
aranan, varlığıyla mutlu olunan bir erkek değil, korkulan, ürkülen ve eve
gelmesi bile istenmeyen bir erkek durumuna düşürür. Belki çok güzel huylarınız,
çok üstün meziyetlerimiz vardır. Ama dayak atmanız sizin bu güzelliklerinizi
perdeler, sizi yanlış tanıtır.
Dayak yerine, onu anlamaya çalışın. Bazı
hatalarına sebep olan eksiklik ve aksaklıklar varsa onları tespit edip düzeltin.
Konuşarak, teşvik ederek, ödüllendirerek onu ikna edin.
Temel haklarından mahrum etmeyin. Ama bazen
fazladan vermeyi düşündüğünüz bir imkânı koz olarak kullanabilirsiniz. Nasıl
ödül vermek bir yolsa, ondan mahrum etmek de bir usuldür. Söz gelişi, "Böyle
olursa ben de gezi programını iptal ederim veya almayı düşündüğüm şu eşyayı
almam" diyebilirsiniz.
Çünkü bazı olumlu davranışlar kadınlar tarafından
istismar edilebiliyor. Kimi kadınlar, "Nasıl olsa bir şey yapmaz" diye
sorumsuz davranabiliyorlar. Bu durumlarda zaman zaman surat asmak,
memnuniyetsizliği belirtmek gerekebilir. Fakat şiddetin hiçbir zaman çözüm
olmayacağı akıldan çıkarılmamalıdır.
Hanımlar! Eğer sonuç almak istiyorsanız, acı
söz, hakaret, tartışma ve eşinizi incitmekle bir yere varamazsınız. Tatlı dilli
olun. Tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkardığına göre, eşiniz yılandan da mı
kötü? Önce siz eşinize göstereceğiniz sevgi, saygı ile gönlünü fethedin. Onun
isteklerini yerine getirerek kozlarını elinden alın. Siz gereken tavrı
sergilerseniz, o hangi bahaneyle size zarar verecektir? Zaten siz onun istediği
gibi davranırsanız, o da sizin isteklerinizi yerine getirecektir.
Erkekler! Siz de dayaktan medet ummayın.
İsteklerinizi, zor ve baskıyla değil, tatlılıkla ve güzellikle yaptırın. Sevin,
sevilin. Övün, takdir edin.
İşte o zaman aileniz gerçek bir cennete dönecektir.
KADININ KOCA ÜZERİNDEKİ HAKKI
3276 - Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Kadınlara hayırhah olun, zira kadın bir eyeği kemiğinden
yaratılmıştır. Eyeği kemiğinin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya
kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan eğri halde kalır. Öyleyse kadınlara
hayarhah olun."
Buhari, Nikah
79, Enbiya 1, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Rada 65, (1468); Tirmizi, Talak 12,
(1188).
3277 - Amr
İbnu'I-Ahvas (radıyalİahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kadınlara karşı hayırhah olun. Çünkü onlar sizin yanınızda
esirler gibidirler. Onlara iyi davranmaktan başka bir hakkınız yok, yeter ki
onlar açık bir çirkinlik işlemesinler. Eğer işlerlerse yatakta yalnız bırakın ve
şiddetli olmayacak şekilde dövün. Size itaat ederlerse haklarında aşırı gitmeye
bahane aramayın. Bilesiniz, kadınlarınız üzerinde hakkınız var, kadınlarınızın
da sizin üzerinizde hakkı var. Onlar üzerindeki hakkınız, yatağınızı
istemediklerinize çiğnetmemeleridir. İstemediklerinizi evlerinize almamalarıdır.
Bilesiniz onların sizin üzerinizdeki hakları, onlara giyecek ve yiyeceklerinde
iyi davranmanızdır.''
Tirmizi,
Tefsir Tevbe, (3087).
3278 - Hakim
İbnu Mu'âviye babası Mu'âviye (radıyallahu anh)'den anlatıyor: "Ey Allah'ın
Resülü! dedim, bizden her biri üzerinde, zevcesinin hakkı nedir?''
"Kendin
yiyince ona da yedirmen, giydiğin zaman ona da giydirmen, yüzüne vurmaman,
takbîh etmemen, evin içi hariç onu terk etmemen."
(Ebu Dâvud,
Nikâh 42, (2142, 2143, 2144)
ERKEĞİN HANIMI ÜZERİNDEKİ HAKLARI
3267 - Hz.
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam
buyurdular ki: "Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek
olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim."
Tirmizi, Rada'
10, (1159).
3268 - Ümmü
Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse,
cennete girer.''
Tirmizi, Radâ
10, (1161).
3269 - Ebu
Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Nefsim kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, bir
erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan
râzı oluncaya kadar semada olan (melekler) ona gadab ederler.''
3270 - Bir
başka rivâyette şöyle denmiştir: "Erkek, kadınını yatağına çağırır, kadın da
gelmeye yanaşmaz, erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa, melekler sabaha kadar -bir
rivayette yatağa gelinceye kadar- kadına lânet okurlar.''
3271 - Bir
başka rivâyette: "Kadın küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlarsa,
melekler onu lânetler" denmiştir.
Buhari, Nikâh
85, Bed'ü'l-Halk 6; Müslim, Nikâh 120 - 122 (1436); Ebu Dâvud, Nikâh 41,
(2141).
3272 - Yine
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü. dendi, hangi kadın
daha hayırlıdır?''
"Kocası
bakınca onu sürura garkeden, emredince itaat eden nefis ve malında, kocasının
hoşuna gitmeyen şeyle ona muhalefet etmeyen kadın!" diye cevap verdi."
