REKLAM

14.06.2021

VERİMLİ ÇALIŞMA NEDİR?

 

VERİMLİ ÇALIŞMA NEDİR?

Çalışmanın verimli olması sizin masa başında geçirdiğiniz sürenin uzunluğu değil o çalışmanın sizin için ne kadar etkili olduğuna bağlıdır. Verimli çalışma amaç doğrultusunda zamanı planlı ve programlı kullanmaktır. Bunun için de okul, dershane, arkadaşlık, spor, yemek, uyku vb. etkinliklerin dışında kalan zaman ders çalışmak için ayrılır ve belli bir plan ve programa bağlanır.

Verimli ders çalışma sadece ders çalışmak için zaman ayırarak diğer etkinlikleri göz ardı etmek değildir. Aksine belli bir plan ve program dahilinde çalışmanız, size hem ders çalışmanız hem de diğer etkinlikleriniz için zaman ayırdığından hayattan daha çok zevk almaya yardımcı olur

 

DOĞRU ÇALIŞMA ALIŞKANLIKLARI

Amacınızı Belirleyin

Önce Ne İstediğinizi Belirleyin

Amacınızı Belirlemede Kendinize Şunları Sorun?

Hangi mesleği yapıyor olmak istersiniz? Nasıl bir yaşam tarzı size uygundur? Nerede ve Ne Yapıyor olmak sizi mutlu eder?


YANLIŞ ÇALIŞMA DAVRANIŞLARI


Yatarak-Uzanarak Çalışma: Yatarak veya uzanarak bir materyali okumaya başladıktan bir süre sonra gevşemeye başlarsınız ve dikkatiniz dağılır. Bu şekilde gazete, roman, dergi okunabilir. Ancak öğrenme kompleks bir olaydır ve yalnızca okumak öğrenme için yeterli değildir.

Gürültülü Ortamda Çalışma: Öğrenmenin en önemli koşulu dikkattir. Bu tür ortamlarda ise dikkati derse yoğunlaştırmak çok güçtür. Ders çalışmak için gerekli olan dikkatin müzikle bölüşüldüğü durumlarda, ders çalışmak için ayrılan zamandan yeterince yararlanmak mümkün olmamaktadır.

Telefon Konuşmaları: Ders çalışırken telefon görüşmesi yapmak için derse ara vermeyin. Bu tüm dikkatinizi ve motivasyonunuzu bozacağı için zararlıdır. Arkadaşlarınıza da sizi aramalarını istediğiniz saatleri söyleyin. Ders çalıştığınız saatlerde yalnızca ders çalışın.

Televizyon-Radyo: Televizyon ve radyoda izlemenizin ve dinlemenizin yararlı olduğuna inandığınız programlar ile mutlaka izlemek istediğiniz programlara  hazırladığınız programlarda mutlaka  yer veriniz. Bunların yanı sıra hiçbir özelliği olmayan, sıradan olan ve benzerlerini yüzlerce kez izlediğiniz veya dinlediğiniz programlara yer vermeyiniz.

Dağınık Ortamda Çalışma:Çalışma odanızın havadar, masanızın temiz ve düzenli olması çalışma veriminizi yükseltecektir.Çalışma masanızın üzerini çalışmaya başlamadan önce toparlar ve sadece çalışacağınız ders ile ilgili materyali bırakırsanız çalışma sırasında dikkatiniz dağılmaz. Yalnızca dersle ilgilenebilirsiniz.


 

 

ÇİFTÇİ MEHMET´in HİKAYESİ

Çiftçi Mehmet karısına ertesi gün tarlayı süreceğini söyler. Sabah olunca traktörün yanına gider, fakat yakıtın bittiğini görür. Mazot almak için sundurmaya yürür. Yolda tavuklara rastlar. Yem atılmadığını anlar ve biraz mısır almak üzere ambara girer. Ambarda yerde duran bazı çuvallar görür. Çuvallar kendisine patatesleri hatırlatır. Patateslerin olduğu yere doğru yürürken yolun üzerinde bir kenara yığılmış odunları fark eder. Evde oduna ihtiyaç olduğunu düşünür. Yığından birkaç parça odunu kucağına alır. Tam dışarı çıkarken topallayan bir kuzuya rastlar. Odunları yere bırakır. Kuzuyu yakalamaya çalışır. Bu arada karısı pencereden seslenir ve kümesten yumurtaları almasını söyler. Kuzunun peşini bırakır kümese gider. Kümesin kapısının çok eskidiğini görür. Gelmişken kapıyı onarayım der. Fakat yanında hiçbir alet yoktur. Aletlerini almak için eve doğru yürürken.......

 

Çiftçi Mehmet böylece yapması gereken ilk işi unutmuş, başladığı her işi yarım bırakmış ve sonuçta hiçbir işi bitirememiştir. Bazen biz de Çiftçi Mehmet kadar olmasa da bir işi bitirmeden diğerine geçer, işten işe koşarız. Günümüz koşuşturmakla geçer. Çok çalıştığımızı düşünür ve yoruluruz. Oysa şöyle geriye dönüp bakarsak boşuna yorulduğumuzu görür ve üzülürüz. Çalışmak veya çok çalışmak yerine planlı çalışmak hem daha az yorulmamızı sağlar, hem de bizi başarıya götürür. Başarı ise işteki huzur ve mutluğun kaynağıdır.

 

 

 


 

 

 

Tembelliğin İlkeleri


 

Ihlamur ağacı


 

deve ile fare İnsan kendini Bilmeli


 

CA'FER-I SÂDIK (83-148/700-769)

 CA'FER-I SÂDIK (83-148/700-769)

 

      

      Imamiyye mezhebinin kabul ettigi oniki imamın altıncısı. Künyesi Câ'fer

      es-Sâdik Muhammed Bâkir b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib'tir. Babası,

      Muhammed Bâkir'in yerine imamete geçmistir. Oniki imamin altincisidir. Hz.

      Hüseyin'in sehit edilmesinden sonra Peygamber çocuklari siyasetle

      ugrasmamislar; kendilerini ilme vermislerdir. Bu evde yetisen Câ'fer de

      kendini ilme verdi; fikih, hadis, ve öteki ser'î ilimler yaninda kimya ve

      diger ilimleri de tahsil etti. Talebesi Tarsuslu ibn Hayyan'in, Câfer'in

      besyüz risalesini toplayarak bin yaprak tutan bir kitap yazdigi rivayet

      edilir. (ibn Hallikân, Vefeyâtü'l-A yân, Misir 1948, I, 291).

      Câbir ibn Hayyan, Câ'fer-i Sâdik'tan çok yararlanmis, ondan itikad ve iman

      usulünü ögrenmis bunun yaninda maddî varliklarin tabiati ve özelliklerine

      ve bunlarin birbirine karistirilmasina (eczacilik-simya) dair bilgiler de

      almistir. Câbir'in Câ'fer'den ilim ögrenmek için belirli bir saati vardi.

      O saatte, imamin yanina ondan baskasi giremezdi. Risalelerinin büyük

      kismini hocasi Câ'fer'in adina yazmistir (Muhammed Ebu Zehra, el-imamü's

      Sâdik, 77).

      Ebû Hanife, imam Mâlik ve Süfyân-i Sevrî gibi büyük bilginler Câ'feri

      Sâdik'tan ilim ögrenmis ve hadis rivayet etmislerdir. Câ'fer-i Sâdik fazla

      konusmazdi. Süfyan-i Sevrî, Câ'fer'i ziyarete gitmis; uzun süre sustugunu

      görünce konusmasini rica etmis; bunun üzerine Câ'fer söyle demistir:

      "Allah'in nimetine sükret; sükür, nimetin artmasina vesîle olur. Nimet

      verildigi zaman da istigfara devam et. Devletin zulmüne karsi da Lâ havle

      velâ kuvvete illâ billah de."

      Ebû Hanife de, Hicaz'a gidip, iki yil Câ'fer'in yaninda kalmis, ondan çok

      seyler ögrenmis ve bu iki yil için "Eger iki yil olmasaydi Nûman

      mahvolurdu" demistir (Ebû Zehra, a.g.e., s. 37-39).

      imam Câ'fer'in ilmi önce kesbî olarak baslamis, sonra vehbî ilimle

      desteklenmis, ilhâma mazhar olmustur. Bu yüzden imâmiye mezhebi

      mensuplari, imamlarin ve bu arada Câ'fer-i Sâdik'in hatadan sâlim oldugu

      inancindadir. Her biri yildizlar gibi olan ashab-i kiram'in bile görüs ve

      ictihadlarinda zaman zaman hata ettikleri olmustur. Sahabeden sonra gelen

      imamlarin ilham disindaki sözlerinde yanilmasi mümkündür. Câfer-i Sâdik da

      insandir, masum degildir. Çünkü ismet (masumluk) sifati yalniz

      peygamberlere mahsustur.

      Câ'fer-i Sâdik, ahlâk, fazilet ve takvada ileri idi. imam Mâlik onun

      hakkinda söyle der: "O, üç halde bulunurdu: Ya namaz kilar, ya oruç tutar,

      veya Kur'an okurdu. Hiç bir zaman temiz olmadan Allah'in Rasûlü'nü agzina

      almazdi. Bos yere konusmazdi. Kendisini her gördügümde kalkar, altindaki

      minderi bana verirdi." (Ebû Zehra, a.g.e., s. 77).

      Alta yün, üste ipekli giyerdi. Süfyan ona "Bu senin ve babalarinin

      elbisesi degildir" deyince Câ'fer ona "O zaman darlik zamani idi. simdi

      genislik zamanidir. simdi hersey bol." demis, sonra cübbesini açip alttan

      beyaz yünlü elbisesi görününce, "iste" demis "Allah için giydigimiz elbise

      budur. Bu üstteki de sizin için giydigimiz elbisedir. Allah için olani

      gizledik. Sizin için olani gösterdik." (Hilye, III, 193; el-Kevâkib, I,

      95). imamiye, Câ'fer-i Sâdik'in bazi vehbî ilimlere sahip oldugunu, Hz.

      Peygamber'in bu ilmi Hz. Ali'ye verdigini, Hz. Ali'den Ali Zeynelâbidin'e,

      ondan Muhammed Bâkir'a, ondan da Câ'fer-i Sâdik'a geçtigini, bu ilmin

      "cifr ilmi"* oldugunu söyler. Cifr ilmi, harflerin ilmidir. Câfer'i

      Sâdik'in cifr'i bildigi ve onu söyle tarif ettigi bildirilir: "O, deriden

      bir kaptir. Onda, peygamberlerin ve israilogullari bilginlerinin bilgisi

      vardir." (Seyyid Hüseyin Muzaffer, es-Sâdik, 109).

      Bu gibi rivayetler genellikle Kuleynî yoluyla gelmektedir. Kuleynî,

      Câ'fer-i Sâdik'in, gûya Kur'an'da eksiklikler veya ilâveler bulundugunu

      söylediginden bahs eder ki; Murtaza Tûsî, büyük imamiye bilginleri onu

      yalanlamislar ve Câfer-i Sadik'dan bunun aksini rivayet etmislerdir. Ebû

      Hanife ve imam Mâlik, Câ'fer-i Sâdik'in görüslerine muttali olmus, ancak

      yukaridaki cifr ilmi vb. iddialar onlarin eserlerinde yer almamistir.

      Hamdi DÖNDÜREN

      Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi

 

Biruni (973-1051)

 Biruni (973-1051)

         Biruni hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Yunan ve Hint

      tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların

      hangisinin hangi derde deva

      ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınırlarını

      çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir. Bîrûnî, Cebir, Geometri

      ve Coğrafya konularında bile o konuyla ilgili bir âyet zikretmiş, âyette

      bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini birleştirmiş, fennî

      ilimlerle ilahî bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini söylemiş, ilim

      öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile getirmiş ve

      "Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a tevbe ederim.

      Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim. Bâtıl

      Şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun

      elindedir!" demiştir.

 

      Hayatı

      Yaşadığı çağa damgasını vurup

      " Biruni Asrı" denmesine sebep

      olan zekâ harikası bilginimiz.

      973 yılında Harizm'in merkezi Kâs'ta

      doğdu. Esas adı Ebû Reyhan b. Mu-

      hammed'dir. Küçük yaşta babasını kay-

      betti. Annesi onu zor şartlarda, odun

      satarak büyüttü. Daha çocuk yaşta

      araştırmacı bir ruha sahipti. Birçok ko-

      nuyu öğrenmek için çılgınca hırs göste-

      riyordu. Tahsil çağına girdiğinde Hâ-

      rizmşahların himayesine alındı ve sa-

      ray terbiyesiyle yetişmesine özen göste-

      rildi. Bu aileden bilhassa Mansur, Bîrû-

      nî'nin en iyi bir eğitim alması için her

      imkânı sağladı. (1)

 

      Bu arada İbn-i Irak ve Abdüssamed

      b. Hakîm'den de dersler alan bilginimi-

      zin öğrenimi uzun sürmedi, daha çok

      özel çabalarıyla kendisini yetiştirdi.

      Araştırmacı ruhu, öğrenme hırsı ve sön-

      meyen azmiyle birleşince 17 yaşında

      eser vermeye başladı.

 

      Fakat Me'mûnîlerin Kâs'ı alıp Hâ-

      rizmşahları tarihten silmeleriyle Bîrû-

      nî'nin huzuru kaçtı, sıkıntılar başladı ve

      Kâs'ı terketmek zorunda kaldı. (2) An-

      cak iki yıl sonra tekrar döndüğünde ün-

      lü bilgin Ebü'l-Vefâ ile buluşup rasat ça-

      lışmaları yaptı.

 

      Daha sonra hükümdar Ebü'l-Abbas,

      sarayında Bîrûnî'ye bir daire tahsis

      edip, müşavir ve vezir olarak görevlen-

      dirdi. Bu durum, hükümdarların ilme

      duydukları derin saygının göstergesi,

      bilginimizin de devlet başkanları yanın-

      daki yüksek itibarının belgesiydi. (3)

 

      Gazneli Mahmud Hindistan'ı alınca

      hocalarıyla Bîrûnî'yi de oraya götürdü.

      Zira onun yanında da itibarı çok yük-

      sekti. " Bîrûnî, sarayımızın en değerli

      hazinesidir' derdi. (4) Bu yüzden ted-

      birli hünkâr, liyakatını bildiği Bîrûnî'yi

      Hazine Genel Müdürlüğü'ne tayin etti.

      O da orada Hint dil ve kültürünü bütü-

      nüyle inceledi. Üstün dehasıyla kısa sü-

      rede Hintli bilginler üzerinde şaşkınlık

      ve hayranlık uyandırdı. Kendisine sağ-

      lanan siyasî ve ilmî araştırmalarına de-

      vam etti. Bir devre adını veren, çağını

      aşan ilmî hayatının zirvesine erişti. Sul-

      tan Mes'ud, kendisine ithaf ettiği Ka-

      nun-u Mes'ûdî adlı eseri için Bîrûnî'ye

      bir fil yükü gümüş para vermişse de o,

      bu hediyeyi almadı. (5) Son eseri olan

      Kitabü's-Saydele fi't Tıb'bı yazdığında

      80 yaşını geçmişti. Üstad diye saygıyla

      yâd edilen yalnız İslâm âleminin değil,

      tüm dünyada çağının en büyük bilgini

      olan Bîrûnî, 1051 yılında Gazne'de

      hayata gözlerini yumdu. Ruhu şâd, ma-

      kamı cennet olsun. Âmin.

 

      ŞAHSİYETİ:

      Bîrûnî, " Elinden kalem

      düşmeyen, gözü kitaptan ayrılmayan,

      iman dolu kalbi tefekkürden dûr olma-

      yan, benzeri her asırda görülmeyen bil-

      ginler bilgini bir dâhiydi. Arapça, Fars-

      ça, Ibrânîce, Rumca, Süryânice, Yunan-

      ca ve Çinçe gibi daha birçok lisan bili-

      yordu. Matematik, Astronomi Geomet-

      ri, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık, Tarih

      Coğrafya, Filoloji, Etnoloji, Jeoloji, Din-

      ler ve Mezhepler Tarihi gibi 30 kadar

      ilim dalında çalışmalar yaptı, eserler

      verdi. (4)

 

      Onun tabiat ilimleriyle yakından ilgi-

      lenmesi, Allah'ın kevnî âyetlerini anla-

      mak, kâinatın yapı ve düzeninden Al-

      lah'a ulaşmak, O'nu yüceltmek gâyesi-

      ne yönelikti. Eserlerinde çok defa

      Kur ân âyetlerine başvurur, onların çe-

      şitli ilimler açısından yorumlanmasını

      amaçlardı. Kurân'ın belâğat ve i'cazı-

      na olan hayranlığını her vesileyle dile

      getirdi.

 

      İlmî kaynaklara dayanma, deney ve

      tecrübeyle ispat etme şartını ilk defa o

      ileri sürdü. İbn-i Sinâ'yla yaptığı karşı- ;

      lıklı yazışmalarındaki ilmî metod ve yo-

      rumları, günümüzde yazılmış gibi taze-

      liğini halen korumaktadır.

      Tahkîk ve Kanûn-ı Mes'ûdî adlı eserle-

      riyle trigonometri konusunda bugünkü

      ilmî seviyeye tâ o günden,ulaştıgı açık-

      ça görülür. Bu eser astronomi alanında

      zengin ve ciddî bir araştırma âbidesi

      olarak tarihe mal olmuştur. İlmiyle dine

      hizmetten mutluluk duymaktadır. Gaz-

      ne'de kıbleyi tam olarak tespit etmesi

      ve kıblenin tayini için geliştirdiği mate-

      matik yöntemi dolayısıyla kıyamet günü

      Rabb'inden sevap ummaktadır.

 

      Ayın, güneşin ve dünyanın hareketle-

      ri, güneş tutulması anında ulaşan hadi-

      seler üzerine verdiği bilgi ve yaptığı ra-

      satlarda, çağdaş tespitlere uygun neti-

      celer elde etti. Bu çalışmalarıyla yer öl-

      çüsü ilminin temellerini sekiz asır önce

      attı. Israrlı çabaları sonunda yerin çapı-

      nı ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının

      ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz ma-

      tematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır.

      Avrupa'da buna BÎRÛNI KURALI den-

      mektedir.

 

      Newton ve Fransız Piscard yaptıkları

      hesaplama sonucu ekvatoru 25.000

      mil olarak bulmuşlardır. Halbuki bu öl-

      çüyü Bîrûnî, onlardan tam 700 yıl önce

      Pakistan'da bulmuştu. O çağda Batılı-

      lardan ne kadar da ilerideymişiz.(6)

 

      Biruni, hastalıkları tedavi konusunda

      değerli bir uzmandı. Yunan ve Hint tıb-

      bını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözü-

      nü tedavi etmişti. Otların hangisinin

      hangi derde deva ve şifa olduğunu çok

      iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınır-

      larını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden

      bahsetmiştir.

 

      Daha o çağda Ümit Burnu'nun varlı-

      ğından söz etmiş, Kuzey Asya ve Ku-

      zey Avrupa'dan geniş bilgiler vermişti.

      Christof Coloumb'dan beş asır önce

      Amerika kıtasından, Japonya'nın varlı-

      ğından ilk defa sözeden O'dur. Dünya-

      nın yuvarlak ve dönmekte olduğunu,

      yerçekimin varlığını Newton'dan asır-

      larca önce ortaya koydu.

 

      Henüz çağımızda sözü edilebilen ka-

      raların kuzeye doğru kayma fikrini 9.5

      asır önce dile getirdi. Botanikle ilgilen-

      di, geometriyi botaniğe uyguladı. Bitki

      ve hayvanlarda üreme konularına eğil-

      di. Kuşlarla ilgili çok orjinal tespitler

      yaptı. Tarihle ilgilendi. Gazneli Mah-

      mud, Sebüktekin ve Harzem'in tarihleri-

      ni yazdı.

 

      Bîrûnî, ayrıca dinler tarihi konusuna

      eğildi, ona birçok yenilik getirdi. Ça-

      gından dokuz asır sonra ancak ayrı bir

      ilim haline;gelebilen Mukayeseli Dinler

      Tarihi, kurucusu sayılan Bîrûnî'ye çok

      şey borçludur.

 

      Bîrûnî, felsefeyle de ilgilendi. Ama fel-

      sefenin dumanlı havasında boğulup

      kalmadı. Meseleleri doğrudan Allah'a

      dayandırdı. Tabiat olaylarından söze-

      derken, onlardaki hikmetin sahibini

      gösterdi. Eşyaya ve cisimlere takılıp

      kalmadı.

 

      Bîrûnî, Cebir, Geometri ve Cografya

      konularında bile o konuyla ilgili bir

      âyet zikretmiş, âyette bahsi geçen ko-

      nunun yorumlarını yapmış, ilimle dini

      birleştirmiş, fennî ilimlerle ilahî bilgilere

      daha iyi nüfuz edileceğini söylemiş,

      ilim öğrenmekten kastın hakkı ve haki-

      katı bulmak olduğunu dile getirmiş ve

      "Anlattıklarım arasında gerçek

      dışı olanlar varsa Allah'a tevbe

      ederim. Razı olacağı şeylere sa-

      rılmak hususunda Allah'tan yar-

      dım dilerim. Bâtıl şeylerden ko-

      runmak için,de Allah'tan hida-

      yet isterim. İyilik O'nun elinde-

      dir!" demiştir.

 

      Eserleri halen Batı bilim dünyasında

      kaynak eser olarak kullanılmaktadır.

      Türk Tarih Kurumu 68. sayısını Bîrû-

      nî'ye Armağan adıyla bilginimize tah-

      sis etti.

 

      Dünyanın çeşitli ülkelerinde Bîrûnî'yi

      anmak için sempozyumlar, kongreler

      düzenlendi, pullar bastırıldı. UNES-

      CO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Der-

      gisi 1974 Haziran sayısını Bîrûnî'ye

      ayırdı. Kapak fotoğrafının altına,

      "1000 yıl önce Orta Asya'da yaşayan

      evrensel dehâ Bîrûnî; Asrtonom, Tarih-

      çi, Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog,

      Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğraf-

      yacı ve Hümanist" diye yazılarak tanı-

      tıldı.

 

      Eserleri;

      Biruni, toplam 180 kadar Eser

      kaleme aldı. En meşhurları şunlardır:

      1. EI-Asâr'il-Bâkiye an'il-Kurûni'I-Hâli-

      ye: (Boş geçen asırlardan kalan eser-

      ler.)

      2. EI-Kanûn'ül-Mes'ûdî; En büyük ese-

      ridir. Astronomiden coğrafyaya kadar

      birçok konuda yenilik, keşif ve buluşları

      içine alır.

      3. Kitab'üt-Tahkîk Mâ li'I-Hind: Hind

      Tarihi, dini, ilmi ve coğrafyası hakkın=

      da geniş bilgi verir.

      4. Tahdîd'ü Nihâyeti'l-Emâkin li Tas-

      hîh-i Mesâfet'il-Mesâkin: Meskenler ara-

      sındaki mesafeyi düzeltmek için mekân-

      ların sonunu sınırlama. Bu eseriyle Bîrû-

      nî, yepyeni bir ilim dalı olan Jeodezi'nin

      temelini atmış, ilk harcını koymuştu.

      5. Kitabü'I-Cemâhir fî Ma'rifet-i Cevâ-

      hir: Cevherlerin bilinmesine dair kitap.

      b. Kitabü't-Tefhim fî Evâili Sıbaâti't-

      Tencim: Yıldızlar İlmine Giriş.

      7: Kitâbü's-Saydele fî Tıp: Eczacılık

      Kitabı. İlaçların, şifalı otların adlarını

      altı dildeki karşılıklarıyla yazmış.

 

      Bu yazı Eğitim Bilim Dergisi Ocak 2000

      sayısından alınmıştır.

 

      KAYNAKLAR

      1. Zeki Velidi Togan, İbn-i Fadlan,

      s.10/TDV Ansiklopedisi, c.6, s.207-208

      2. şifat eI-Mâ'mure alel Bîrûnî, s.59

      3 İslâm Alimleri Ansiklopedisi. c.4,, s.59

      4. Şaban Döğen, Müslüman İÎim Oncüleri,

      s.50-53

      5. Şaban Dögen, a.g.e./s.49.

      6. Islâm Ansiklopedisi, c.2, s.635

 

 

BAKİLLANİ

 BAKİLLANİ ( ... - 1013m. )

 

           evliyalar Ansiklopedisi

 

           Büyük İslâm âlimi ve velî. İsmi Muhammed bin Tayyib bin Muhammed bin

      Câfer'dir. Künyesi Ebû Bekr, lakabı Bâkıllânî el-Eş'arî'dir. Aslen Basralı

      olup, doğum târihi bilinmemektedir. 1013 (H.403) senesinde Bağdât'ta vefât

      etti. Bağdât'ta kâdılık ve Sağra'da kâdılkudâtlık vazîfesi yapması

      sebebiyle Kâdı ünvânıyla da meşhûrdur. Babası veya dedesi bakla

      ticâretiyle meşgûl olduğu için ona önce İbn-i Bâkıllânî sonradan da

      Bâkıllânî lakabı verildi. Bâkıllânî bakla vs. satan mânâsında

      kullanılmıştır.

 

           Bâkıllânî, ilim tahsîline Basra'da başladı. Zamânında Basra'da

      bulunan meşhûr âlimlerden ders aldı. Bilhassa kelâm ilminde meşhûr âlim

      oldu. Kelâm ilmini îtikâdda iki mezheb imâmından biri olan Ebü'l-Hasan

      Eş'arî hazretlerinin talebelerinden olan İbn-i Mücâhid et-Tâî'den ve

      Ebü'l-Hasan el-Bâhilî'den öğrendi.Ebû Abdullah eş-Şîrâzî'den usûl, İbn-i

      Ebû Zeyd el-Kayravânî'den ve Ebû Bekr el-Ebherî'den fıkıh ilmini öğrendi.

      İbn-i Sem'un'dan da ahlâk ilmini öğrendi. Basra'da tahsilini tamamladıktan

      sonra, genç yaşta önemli bir ilim merkezi olan Bağdât'a gitti. Tahsiline

      orada devâm etti ve zamânın meşhûr âlimlerinden ilim öğrendi. Ebû Bekr bin

      Mâlik el-Katîî, Ebû Muhammed ibni Mâsî, Dârekutnî, Ebû Ahmed Hüseyin bin

      Ali Nişâbûrî'den hadîs-i şerîf dinledi. Bağdât'ta tahsîlini tamamlayıp

      Basra'ya döndü.

 

           Basra Câmiinde ders vermeye başladı. O sırada bulunduğu bölgede

      oldukça yaygın ve tesirli olan bâtınî ve şiî fırkalarının ileri gelen

      bilginleri ile yaptığı münâzaralarda muhâliflerini ağır yenilgilere

      uğrattı. Ehl-i sünnet îtikâdını anlatıp yaydı.

 

           Bâkıllânî, Büveyhîler zamânında Şiraz'da Adudüddevle'nin huzûrunda

      açılan münâzaralarda Eshâb-ı kirâm düşmanlarına ve Mu'tezileye karşı Ehl-i

      sünneti savunmak üzere çağırılmıştı. Bu münâzarada muhâliflere karşı o

      kadar tesirli oldu ki, şiî olan Adüdüddevle onu takdîr edip, sevdi ve oğlu

      Simnânüddevle'yi yetiştirmesi için onu vazîfelendirdi.

      Bu arada elçi olarak Bizans'a gitti ve elçilik vazîfesinden sonra

      Bağdât'ta, Ukbera veSağra'da kâdılık ve kâdılkudâtlık vazîfesi yaptı.

      Büveyhî hükümdârı Adûdüddevle'nin ölümünden sonra, Bağdât'ta Mansûr

      Câmiinde ders vermeye başladı. Onun derslerine Irak şehirlerinden,

      Endülüs'ten, Horasan'dan ve İslâm dünyâsının her tarafından pekçok talebe

      geldi. Ondan Ehl-i sünnet îtikâdını öğrenip, ilimde yetiştiler. Ebû Câfer

      es-Simnânî, Ali bin Muhammed el-Harbî, Ebû Abdullah el-Ezdî, Ebû

      Abdurrahmân es-Sülemî, Ebü'l-Kâsım es-Sayrâfî, Ebû Zer el-Hirevî, Ebû

      Hâtim el-Kazvînî yetiştirdiği yüzlerce talebeden bâzılarıdır.

 

            İlimdeki şöhreti yayılıp, hükümdar ve emîrler tarafından da büyük

      îtibâr görmüştür. Ayrıca Rafizîlere, Mûtezileye, Cehmiyeye, Hâricîlere

      karşı reddiyeler yazarak onların sapık fikirlerini çürütüp, Ehl-i sünnet

      îtikâdının yayılmasına çok hizmet etti. Geceleri çok ibâdet eder ve ilmî

      meseleler yazar, sabahleyin talebelerine yazdıklarını okutup yeniden

      gözden geçirirdi.

      Bâkıllânî, İmâm-ı Eş'arî hazretlerinin talebeleri zincirinden olup, İmâm-ı

      Eş'arî hazretlerinin bildirdiği îtikâd bilgilerini yaymış, genişce izâh

      etmiş ve bu hususta kitaplar yazmıştır. Bu bakımdan, kelâm ilminde önemli

      bir yeri vardır.

 

           Bu sebeple kendisine hicrî dördüncü asrın müceddidi denilmiştir.

      Ebû Bekr Harezmî şöyle demiştir. "Bağdât'ta kitap yazan her zât,

      Bakıllânî'nin eserlerinden nakiller yapmıştır. Çünkü o herkesin kabûl

      ettiği, pek çok ilimde büyük bir âlim idi. Ali bin Muhammed Harbî de şöyle

      demiştir; "Kâdı Ebû Bekr Bâkıllânî, yazdığı eserlerini kısaltmak istedi.

 

           Fakat ilminin ve ezberlediği meselelerin çokluğu sebebiyle bunu

      yapması mümkün olmadı. Muhâliflerine karşı bir eser yazmak isteyen her

      âlim, bunu yazarken muhâliflerinin eserini okumuştur. Bâkıllânî ise,

      muhâliflerine reddiye yazarken, onların eserlerini gözden geçirmeğe

      ihtiyaç duymazdı. Çünkü muhâliflerinin fikirlerini gâyet iyi biliyordu."

 

 

 

           Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah Beydâvî şöyle anlatmıştır:

      "Bir rüyâ görmüştüm. Rüyâmda ders verdiğim mescidime girdim. Mihrâbda bir

      zât oturuyor, bir başka zât da ondan ders alıyordu. Ona karşı Kur'ân-ı

      kerîm okuyordu. Öylesine güzel okuyordu ki, bu okuyan ve okutan kimdir

      acabâ dedim. Bana denildi ki; mihrâbda oturan, Resûlullah efendimizdir.

      Huzûrunda okuyan da Bâkıllânî'dir. Resûlullah ona dînimizi öğretiyor..."

      Bâkıllânî vefât edince, cenâze namazını oğlu Hasan kıldırdı. Derb-ül-Mecûs

      denilen yerde defnedildi. Sonra kabri buradan BâbHarb kabristanına

      nakledildi.

 

           Ubeydullah bin Ahmed bin Ali Mukrî şöyle anlatmıştır: "Ebû Ali bin

      Şâzân ve Ebû Kâsım Ubeydullah bin Ahmed bin Ahmed bin Osman Sayrafî ile

      birlikte, Ebû Bekr Bâkıllânî'nin kabrini ziyârete gitmiştik. Vefât edeli

      bir ay kadar olmuştu. Kabrine vardığımızda orada bir Kur'ân-ı kerîm

      gördüm. Kur'ân-ı kerîmi elime alıp, yâ Rabbî! Ebû Bekr Bâkıllânî'nin hâli

      bu kabirde nasıldır? Şu Kur'ân-ı kerîmde bana beyân buyur, diye duâ ettim.

      Sonra Kur'ân-ı kerîmi açtım. Hûd sûresi 28. âyet-i kerîmesi çıktı. Bu

      âyet-i kerîmede, Nûh aleyhisselâmın, kavmine şöyle dediği

      bildirilmektedir: Meâlen; "Ey kavmim! Söyleyin bakayım fikriniz nedir?

      Eğer ben Rabbimden verilen açık bir burhan (mûcize) üzerinde isem (Bu

      benim Peygamber olduğumu doğruluyorsa), bir de Allah bana kendi katından

      bir Peygamberlik vermiş de, size, onu görecek göz vermemişse,

      istemediğiniz halde onu size zorla mı kabûl ettireceğiz."

 

      Bâkıllânî hazretlerinin yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır:

      1) İ'câz-ül-Kur'ân: Bu eserinde Kur'ân-ı kerîmin büyük bir mûcize olduğu

      ve îcâzı üzerinde durmuştur. Bu eserinde Peygamber efendimizin Hulefâ-i

      râşidînin beliğ ve ifâde tarzı yüksek olan mektuplarını ve hutbelerini,

      eski şâirlerin ve ediblerin meşhûr şiir ve hutbelerinden seçmeler

      almıştır. Yazma ve basma nüshaları vardır.

 

      2) Temhîd-ül-Evâil ve Telhîs-üd-Delâil,

 

      3) Menâkıb-ül-Eimme gibi eserleri vardır.

 

      İSLÂMIN VAKARI

           Zamânın hükümdarı Adudüddevle onu Bizans'a elçi olarak gönderdi.

      Bizans hükümdârı, kendisine meşhûr bir âlimin elçi olarak geldiğini

      duyunca, onu makâmına çağırdı. Yalnız, kendisine müslüman olmadığı için

      elçinin hürmet etmeyeceğini bildiğinden, bir hîle düşündü. Gelen elçinin

      huzûruna girerken, kendi tebeasının yaptığı gibi yerlere kadar eğilerek

      girmesini istiyordu. Bunun için, ancak eğilerek geçilebilecek üstü kapalı

      bir yer yaptırdı.

      Bâkıllânî'nin bu dehliz gibi yoldan makâmına getirilmesini emretti.

      Bâkıllânî'ye, hükümdâr seni huzûruna çağırıyor diyerek, hazırlanan yerden

      geçirmek istediler. Bâkıllânî bu yeri görünce, öne eğilerek girmedi. Ters

      dönüp, eğildi ve Bizans hükümdârının odasına arka arka yürüyüp girdi.

      Girince doğrulup, yönünü hükümdâra döndü. Bu hareketi gören Bizans

      hükümdârı çok şaşırıp, heybeti ve vakarı karşısında ezildi.

      Bâkıllânî hazretleri bir gün, Bizans hükümdârının sarayında, imparator

      meclisinde papazlarla münâzaraya oturmuştu. Papazlar hazret-i Âişe ile

      ilgili olan ifk hâdisesini konuşmaya başlayınca, Bâkıllânî, hazret-i

      Meryem'i ve hazret-i Âişe'yi kasdederek; "Biri kocasız çocuklu, bir kocalı

      çocuksuz iki mübârek kadının temiz oldukları vahiy ile bildirilmiştir."

      diyerek karşılık verdi ve papazları susturdu.

 

      1) El-A'lâm; c.6, s.176

      2) Vefeyât-ül-A'yân; c.4, s.269

      3) Târih-i Bağdâd; c.5, s.379

      4) Tebyîn-i Kizb-ül-Müfterî; s.217

      5) Şezerât-üz-Zeheb; c.3, s.169

      6) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.10, s.109

      7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.5, s.7