Arkadaşlar kendim yazıyorum araştırıyorum yani faydalı bilgiler okuyun çok güzel ve okudum kitaplardan alıp yazarak kayıt ediyorum beni etkileyen yazıları sizler le paylaşmak istiyorum
REKLAM
14.06.2021
CA'FER-I SÂDIK (83-148/700-769)
CA'FER-I SÂDIK (83-148/700-769)
Imamiyye mezhebinin kabul ettigi oniki imamın altıncısı. Künyesi Câ'fer
es-Sâdik Muhammed Bâkir b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib'tir. Babası,
Muhammed Bâkir'in yerine imamete geçmistir. Oniki imamin altincisidir. Hz.
Hüseyin'in sehit edilmesinden sonra Peygamber çocuklari siyasetle
ugrasmamislar; kendilerini ilme vermislerdir. Bu evde yetisen Câ'fer de
kendini ilme verdi; fikih, hadis, ve öteki ser'î ilimler yaninda kimya ve
diger ilimleri de tahsil etti. Talebesi Tarsuslu ibn Hayyan'in, Câfer'in
besyüz risalesini toplayarak bin yaprak tutan bir kitap yazdigi rivayet
edilir. (ibn Hallikân, Vefeyâtü'l-A yân, Misir 1948, I, 291).
Câbir ibn Hayyan, Câ'fer-i Sâdik'tan çok yararlanmis, ondan itikad ve iman
usulünü ögrenmis bunun yaninda maddî varliklarin tabiati ve özelliklerine
ve bunlarin birbirine karistirilmasina (eczacilik-simya) dair bilgiler de
almistir. Câbir'in Câ'fer'den ilim ögrenmek için belirli bir saati vardi.
O saatte, imamin yanina ondan baskasi giremezdi. Risalelerinin büyük
kismini hocasi Câ'fer'in adina yazmistir (Muhammed Ebu Zehra, el-imamü's
Sâdik, 77).
Ebû Hanife, imam Mâlik ve Süfyân-i Sevrî gibi büyük bilginler Câ'feri
Sâdik'tan ilim ögrenmis ve hadis rivayet etmislerdir. Câ'fer-i Sâdik fazla
konusmazdi. Süfyan-i Sevrî, Câ'fer'i ziyarete gitmis; uzun süre sustugunu
görünce konusmasini rica etmis; bunun üzerine Câ'fer söyle demistir:
"Allah'in nimetine sükret; sükür, nimetin artmasina vesîle olur. Nimet
verildigi zaman da istigfara devam et. Devletin zulmüne karsi da Lâ havle
velâ kuvvete illâ billah de."
Ebû Hanife de, Hicaz'a gidip, iki yil Câ'fer'in yaninda kalmis, ondan çok
seyler ögrenmis ve bu iki yil için "Eger iki yil olmasaydi Nûman
mahvolurdu" demistir (Ebû Zehra, a.g.e., s. 37-39).
imam Câ'fer'in ilmi önce kesbî olarak baslamis, sonra vehbî ilimle
desteklenmis, ilhâma mazhar olmustur. Bu yüzden imâmiye mezhebi
mensuplari, imamlarin ve bu arada Câ'fer-i Sâdik'in hatadan sâlim oldugu
inancindadir. Her biri yildizlar gibi olan ashab-i kiram'in bile görüs ve
ictihadlarinda zaman zaman hata ettikleri olmustur. Sahabeden sonra gelen
imamlarin ilham disindaki sözlerinde yanilmasi mümkündür. Câfer-i Sâdik da
insandir, masum degildir. Çünkü ismet (masumluk) sifati yalniz
peygamberlere mahsustur.
Câ'fer-i Sâdik, ahlâk, fazilet ve takvada ileri idi. imam Mâlik onun
hakkinda söyle der: "O, üç halde bulunurdu: Ya namaz kilar, ya oruç tutar,
veya Kur'an okurdu. Hiç bir zaman temiz olmadan Allah'in Rasûlü'nü agzina
almazdi. Bos yere konusmazdi. Kendisini her gördügümde kalkar, altindaki
minderi bana verirdi." (Ebû Zehra, a.g.e., s. 77).
Alta yün, üste ipekli giyerdi. Süfyan ona "Bu senin ve babalarinin
elbisesi degildir" deyince Câ'fer ona "O zaman darlik zamani idi. simdi
genislik zamanidir. simdi hersey bol." demis, sonra cübbesini açip alttan
beyaz yünlü elbisesi görününce, "iste" demis "Allah için giydigimiz elbise
budur. Bu üstteki de sizin için giydigimiz elbisedir. Allah için olani
gizledik. Sizin için olani gösterdik." (Hilye, III, 193; el-Kevâkib, I,
95). imamiye, Câ'fer-i Sâdik'in bazi vehbî ilimlere sahip oldugunu, Hz.
Peygamber'in bu ilmi Hz. Ali'ye verdigini, Hz. Ali'den Ali Zeynelâbidin'e,
ondan Muhammed Bâkir'a, ondan da Câ'fer-i Sâdik'a geçtigini, bu ilmin
"cifr ilmi"* oldugunu söyler. Cifr ilmi, harflerin ilmidir. Câfer'i
Sâdik'in cifr'i bildigi ve onu söyle tarif ettigi bildirilir: "O, deriden
bir kaptir. Onda, peygamberlerin ve israilogullari bilginlerinin bilgisi
vardir." (Seyyid Hüseyin Muzaffer, es-Sâdik, 109).
Bu gibi rivayetler genellikle Kuleynî yoluyla gelmektedir. Kuleynî,
Câ'fer-i Sâdik'in, gûya Kur'an'da eksiklikler veya ilâveler bulundugunu
söylediginden bahs eder ki; Murtaza Tûsî, büyük imamiye bilginleri onu
yalanlamislar ve Câfer-i Sadik'dan bunun aksini rivayet etmislerdir. Ebû
Hanife ve imam Mâlik, Câ'fer-i Sâdik'in görüslerine muttali olmus, ancak
yukaridaki cifr ilmi vb. iddialar onlarin eserlerinde yer almamistir.
Hamdi DÖNDÜREN
Kaynak: Sâmil Islam ansiklopedisi
Biruni (973-1051)
Biruni (973-1051)
Biruni hastalıkları tedavi konusunda değerli bir uzmandı. Yunan ve Hint
tıbbını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözünü tedavi etmişti. Otların
hangisinin hangi derde deva
ve şifa olduğunu çok iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınırlarını
çizmiş, ilaçların yan etkilerinden bahsetmiştir. Bîrûnî, Cebir, Geometri
ve Coğrafya konularında bile o konuyla ilgili bir âyet zikretmiş, âyette
bahsi geçen konunun yorumlarını yapmış, ilimle dini birleştirmiş, fennî
ilimlerle ilahî bilgilere daha iyi nüfuz edileceğini söylemiş, ilim
öğrenmekten kastın hakkı ve hakikatı bulmak olduğunu dile getirmiş ve
"Anlattıklarım arasında gerçek dışı olanlar varsa Allah'a tevbe ederim.
Razı olacağı şeylere sarılmak hususunda Allah'tan yardım dilerim. Bâtıl
Şeylerden korunmak için de Allah'tan hidayet isterim. İyilik O'nun
elindedir!" demiştir.
Hayatı
Yaşadığı çağa damgasını vurup
" Biruni Asrı" denmesine sebep
olan zekâ harikası bilginimiz.
973 yılında Harizm'in merkezi Kâs'ta
doğdu. Esas adı Ebû Reyhan b. Mu-
hammed'dir. Küçük yaşta babasını kay-
betti. Annesi onu zor şartlarda, odun
satarak büyüttü. Daha çocuk yaşta
araştırmacı bir ruha sahipti. Birçok ko-
nuyu öğrenmek için çılgınca hırs göste-
riyordu. Tahsil çağına girdiğinde Hâ-
rizmşahların himayesine alındı ve sa-
ray terbiyesiyle yetişmesine özen göste-
rildi. Bu aileden bilhassa Mansur, Bîrû-
nî'nin en iyi bir eğitim alması için her
imkânı sağladı. (1)
Bu arada İbn-i Irak ve Abdüssamed
b. Hakîm'den de dersler alan bilginimi-
zin öğrenimi uzun sürmedi, daha çok
özel çabalarıyla kendisini yetiştirdi.
Araştırmacı ruhu, öğrenme hırsı ve sön-
meyen azmiyle birleşince 17 yaşında
eser vermeye başladı.
Fakat Me'mûnîlerin Kâs'ı alıp Hâ-
rizmşahları tarihten silmeleriyle Bîrû-
nî'nin huzuru kaçtı, sıkıntılar başladı ve
Kâs'ı terketmek zorunda kaldı. (2) An-
cak iki yıl sonra tekrar döndüğünde ün-
lü bilgin Ebü'l-Vefâ ile buluşup rasat ça-
lışmaları yaptı.
Daha sonra hükümdar Ebü'l-Abbas,
sarayında Bîrûnî'ye bir daire tahsis
edip, müşavir ve vezir olarak görevlen-
dirdi. Bu durum, hükümdarların ilme
duydukları derin saygının göstergesi,
bilginimizin de devlet başkanları yanın-
daki yüksek itibarının belgesiydi. (3)
Gazneli Mahmud Hindistan'ı alınca
hocalarıyla Bîrûnî'yi de oraya götürdü.
Zira onun yanında da itibarı çok yük-
sekti. " Bîrûnî, sarayımızın en değerli
hazinesidir' derdi. (4) Bu yüzden ted-
birli hünkâr, liyakatını bildiği Bîrûnî'yi
Hazine Genel Müdürlüğü'ne tayin etti.
O da orada Hint dil ve kültürünü bütü-
nüyle inceledi. Üstün dehasıyla kısa sü-
rede Hintli bilginler üzerinde şaşkınlık
ve hayranlık uyandırdı. Kendisine sağ-
lanan siyasî ve ilmî araştırmalarına de-
vam etti. Bir devre adını veren, çağını
aşan ilmî hayatının zirvesine erişti. Sul-
tan Mes'ud, kendisine ithaf ettiği Ka-
nun-u Mes'ûdî adlı eseri için Bîrûnî'ye
bir fil yükü gümüş para vermişse de o,
bu hediyeyi almadı. (5) Son eseri olan
Kitabü's-Saydele fi't Tıb'bı yazdığında
80 yaşını geçmişti. Üstad diye saygıyla
yâd edilen yalnız İslâm âleminin değil,
tüm dünyada çağının en büyük bilgini
olan Bîrûnî, 1051 yılında Gazne'de
hayata gözlerini yumdu. Ruhu şâd, ma-
kamı cennet olsun. Âmin.
ŞAHSİYETİ:
Bîrûnî, " Elinden kalem
düşmeyen, gözü kitaptan ayrılmayan,
iman dolu kalbi tefekkürden dûr olma-
yan, benzeri her asırda görülmeyen bil-
ginler bilgini bir dâhiydi. Arapça, Fars-
ça, Ibrânîce, Rumca, Süryânice, Yunan-
ca ve Çinçe gibi daha birçok lisan bili-
yordu. Matematik, Astronomi Geomet-
ri, Fizik, Kimya, Tıp, Eczacılık, Tarih
Coğrafya, Filoloji, Etnoloji, Jeoloji, Din-
ler ve Mezhepler Tarihi gibi 30 kadar
ilim dalında çalışmalar yaptı, eserler
verdi. (4)
Onun tabiat ilimleriyle yakından ilgi-
lenmesi, Allah'ın kevnî âyetlerini anla-
mak, kâinatın yapı ve düzeninden Al-
lah'a ulaşmak, O'nu yüceltmek gâyesi-
ne yönelikti. Eserlerinde çok defa
Kur ân âyetlerine başvurur, onların çe-
şitli ilimler açısından yorumlanmasını
amaçlardı. Kurân'ın belâğat ve i'cazı-
na olan hayranlığını her vesileyle dile
getirdi.
İlmî kaynaklara dayanma, deney ve
tecrübeyle ispat etme şartını ilk defa o
ileri sürdü. İbn-i Sinâ'yla yaptığı karşı- ;
lıklı yazışmalarındaki ilmî metod ve yo-
rumları, günümüzde yazılmış gibi taze-
liğini halen korumaktadır.
Tahkîk ve Kanûn-ı Mes'ûdî adlı eserle-
riyle trigonometri konusunda bugünkü
ilmî seviyeye tâ o günden,ulaştıgı açık-
ça görülür. Bu eser astronomi alanında
zengin ve ciddî bir araştırma âbidesi
olarak tarihe mal olmuştur. İlmiyle dine
hizmetten mutluluk duymaktadır. Gaz-
ne'de kıbleyi tam olarak tespit etmesi
ve kıblenin tayini için geliştirdiği mate-
matik yöntemi dolayısıyla kıyamet günü
Rabb'inden sevap ummaktadır.
Ayın, güneşin ve dünyanın hareketle-
ri, güneş tutulması anında ulaşan hadi-
seler üzerine verdiği bilgi ve yaptığı ra-
satlarda, çağdaş tespitlere uygun neti-
celer elde etti. Bu çalışmalarıyla yer öl-
çüsü ilminin temellerini sekiz asır önce
attı. Israrlı çabaları sonunda yerin çapı-
nı ölçmeyi başardı. Dünyanın çapının
ölçülmesiyle ilgili görüşü, günümüz ma-
tematik ölçülerine tıpatıp uymaktadır.
Avrupa'da buna BÎRÛNI KURALI den-
mektedir.
Newton ve Fransız Piscard yaptıkları
hesaplama sonucu ekvatoru 25.000
mil olarak bulmuşlardır. Halbuki bu öl-
çüyü Bîrûnî, onlardan tam 700 yıl önce
Pakistan'da bulmuştu. O çağda Batılı-
lardan ne kadar da ilerideymişiz.(6)
Biruni, hastalıkları tedavi konusunda
değerli bir uzmandı. Yunan ve Hint tıb-
bını incelemiş, Sultan Mes'ud'un gözü-
nü tedavi etmişti. Otların hangisinin
hangi derde deva ve şifa olduğunu çok
iyi bilirdi. Eczacılıkla doktorluğun sınır-
larını çizmiş, ilaçların yan etkilerinden
bahsetmiştir.
Daha o çağda Ümit Burnu'nun varlı-
ğından söz etmiş, Kuzey Asya ve Ku-
zey Avrupa'dan geniş bilgiler vermişti.
Christof Coloumb'dan beş asır önce
Amerika kıtasından, Japonya'nın varlı-
ğından ilk defa sözeden O'dur. Dünya-
nın yuvarlak ve dönmekte olduğunu,
yerçekimin varlığını Newton'dan asır-
larca önce ortaya koydu.
Henüz çağımızda sözü edilebilen ka-
raların kuzeye doğru kayma fikrini 9.5
asır önce dile getirdi. Botanikle ilgilen-
di, geometriyi botaniğe uyguladı. Bitki
ve hayvanlarda üreme konularına eğil-
di. Kuşlarla ilgili çok orjinal tespitler
yaptı. Tarihle ilgilendi. Gazneli Mah-
mud, Sebüktekin ve Harzem'in tarihleri-
ni yazdı.
Bîrûnî, ayrıca dinler tarihi konusuna
eğildi, ona birçok yenilik getirdi. Ça-
gından dokuz asır sonra ancak ayrı bir
ilim haline;gelebilen Mukayeseli Dinler
Tarihi, kurucusu sayılan Bîrûnî'ye çok
şey borçludur.
Bîrûnî, felsefeyle de ilgilendi. Ama fel-
sefenin dumanlı havasında boğulup
kalmadı. Meseleleri doğrudan Allah'a
dayandırdı. Tabiat olaylarından söze-
derken, onlardaki hikmetin sahibini
gösterdi. Eşyaya ve cisimlere takılıp
kalmadı.
Bîrûnî, Cebir, Geometri ve Cografya
konularında bile o konuyla ilgili bir
âyet zikretmiş, âyette bahsi geçen ko-
nunun yorumlarını yapmış, ilimle dini
birleştirmiş, fennî ilimlerle ilahî bilgilere
daha iyi nüfuz edileceğini söylemiş,
ilim öğrenmekten kastın hakkı ve haki-
katı bulmak olduğunu dile getirmiş ve
"Anlattıklarım arasında gerçek
dışı olanlar varsa Allah'a tevbe
ederim. Razı olacağı şeylere sa-
rılmak hususunda Allah'tan yar-
dım dilerim. Bâtıl şeylerden ko-
runmak için,de Allah'tan hida-
yet isterim. İyilik O'nun elinde-
dir!" demiştir.
Eserleri halen Batı bilim dünyasında
kaynak eser olarak kullanılmaktadır.
Türk Tarih Kurumu 68. sayısını Bîrû-
nî'ye Armağan adıyla bilginimize tah-
sis etti.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde Bîrûnî'yi
anmak için sempozyumlar, kongreler
düzenlendi, pullar bastırıldı. UNES-
CO'nun 25 dilde çıkardığı Conrier Der-
gisi 1974 Haziran sayısını Bîrûnî'ye
ayırdı. Kapak fotoğrafının altına,
"1000 yıl önce Orta Asya'da yaşayan
evrensel dehâ Bîrûnî; Asrtonom, Tarih-
çi, Botanikçi, Eczacılık uzmanı Jeolog,
Şair, Mütefekkir, Matematikçi, Coğraf-
yacı ve Hümanist" diye yazılarak tanı-
tıldı.
Eserleri;
Biruni, toplam 180 kadar Eser
kaleme aldı. En meşhurları şunlardır:
1. EI-Asâr'il-Bâkiye an'il-Kurûni'I-Hâli-
ye: (Boş geçen asırlardan kalan eser-
ler.)
2. EI-Kanûn'ül-Mes'ûdî; En büyük ese-
ridir. Astronomiden coğrafyaya kadar
birçok konuda yenilik, keşif ve buluşları
içine alır.
3. Kitab'üt-Tahkîk Mâ li'I-Hind: Hind
Tarihi, dini, ilmi ve coğrafyası hakkın=
da geniş bilgi verir.
4. Tahdîd'ü Nihâyeti'l-Emâkin li Tas-
hîh-i Mesâfet'il-Mesâkin: Meskenler ara-
sındaki mesafeyi düzeltmek için mekân-
ların sonunu sınırlama. Bu eseriyle Bîrû-
nî, yepyeni bir ilim dalı olan Jeodezi'nin
temelini atmış, ilk harcını koymuştu.
5. Kitabü'I-Cemâhir fî Ma'rifet-i Cevâ-
hir: Cevherlerin bilinmesine dair kitap.
b. Kitabü't-Tefhim fî Evâili Sıbaâti't-
Tencim: Yıldızlar İlmine Giriş.
7: Kitâbü's-Saydele fî Tıp: Eczacılık
Kitabı. İlaçların, şifalı otların adlarını
altı dildeki karşılıklarıyla yazmış.
Bu yazı Eğitim Bilim Dergisi Ocak 2000
sayısından alınmıştır.
KAYNAKLAR
1. Zeki Velidi Togan, İbn-i Fadlan,
s.10/TDV Ansiklopedisi, c.6, s.207-208
2. şifat eI-Mâ'mure alel Bîrûnî, s.59
3 İslâm Alimleri Ansiklopedisi. c.4,, s.59
4. Şaban Döğen, Müslüman İÎim Oncüleri,
s.50-53
5. Şaban Dögen, a.g.e./s.49.
6. Islâm Ansiklopedisi, c.2, s.635
BAKİLLANİ
BAKİLLANİ ( ... - 1013m. )
evliyalar Ansiklopedisi
Büyük İslâm âlimi ve velî. İsmi Muhammed bin Tayyib bin Muhammed bin
Câfer'dir. Künyesi Ebû Bekr, lakabı Bâkıllânî el-Eş'arî'dir. Aslen Basralı
olup, doğum târihi bilinmemektedir. 1013 (H.403) senesinde Bağdât'ta vefât
etti. Bağdât'ta kâdılık ve Sağra'da kâdılkudâtlık vazîfesi yapması
sebebiyle Kâdı ünvânıyla da meşhûrdur. Babası veya dedesi bakla
ticâretiyle meşgûl olduğu için ona önce İbn-i Bâkıllânî sonradan da
Bâkıllânî lakabı verildi. Bâkıllânî bakla vs. satan mânâsında
kullanılmıştır.
Bâkıllânî, ilim tahsîline Basra'da başladı. Zamânında Basra'da
bulunan meşhûr âlimlerden ders aldı. Bilhassa kelâm ilminde meşhûr âlim
oldu. Kelâm ilmini îtikâdda iki mezheb imâmından biri olan Ebü'l-Hasan
Eş'arî hazretlerinin talebelerinden olan İbn-i Mücâhid et-Tâî'den ve
Ebü'l-Hasan el-Bâhilî'den öğrendi.Ebû Abdullah eş-Şîrâzî'den usûl, İbn-i
Ebû Zeyd el-Kayravânî'den ve Ebû Bekr el-Ebherî'den fıkıh ilmini öğrendi.
İbn-i Sem'un'dan da ahlâk ilmini öğrendi. Basra'da tahsilini tamamladıktan
sonra, genç yaşta önemli bir ilim merkezi olan Bağdât'a gitti. Tahsiline
orada devâm etti ve zamânın meşhûr âlimlerinden ilim öğrendi. Ebû Bekr bin
Mâlik el-Katîî, Ebû Muhammed ibni Mâsî, Dârekutnî, Ebû Ahmed Hüseyin bin
Ali Nişâbûrî'den hadîs-i şerîf dinledi. Bağdât'ta tahsîlini tamamlayıp
Basra'ya döndü.
Basra Câmiinde ders vermeye başladı. O sırada bulunduğu bölgede
oldukça yaygın ve tesirli olan bâtınî ve şiî fırkalarının ileri gelen
bilginleri ile yaptığı münâzaralarda muhâliflerini ağır yenilgilere
uğrattı. Ehl-i sünnet îtikâdını anlatıp yaydı.
Bâkıllânî, Büveyhîler zamânında Şiraz'da Adudüddevle'nin huzûrunda
açılan münâzaralarda Eshâb-ı kirâm düşmanlarına ve Mu'tezileye karşı Ehl-i
sünneti savunmak üzere çağırılmıştı. Bu münâzarada muhâliflere karşı o
kadar tesirli oldu ki, şiî olan Adüdüddevle onu takdîr edip, sevdi ve oğlu
Simnânüddevle'yi yetiştirmesi için onu vazîfelendirdi.
Bu arada elçi olarak Bizans'a gitti ve elçilik vazîfesinden sonra
Bağdât'ta, Ukbera veSağra'da kâdılık ve kâdılkudâtlık vazîfesi yaptı.
Büveyhî hükümdârı Adûdüddevle'nin ölümünden sonra, Bağdât'ta Mansûr
Câmiinde ders vermeye başladı. Onun derslerine Irak şehirlerinden,
Endülüs'ten, Horasan'dan ve İslâm dünyâsının her tarafından pekçok talebe
geldi. Ondan Ehl-i sünnet îtikâdını öğrenip, ilimde yetiştiler. Ebû Câfer
es-Simnânî, Ali bin Muhammed el-Harbî, Ebû Abdullah el-Ezdî, Ebû
Abdurrahmân es-Sülemî, Ebü'l-Kâsım es-Sayrâfî, Ebû Zer el-Hirevî, Ebû
Hâtim el-Kazvînî yetiştirdiği yüzlerce talebeden bâzılarıdır.
İlimdeki şöhreti yayılıp, hükümdar ve emîrler tarafından da büyük
îtibâr görmüştür. Ayrıca Rafizîlere, Mûtezileye, Cehmiyeye, Hâricîlere
karşı reddiyeler yazarak onların sapık fikirlerini çürütüp, Ehl-i sünnet
îtikâdının yayılmasına çok hizmet etti. Geceleri çok ibâdet eder ve ilmî
meseleler yazar, sabahleyin talebelerine yazdıklarını okutup yeniden
gözden geçirirdi.
Bâkıllânî, İmâm-ı Eş'arî hazretlerinin talebeleri zincirinden olup, İmâm-ı
Eş'arî hazretlerinin bildirdiği îtikâd bilgilerini yaymış, genişce izâh
etmiş ve bu hususta kitaplar yazmıştır. Bu bakımdan, kelâm ilminde önemli
bir yeri vardır.
Bu sebeple kendisine hicrî dördüncü asrın müceddidi denilmiştir.
Ebû Bekr Harezmî şöyle demiştir. "Bağdât'ta kitap yazan her zât,
Bakıllânî'nin eserlerinden nakiller yapmıştır. Çünkü o herkesin kabûl
ettiği, pek çok ilimde büyük bir âlim idi. Ali bin Muhammed Harbî de şöyle
demiştir; "Kâdı Ebû Bekr Bâkıllânî, yazdığı eserlerini kısaltmak istedi.
Fakat ilminin ve ezberlediği meselelerin çokluğu sebebiyle bunu
yapması mümkün olmadı. Muhâliflerine karşı bir eser yazmak isteyen her
âlim, bunu yazarken muhâliflerinin eserini okumuştur. Bâkıllânî ise,
muhâliflerine reddiye yazarken, onların eserlerini gözden geçirmeğe
ihtiyaç duymazdı. Çünkü muhâliflerinin fikirlerini gâyet iyi biliyordu."
Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah Beydâvî şöyle anlatmıştır:
"Bir rüyâ görmüştüm. Rüyâmda ders verdiğim mescidime girdim. Mihrâbda bir
zât oturuyor, bir başka zât da ondan ders alıyordu. Ona karşı Kur'ân-ı
kerîm okuyordu. Öylesine güzel okuyordu ki, bu okuyan ve okutan kimdir
acabâ dedim. Bana denildi ki; mihrâbda oturan, Resûlullah efendimizdir.
Huzûrunda okuyan da Bâkıllânî'dir. Resûlullah ona dînimizi öğretiyor..."
Bâkıllânî vefât edince, cenâze namazını oğlu Hasan kıldırdı. Derb-ül-Mecûs
denilen yerde defnedildi. Sonra kabri buradan Bâb-ı Harb kabristanına
nakledildi.
Ubeydullah bin Ahmed bin Ali Mukrî şöyle anlatmıştır: "Ebû Ali bin
Şâzân ve Ebû Kâsım Ubeydullah bin Ahmed bin Ahmed bin Osman Sayrafî ile
birlikte, Ebû Bekr Bâkıllânî'nin kabrini ziyârete gitmiştik. Vefât edeli
bir ay kadar olmuştu. Kabrine vardığımızda orada bir Kur'ân-ı kerîm
gördüm. Kur'ân-ı kerîmi elime alıp, yâ Rabbî! Ebû Bekr Bâkıllânî'nin hâli
bu kabirde nasıldır? Şu Kur'ân-ı kerîmde bana beyân buyur, diye duâ ettim.
Sonra Kur'ân-ı kerîmi açtım. Hûd sûresi 28. âyet-i kerîmesi çıktı. Bu
âyet-i kerîmede, Nûh aleyhisselâmın, kavmine şöyle dediği
bildirilmektedir: Meâlen; "Ey kavmim! Söyleyin bakayım fikriniz nedir?
Eğer ben Rabbimden verilen açık bir burhan (mûcize) üzerinde isem (Bu
benim Peygamber olduğumu doğruluyorsa), bir de Allah bana kendi katından
bir Peygamberlik vermiş de, size, onu görecek göz vermemişse,
istemediğiniz halde onu size zorla mı kabûl ettireceğiz."
Bâkıllânî hazretlerinin yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır:
1) İ'câz-ül-Kur'ân: Bu eserinde Kur'ân-ı kerîmin büyük bir mûcize olduğu
ve îcâzı üzerinde durmuştur. Bu eserinde Peygamber efendimizin Hulefâ-i
râşidînin beliğ ve ifâde tarzı yüksek olan mektuplarını ve hutbelerini,
eski şâirlerin ve ediblerin meşhûr şiir ve hutbelerinden seçmeler
almıştır. Yazma ve basma nüshaları vardır.
2) Temhîd-ül-Evâil ve Telhîs-üd-Delâil,
3) Menâkıb-ül-Eimme gibi eserleri vardır.
İSLÂMIN VAKARI
Zamânın hükümdarı Adudüddevle onu Bizans'a elçi olarak gönderdi.
Bizans hükümdârı, kendisine meşhûr bir âlimin elçi olarak geldiğini
duyunca, onu makâmına çağırdı. Yalnız, kendisine müslüman olmadığı için
elçinin hürmet etmeyeceğini bildiğinden, bir hîle düşündü. Gelen elçinin
huzûruna girerken, kendi tebeasının yaptığı gibi yerlere kadar eğilerek
girmesini istiyordu. Bunun için, ancak eğilerek geçilebilecek üstü kapalı
bir yer yaptırdı.
Bâkıllânî'nin bu dehliz gibi yoldan makâmına getirilmesini emretti.
Bâkıllânî'ye, hükümdâr seni huzûruna çağırıyor diyerek, hazırlanan yerden
geçirmek istediler. Bâkıllânî bu yeri görünce, öne eğilerek girmedi. Ters
dönüp, eğildi ve Bizans hükümdârının odasına arka arka yürüyüp girdi.
Girince doğrulup, yönünü hükümdâra döndü. Bu hareketi gören Bizans
hükümdârı çok şaşırıp, heybeti ve vakarı karşısında ezildi.
Bâkıllânî hazretleri bir gün, Bizans hükümdârının sarayında, imparator
meclisinde papazlarla münâzaraya oturmuştu. Papazlar hazret-i Âişe ile
ilgili olan ifk hâdisesini konuşmaya başlayınca, Bâkıllânî, hazret-i
Meryem'i ve hazret-i Âişe'yi kasdederek; "Biri kocasız çocuklu, bir kocalı
çocuksuz iki mübârek kadının temiz oldukları vahiy ile bildirilmiştir."
diyerek karşılık verdi ve papazları susturdu.
1) El-A'lâm; c.6, s.176
2) Vefeyât-ül-A'yân; c.4, s.269
3) Târih-i Bağdâd; c.5, s.379
4) Tebyîn-i Kizb-ül-Müfterî; s.217
5) Şezerât-üz-Zeheb; c.3, s.169
6) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.10, s.109
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.5, s.7
ATA BİN YESAR
ATA BİN YESAR 659-743 m.)
Tâbiîn devrinde Medîne'de
yetişen büyük âlimlerden. Künyesi, Ebû
Muhammed Medenî'dir. Hilâlî lakabı ile de
tanınmaktadır. Peygamber
efendimizin, sallallahü aleyhi ve sellem
mübârek hanımlarından hazret-i
Meymûne'nin kölesidir. Kendisi gibi
yüksek âlimlerden olan Süleymân,
Abdülmelik ve Abdullah bin Yesâr'ın
kardeşidir. Yaklaşık 659 târihinde
doğdu. Hazret-i Osmân'ın zamânında yaşı
küçüktü. 84 yaşında 743 tarihinde
İskenderiye'de vefât
etti.
Atâ bin Yesâr, Eshâb-ı kirâmdan birçok
zât ile görüşüp onlardan ilim aldı.
Kendisi hazret-i Meymûne, Muâz bin Cebel,
Ebû Zer-i Gıfârî, Ebüdderdâ,
Ubâde bin Sâmit, Zeyd bin Sâbit, Muâviye
bin Hakem-i Selemî, Ebû Katâde,
Ebû Hüreyre, Zeyd bin Hâlid-i Cuhnî,
Abdullah bin Amr, Abdullah bin Ömer,
Abdullah bin Abbâs, Peygamberimizin
kölesi Ebî Râfî, hazret-i Âişe ve daha
pekçok sahâbîden hadîs-i şerîf rivâyet
etmiştir. Büyük hadîs âlimi İmâm-ı
Buhârî, İbn-i Saîd ve Ebû Dâvud onun,
Abdullah ibni Mes'ûd'dan da hadîs
rivâyet ettiğini bildirmişlerdir.
Rivâyetleri Kütüb-i Sitte denilen altı
sahîh hadîs kitabında yer
almıştır.
Atâ bin Yesâr'dan da akranı olan Ebû
Seleme binAbdurrahmân, Muhammed bin
Ömer bin Atâ, Muhammed bin Amr bin
Halhala, Hilâl bin Ali, Zeyd binEslem,
Şüreyh bin Ebî Nemr hadîs-i şerîf
rivâyetinde bulunmuşlardır.
Atâ bin Yesâr, Allahü teâlânın kelâmı
olan Kur'ân-ı kerîmin okunuşunu en
iyi bilenlerden birisiydi. Kırâat ilmi
adı verilen bu ilimde,Eshâb-ı
kirâmdan sonra en yüksek dereceye çıkan
âlimler, Medîneliler, Mekkeliler,
Kûfeliler, Basralılar ve Şamlılar olmak
üzere beş tabakaya ayrılmışlardır.
Medîne-i münevverede bu ilimle meşgul
olanlardan biri deAtâ bin Yesâr'dı.
Kur'ân-ı kerîmin okunuşunu bozulmaktan ve
değişmekten korumak için
gösterilen üstün gayretler o kadar çoktur
ki, yapılan çalışmalar akıllara
sığmayacak ölçüdedir. Eshâb-ı kirâmın
gösterdiği gayreti, kelimelerle
ifâde etmek mümkün değildir. Kur'ân-ı
kerîmin mânâsının anlaşılması ve
anlatılması yanında, her harfinin okunuşu
ve bundaki ihtilâflar, öyle bir
tesbit olunmuş ki, bu güne kadar bütün
müslümanlar, Kur'ân-ı kerîmi bu ilk
okunan şekli ile okumaktadır. Atâ bin
Yesâr, bu ilmi öğrenip insanlara
öğretmede üstün derecelere kavuşan
âlimlerdendir.
Hadîs ilminde de sika güvenilir bir âlim
olup çok hadîs-i şerîf rivâyet
etmiştir. Bu ilimde bir hazîne idi. İbn-i
Hibbân, Kitabüs-Sikkât'ında onun
sika râvilerden olduğunu zikreder. İbn-i
Sa'd da Tabakât'ında, sika sağlam
olup, çok hadîs rivâyet ettiğini
zikreder.
Yine Atâ bin Yesâr, güneş tutulunca
Peygamber efendimizin kıldığı iki
rekat namazın her rekatında altı rükû ile
dört secde yaptığını rivâyet
etmiştir. Atâ bin Yesâr'ın Resûlullah
efendimizden bildirdiği hadîs-i
şerîfte buyruldu ki: "Kırk dirhemi veya
bu değerde malı olduğu hâlde,
dilencilik eden kimse, dilenmekte ısrar
etmiş, günâha girmiş olur."
Atâ bin Yesâr'ın rivâyet ettiği bir
hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz
hazret-i Ömer'e hitaben; "Ey Ömer!
Öldüğün vakit adamların gidip senin
boyuna uygun bir mezar hazırlayıp, seni
yıkayıp kefenledikten ve koku
sürdükten sonra, seni götürüp mezara
koydukları ve toprağı üzerine örterek
geri döndükleri vakit hâlin nice olur?
Münker ve Nekir adındaki kabrin iki
büyük ibtilâsı (suâl melekleri) sana
gelir. Sesleri yıldırım indiren gök
gürültüsü, gözleri parlak şimşekler gibi,
uzun saçlarını sürürler. Uzun ve
sivri dişleri ile mezarın topraklarını
alt üst ederler. Sana çeşitli
zorluklar çıkarırlar. Seni korkuturlar. O
vakit senin hâlin nice olur ey
Ömer?" buyurdu. Hazret-i Ömer de; "Bu
zamanki aklım o zaman da başımda
olacak mı?" diye sordu. Resûl-i ekrem
efendimiz; "Evet." buyurunca; "Ben
onların hakkından gelir, gerekli
cevaplarını veririm." dedi.
Bir hadîs-i şerîfte; "İnsanların en
iyisi, borcunu en iyi şekilde
ödeyenlerdir."
buyruldu.
Atâ bin Yesâr buyurdu ki: "Şâban ayının
on beşinde, yâni Berât gecesinde o
yıl içinde ölecek olanların listesi
Azrâil aleyhisselâma verilir. Bu arada
ev yapan, su akıtıp ağaç diken ve yeni
evlenen nice kimseler vardır ve
isimleri bu listededir. Fakat onlar bunu
bilmezler."
Atâ binYesâr şöyle anlatıyor: Kur'ân-ı
kerîmde meâlen; "Ey îmân edenler!
İçki, kumar, putlar ve fal okları,
şeytanın işlerinden bir pisliktir.
Bunlardan kaçının ki, felâh bulasınız!"
(Mâide sûresi: 90) âyet-i
kerîmesinin mânâsı Tevrât'ta şu şekilde
vardı. "Bâtılı gidersin, oyunu
boşa çıkarsın, çalgılı oyun âletlerini
yok etsin! diye, biz hakkı
indirdik. Şarap içene yazıklar olsun!
Allahü teâlâ bu mânâda, izzetine ve
celâline yemin ederek; "Bir kimse, haram
olduğunu bilerek içerse, kıyâmet
günü onu suya hasret bırakırım. Şarabın
haram olduğunu bilerek bırakana,
Cennet ırmaklarından içiririm."
buyurdu.
Atâ bin Yesâr, Yâlâ binMürre'den şöyle
anlatıyor: "Biz hazret-i Ali'nin
yakınlarından bâzıları ile buluştuk. Yâlâ
onlara dedi ki: O, şu anda
savaşan kimsedir. Onun hayâtı için emin
değiliz. Ona bir zarar gelebilir.
Bundan sonra odasının kapısında nöbet
tutmaya başladık. Bir ara namaza
çıktı. Bizi görünce; "Burada ne
yapıyorsunuz?" diye sordu. Biz de: "Seni
bekliyoruz, yâ müminlerin emîri!.. Zîrâ
sen, harp yapan bir kimsesin. Sana
bir zarar gelmesinden korkuyoruz." diye
cevap verdik. Onlara sordu: "Beni
semâ (gök) ehlinden mi koruyorsunuz,
yoksa yer ehlinden mi?" Biz de:
"Elbette yer ehlinden! Semâ ehlinden
nasıl koruyabiliriz?" deyince;
"Allahü teâlânın takdir etmediği hiç bir
şey semâda da olmaz. Herkesin
işlerine vekil olan iki melek vardır.
Kaderi olarak takdir edilen şeyler
başına gelinceye kadar, her şeyi ondan
uzaklaştırırlar. Kaderde olan başa
gelince de, kaderi ile onu başbaşa
bırakırlar." buyurdu.
Allahü teâlâya en çok yaklaşanların,
güzel ahlâkta Peygamber efendimize en
çon benzeyenler olduğuna işâret ederek;
"Yükselenler hep güzel ahlâkları
sâyesinde yükselmişlerdir. Ahlâkın kemâl
mertebesine ancak Muhammed
aleyhisselâm yükselmiştir."
buyurdu.
ANNE DUÂSI
Atâ bin Yesâr anlattı: Yolculuk yapmakta
olan bir kervân, bir yerde mola
vermişti. Fakat bu sırada bir merkebin
sesi onların uyumalarına mâni oldu.
Bunun üzerine bu sesin geldiği tarafa
doğru gittiler. Sesin geldiği yere
varınca kıldan yapılmış çadır içerisinde,
yaşlı bir kadınla karşılaştılar.
O kadına; "Bu merkep sesi nereden
geliyor. Onun sesinden bir türlü
uyuyamadık?" dediklerinde, kadın; "O
merkep gibi ses çıkaran benim
oğlumdur. Hayatta iken bana eşek diye
hitâb ederdi. Allahü teâlâya onu
eşek yapması için bedduâ ettim. Onun için
böyle her gece sabaha kadar
merkep gibi ses çıkarır." dedi. Bunun
üzerine kervan sâhipleri o kadına;
"Bizi onun kabrine götür, onun kabirdeki
hâline bir bakalım." dediler.
Kabre gidip, açıp baktıklarında, boynunun
eşek boynu gibi olduğunu
gördüler.
1) Tezkiret-ül-Huffâz; c.1,
s.90
2) Mîzân-ül-İ'tidal; c.3,
s.77
3) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.7,
s.217
4) Vefeyât-ül-A'yân; c.3,
s.399
5) Tehzîb-ül-Esmâ ve'l-Luga; c.1,
s.335
6) Miftâh-üs-Seâde; c.1, s.10,79,192,
c.2, s.7,14, 16,18,162
7) Tabakât-ı İbn-i Sa'd; c.5,
s.173
8) Nevâdir-ül-Âlem (Kalyûbî);
s.27
9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2,
s.132, c.16, s.10, c.6, s.327
ALVARLI EFE HAZRETLERİ
ALVARLI EFE HAZRETLERİ
HAYATI
Pederleri: Muhterem Hace Hüseyin Efendi (Gedai)
Hace Hüseyin
efendi Hazretleri'nin Mahdumları;
1.Muhammet Lütfi Efendi Hazretleri: Bu hazırlığı, etrafında kıyam
ettiği
kimsedir.
2.Hasbi Efendi:
3.Ahmet Efendi: I. Cihan Harbi’nde şehit
olur.
4.Hacı Emin Efendi: I. Cihan Harbi’nde
şehit olur.
5.Hace Mahmud Vehbi Efendi: Hicri 1365 Ramazan-ı Şerifin l2. Günü
Hakk'ın
rahmetine kavuşur.
Doğumu :
Hicri 1285 tarihinde Hasankale'ye bağlı Kındığı
Köyü'nde dünyaya geldi.
Babası Hace
Hüseyin Efendi; yeteri kadar malumat bilinmemektedir. Validesi
Seyyide Hatice
Hanım'dır. Efe hazretleri ilk tahsilini muhterem
pederlerinin yanında
tamamlar.
Sivaslı Camiine Tayini: I3O7'de, 22 yaşında
iken Hasankale'nin Sivaslı
Camii’ne imam olur.
Pir-i Küfrevi
Hazretleri'ni Ziyareti: l307 senesinde, muhterem pederleri
ile birlikte Pir-i Küfrevi Hazretlerinin feyz dolu
huzuruna çıkar.
Sohbetleriyle müşerref olur. Hazreti Pir,
Efe Hazretlerini halife nasb
ettiğini emreder. Efe Hazretleri henüz 2I
yaşındadır. DİNARKOM: Bir müddet
vazife yaptığı Hasankale'den Erzurum’un Dinarkom
Köyüne tayini yapılır.
Erzuruma Doğru:
Efe Hazretleri kahredici Rus istilası sırasında
Dinarkom'dan 16
Şubat 19I6 `da Erzurum’a taşınır. Erzurum'un istilası ise
Efe Hazretlerini derinden
yaralar.
Bu acılarını şu mısralar ile terennüm
eder:
Kopdu bugün
kıyamet
Yer yüzü al kan
oldu
Görülmemiş alamet
Kardan bir tufan
oldu.
Tercan Yavi:
İstila görmüş baht-ı kara yurdun derdi için Tercan'ın Yavi
Nahiyesine gelir. Köyde ve çevresinde
kendisinin gönlüne girdiği herkesi,
bu acılı istilaya karşı silahlandırır
ardından Ermeni mezalimi baş
gösterir.
Ermeni Katliamı: Artık zamanı gelmiştir.
Ermenilerin katliama başlaması
üzerine, köyden ve diğer köylerden
topladığı 60 kadar çete halinde bir
müfreze ile Rusların karargah deposu olan
köye, taarruz eder. Erzurum’a
döndüğünde ise acı manzara ile
karşılaşır. Muhterem pederleri ağır
yaralıdır ve ardından da vefat
eder.
Hac Yolculukları: l. Haccı; l947 yılında
11 kişiyle 110 gün sürer.
2. Haccı; l949'da, 3.'sü ise I950'de yapmıştır. Bu yolculukları İstanbul'a
kadar trenle, oradan Cidde'ye ise uçakla
gitmiştir.
Aşk Duygusu: Efe hazretlerinin tüm
şiirlerinde ve gazellerinde Allah aşkı
ve Hz. Muhammet (sav) sevgisiyle yanıp
tutuştuğu görülür.
Ahlakı: Efendimizin
Ahlakı'dır.
Siması: Mütebessimdi. Nurani idi. Beyaza yakın buğday benizli idi ve
mübarek kaşlarının arası
açıktı.
Abdurrahman
Efendi Anlatıyor: Efendi Hazretleri'ni görür görmez sanki,
Sahabe-i Kiram bakiyesi, Sahabe-i
Kiramdan kalma bir zat gibi gördüm.
Mübarek şekli, şemali. Hali etvarı, kemali ve
ilmi, irfanı beni tesir
altına aldı. Hemen kendisiyle irtibat
kurdum. Ve kendisine intisap ettim.6
ay yedek subaylığımı tamamladıktan sonra
Konya'ya gittim ve duramadım.
Erzurum 'a geri döndüm. Aralıksız 10 yıl
orada kaldım. Zaten O ‘nun yüzüne
bakanın gözleri kamaşır, sakalı göğsünde,
yüzünün nurundan müteessir
olurdu. Devamlı bir daha bakamazdı. Öyle
kamil bir insandı.
Sohbetleri: Tevhid derslerini talim
mahiyetindedir. Hadis-i şeriflerden
bahseder, Peygamber sevgisini ve Sahabe
sevgisini işlerdi.
Alvar Köyü:
Vazifesini tekrar Hasankale'ye naklettirir. Müftülüğü
kabul
etmez. Alvar
Köylülerinin ısrarlı talepleri üzerine o köye teşrif eder.
Efe Hazretlerinin duygu ve düşüncesinin
Piştiği yer Alvar Köyü'dür.
Dünyaya Değer Vermeyişi: Dünyaya karşı
alakasız yaşar. 90 senelik
hayatında taş taş üstüne koymamış, ev sahibi olmayı hatırlamamış, dünya
metaı ve malına malik olmayı arzu
etmemiştir. Gayet temiz giyerdi.
Şefkat Ve Merhameti: Pek çok misalleri
hala yaşıyor. Düşkünlere ve
hastalara karşı çok merhametli
idi.
Sakın incitme bir
canı
Yıkarsın arşı Rahman 'ı
der.
Mürüvveti: O'nun meclisi herkese açıktı.
Bunalan o dergaha koşar.
İfadesindeki sihir herkesi büyülerdi.
Sarhoşların, O'nun huzurunda
tövbekar olduklarını
görürüz.
Adalet, merhamet, insaf gerektirir ehl-i imane
Mürüvvet et kıyas-ı nefs ile zulmetme insane.
der.
Vefatı: 1939’a kadar o köyde kalır. Çok
büyük alaka gördüğü o köyden
rahatsızlığı sebebiyle ayrılır. l2 03
1956'da semamızdan bir yıldız daha
kayar gökyüzü mateme bürünür. Şiddetli
kış Erzurum'u beyaz kefene
sarmıştır.
Tevafuka bakın ki; Pederleri ile aynı
günde vefat eder. Erzurum'un
kurtuluşu aynı
gündür.
Allah rahmet etsin.
(Amin)n