Nesâi, Nikâh
14 (6,68).
3273 - Hz.
Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz."
Ebu Davud,
Nikah 43, (2147).
3274 - Ebu
Sa'id (radıyallahu anh) anlatıyor: "Safvân İbnu Muattâl (radıyallahu anh)'ın
hanımı, yanında Safvân da bulunduğu bir anda Resulullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a gelerek:
"Ey Allah'ın
Resülü, namaz kıldığım zaman kocam beni dövüyor, oruç tuttuğum zaman da orucumu
bozduruyor, güneş doğuncaya kadar da sabah namazı kılmıyor!'' dedi. Resulullah
(aleyhissalâtu vesselâm), hanımının bu söyledikleri hakkında Safvân'a sordu.
Safvân:
"Ey Allah'ın
Resülü! "Namaz kıldığım zaman dövüyor '' sözüne gelince,
o zaman (bir
rekatte uzun) iki sûre okuyor. Halbuki ben bunu yasakladım'' dedi. Resulullah
kadına:
"İnsanlara tek
surenin okunması yeterlidir '' buyurdu. Safvân devam etti:
"Oruç tuttuğum
zaman bozduruyor '' sözüne gelince, "Hanımım oruç tutup duruyor. Ben gencim, hep
sabredemiyorum." dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Bir kadın
kocasının izni olmadan (nafile) oruç tutamaz!'' buyurdular.
Safvân
devamla:
"Güneş
doğuncaya kadar sabah namazı kılmadığım sözüne gelince, biz (gece çalışan) bir
âileyiz, bunu herkes biliyor. (Sabaha yakın yatınca) güneş doğuncaya kadar
uyanamıyoruz'' diye açıklama yaptı. Aleyhissalatu vesselam:
"Ey Safvân,
uyanınca namazını kıl!" buyurdular."
Ebu Dâvud,
Savm 74, (2459).
3275 - Ebu'I -
Verd İbnu Sümâme anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallahu anh) İbnu Ağyed'e dedi ki:
"Sana kendimden ve Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın kızı Fâtıma
(radıyallahu anhâ)'dan -ki o, babasına, ailesinin en sevgili olanı idi-
bahsedeyim mi?''
"Evet,
bahsedin!'' dedim. Bunun üzerine:
"Fâtıma
radıyallahu anhâ değirmen çevirirdi; elinde yaralar meydana gelirdi. Kırba ile
su taşırdı. Bu da boynunda yaralar açtı. Evi süpürüyordu. Üstü başı toz-toprak
oldu. (Bu sıralarda) Rasûlüllah'a bir kısım köleler getirilmişti.. Fâtıma 'ya:
"Babana kadar
gidip bir köle istesen!" dedim. Gitti. Aleyhisselâtu vesselâm'ın yanında
bazılarının konuşmakta olduklarını gördü ve geri döndü. Ertesi gün Resulullah
Fâtıma'ya gelerek:
"Kızım
ihtiyacın ne idi?" diye sordu. Fâtıma süküt edip cevap vermedi. Ben araya girip:
"Ben anlatayım
Ey Allah'ın Resülü!'' dedim ve açıkladım: "Fatıma'nın değirmen kullanmaktan
elleri yara oldu, kırba ile su taşımaktan da omuzları incindi. Köleler gelince
ben kendisine, size uğramasını, sizden bir hizmetçi istemesini ve böylece biraz
rahata kavuşmasını söyledim. Bu açıklamam üzerine Resulullah:
"Ey Fatıma,
Allah'tan kork, Allah'a olan farzlarını eda et, aileyin işlerini yap. Yatağına
girince otuzüç kere sübhanallah, otuzüç kere elhamdülillah, otuzüç kere
Allahuekber de. Böylece hepsi yüz yapar. Bu senin için hizmetçiden daha
hayırlıdır.." buyurdular. Fatıma (radıyallahu anha):
"Allah'dan ve
Allah'ın Resulünden razıyım" dedi. Resulullah ona hizmetçi vermedi."
Buhari,
Fedailul Ashab 9, Humus 6, Nafakat 6, 7, Da'avat 11; Müslim, 80, (2727);
Tirmizi, Da'avat 24, (3405); Ebu Davud, Harac 20, (2988, 2989), Edeb 109, (5062,
5063).
6529 - Hz.
Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular
ki: "Eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emretseydim, kadına,
kocasına secde etmesini emrederdim ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan
siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımayı emretseydi,
uygun olan, kadının bu emri yerine getirmesidir."
6530 -
Abdullah İbnu Ebi Evfa radıyallahu anh anlatıyor: "Hz. Muaz Şam'dan dönünce
Resulullah aleyhissalatu vesselam'a secde etmişti. Aleyhissalatu vesselam
hayretle : "Ey Muaz! Bu da ne?" dedi. O açıkladı: "Şam'a gitmiştim, onların
reislerine ve patriklerine secde ettiklerine rastladım. İçimden, aynı şeyi size
yapmak arzusu geçti." Aleyhissalatu vesselam, bunun üzerine: "Bunu yapmayın!
Zira, şayet ben, bir kimseye, Allah'tan başkasına secde etmeyi emretseydim,
kadına kocasına secde etmesini emrederdim. Muhammed'in nefsi elinde olan Zat-ı
Zülcelal'e yemin ederim ki, bir kadın, kocasının hakkını eda etmedikçe Rabbinin
hakkını da eda edemez. Kadın (deve sırtındaki) semere binmiş iken kocası nefsini
talep edecek olsa, kadın bu isteğe mani olamaz."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder