Allahü Teâlâ, kendi varlığını bilsin, ibâdette bulunsun ve yer yüzünü de imâr
etsin diye insan varlığını yaratmayı mürad ettiği zaman, Meleklerine:
— «Ben yer yüzünde muhakkak bir halife yapacağım, bir halife tâyin edeceğim
ki kendi irademden kudret ve sıfatımdan ona bazı selâhiyetler vereceğim ki, o
bana vekâleten mahlûkatım üzerinde bir takım tasarruflara sahip olacak, benim
nâmıma hükümler icra edecek, benim vekilim olarak benim emirlerimi, benim
kanunlarımı tatbike memur bulunacak. Sonra onun arkasından gelenler ve ona halef
olarak yâni vazifeyi icra edecekler bulunacaktır,» buyurdu.
Melekler bir taraftan bundaki şerefi takdir ettiler, diğer taraftan da
yeryüzündeki bir mahlûka böyle yüksek bir irade selâhiyeti bahşedilmesinde bir
şer ihtimalinden de korktular. Allahü Teâlâ bundaki gizli hikmetlerini de
bildirmediği için:
— «Ey Rabbimiz! Yer yüzünde onu fesada Verecek, onda fesadlar çıkaracak ve
kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın? Halbuki biz hep sana hamdederek,
daima seni tesbih ve takdis edip dururken,» dediler.
Ve bu suretle maksatları —hâşâ itiraz olmayıp hikmetini sormak olduğunu
bildirdiler, mamafih bununla hilâfete zımnan bir rağbet de gösterdiler. Allahü
Teâlâ cevaben:
— «Her halde ben sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim,» buyurdu. Melekler bu
cevap karşısında sustular ve birbirlerine:
— — «Elbette rabbımız her şeyi bilir, faydası olmayan bir mahlûk yaratmaz,»
dediler.
Allahü Teâlâ, Meleklere: .
— «Muhakkak ben, kuru çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer
yaratacağım, binaenaleyh ben, onu tam bir insan kıvamına koyup içine ilâhî bir
emrim olan ruhtan feyiz verdiğim vakit, onun için secdeye kapanın,» dedi.
Bunun üzerine Melekler, hepsi toptan secde ettiler, ancak iblis dayattı,
kibrine yediremedi ve secdeden kaçındı. Çünkü o- kendisini en üstün mahlûk kabul
ediyordu.
Allahü Teâlâ:
— «Ya iblis! Sen niçin secde edenlerle beraber olmadın?» dedi. iblis de:
— «Benim bir kuru çamurdan, bir sûretlenmiş balçıktan yarattığın bir beşere
secde etmem mümkün değildir. Zira ben ateşten yaratıldım, Ateş'ise topraktan
üstündür,» dedi ve bu bâtıl kıyasıyla itaat dairesinden çıkarak fiilen kâfir
oldu.
Allahü Teâlâ: .
— «O halde, çık oradan, çünkü sen tard olundun. Ve bu lanet ceza gününe kadar
üzerindedir.» Şeytan:
— «Rabbim! öyle ise bana onların tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver,»
dedi.
Allahü Teâlâ da ba's gününe kadar değil, ecel günü yani birinci sürün
üfürülmesine kadar mühlet verdiğini bildirdi
Bunun üzerine Şeytan:
— «Ya rabbi! benim azgın ve asiliğime hükmetmekliğin vesilesiyle yemin ederim
ki, ben, o insanlar için yer yüzünde ziynetler yapıp onları kandırarak hepsini
yoldan çıkaracağım, ancak içlerinden mıhlasın Kulların müstesna. Yâni hâlis
taatın için seçilmiş lekesiz has kulların aklanmazlar,» dedi.
Allahü Teâlâ, Şeytanın beşerin ilk maddesine bakarak onlara mutlak tahakküm
edebileceğine kaail olmasına rağmen, muhlas kullar için hakkı teslim etmesi
üzerine buyurdu ki:
— «işte bu dediğin, sahiplerini azıtamayacağını itiraf ettiğin o ihlâs ve
tevhîd, bana kavuşturan dosdoğru bir yol, hak bîr kanundur. Hakikaten kullarım
üzerine ne sözle ilzam edecek bir delilim, ne fiilen musallat olacak bu kudretin
yoktur. Ancak sana uyan azgınlar müstesna. Yani ancak onları sürükleyebilirsin.
Fakat o da senin hükmün ile değil, onların iradelerini kötüye kullanarak sana
uymaları ve arkana düşmeleri sebebiyledir. Yoksa muhlaslara tasallut edemediğin
gibi, diğerlerine de edemezsin. Şüphesiz Cehennem de o sana uyan azgınların vaad
olunan yerleridir.»
Allahü Teâlâ, insanın şerefli, itibarlı ve kendisine halife olmaya lâyık bir
mahlûk olduğunu göstermek üzere Hz. Adem'e bütün esmayı talim ederek ilim ve
kelâm sıfatlarına mazhar kıldı, sonra da o âlemini Meleklere işaret ederek:
— Haydin, siz îmân ile ifade etmek istediğiniz hilâfete lâyık olma dâvanızda
isabetli iseniz; işte bunların isimlerini bana güzelce haber veriniz, buyurarak
onları, acziyetlerini izhar ve isbat için imtihan etti.
Bu imtihana karşı Melekler:
— Subhansın ya Rab! Senin bize bildirdiğinden başka bizim hiç bir ilmimiz
yoktur, her şeyi bilen ve dâima bilen âlim, her şeyde hakim, hakikaten Sensin ve
ancak Sensin, diyerek acziyetlerini izharla tesbîh eylediler.
Melekler acziyetlerini izhar ve hikmet ilmini teslim edince, Allahü Teâlâ: .
— Ya Adem! Meleklere şunların isimlerini güzelce haber ver, dedi, Bu hitabı
ile halifenin kim olacağına da işaret buyurdu ve böylece Meleklerden sonra Hz.
Adem'i de bu emir ile imtihan etti. Bunun üzerine Hz. Adem o arz olunan şeyleri
isimleriyle haber verince, Allahü Teâlâ, Meleklere:
— Ben size, Ben bütün arz ve semânın gaybını bilirim, demedim mi? Ve siz ne
açıklıyorsunuz ve ne gizliyorsunuz, onu da biliyorum, buyurdu.
Allahü Teâlâ Hz. Adem'e eş olarak kendi kaburga kemiğinden Havva validemizi
yarattı ve:
— Ya Adem, sen ve zevcen şu Cennette rahat yaşayınız. Nimetlerimden bol bol
yiyiniz. Ancak şu bur ağaca yaklaşmayınız, meyvesinden yemeye kalkışmayınız ki
haddini aşanlardan olursunuz, buyurdu. Ve Şeytanın kendilerine düşman olduğunu
bildirerek onun sözüne kanmamalarını istedi.
Allahü Teâlâ onlara yalnız bir ağacın meyvesinden yemelerini yasaklamıştı ki,
bu suretle insana, iradesini kullanmayı ve nefsine hâkim olmayı öğreterek
mükellefiyetten azade olmadığını hatırlatıyordu.
Onlara verilen bu nimetler üzerine ilâhî huzurdan kovulan ve insanoğluna
ebedî düşmanlığını ilân eden Şeytan, ilk olarak kendilerinde örtülüp gizlenen
kötü yerlerini meydana çıkarmak; avret mahallerini açmak için ikisine de vesvese
vermeye başladı. Hz. Adem ve Havva bu âna kadar yaratılışlarında kendilerini
utandıracak ve tiksindirecek çirkin pis şeylere mahal olacak kötü yerlerini ne
kendilerinde ve ne de birbirlerinde görmüyorlar ve hattâ bilmiyorlardı.
Settârul' uyub olan Halik Teâlâ evvel emirde onu örtmüş ve kendilerinden
gizlemişti.
Şeytan nihayet bir fırsatını bulup onlara yaklaştı ve:
— Ey Adem! Sana, seni burada ebedî kılacak bir devleti haber vereyim mi?
Diyerek, Allahü Teâlânın yaklaşmamalarını emrettiği ağacı gösterdi.
Hz. Adem, Şeytanın bu sözlerine aldırış etmedi, ancak şeytan da vesvesesinde
yılgınlık göstermedi ve:
— Rabbimiz sizi bu ağaçtan başka bir sebeple değil, ancak iki Melek
olacağınız veya bu Cennette ebedî kalacağınızdan dolayı nehyetti. Yani bundan
yerseniz ya Melekler gibi yemek, içmek ihtiyacından müstağni olursunuz, yahut
ölüm yüzü görmez burada ebedî kalırsınız, dedi. Kendisine inanmaları için de
yemîn ederek, «ben sizin nasihatçınız ve hayrınızı isteyicinizim» diye emîn
olmalarını istedi.
Hz. Adem ve Havva hiç bir kimsenin yalan yere Allaha yemin etmeyeceğini
düşünerek yanıldılar ve bu ağaca meylettiler. Hz. Adem burada içtihadında isabet
edemeyerek, o nehyedilen ağacın cinsinden olan başka bir ağacın meyvesinden
yemekte bir mahzur olmayacağına hükmetti ve beraberce Allahü Teâlâ'nın yasak
kıldığı ağacın meyvesinden tattıkları vakit örtülü ve gizli olan avret mahalleri
açılıverdi. Bunun üzerine hayalarından derhal üzerlerine Cennetin incir
yaprağından yamalar yamamağa başladılar. Allahü Teâlâ da kendilerine şöyle nida
etti:
— Ben sizi o ağaçtan nehyetmedim mi idi? Şeytan size açık bir düşmandır
demedim mi îdi?
Hz. Adem ile Havva cevaben:
— Ey Bizim rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer sen bize rahmet ve
mağfiret etmezsen, en büyük zarar ve felâketin içinde kalanlardan olacağız, diye
tevbe ve niyazda bulundular.
Allahü Teâlâ, Hz. Adem, Havva ve Şeytan'a hitap etti:
—— Haydi, bâzınız bâzınıza düşman olarak yer yüzüne ininiz. Size orada bir
müddet için karar edip nasiplenmek ve geçinmek vardır. Orada yaşayıp orada
ölecek ve yine ondan çıkarılacaksınız.
Hz. Adem ve zevcesi, dolayısıyla insan nevi yer yüzünde böylece mekân tuttu
ve Şeytanla mücadele ederek Rabbından telâkki ettiği kelimelerle tevbe ve
istiğfarda bulundu. Allahü Teâlâ'nın emirleri ile amel etti ve tevbeleri de
kabul olundu. Çünkü Allahü Teâlâ esirgeyici ve bağışlayıcıdır.
Hz. Adem beş şeyi ile bahtiyar olmuştur:
Hatâsını itiraf, pişmanlık, nefsini kötülemek, tevbeye devam ve rahmetten
ümidi kesmemek.
iblis de beş şey ile bedbaht olmuştur:
Günahını ikrar etmemek, pişmanlık duymamak, kendini kötülemeyip azgınlığını
Allahü Teâlâ'ya niubet etmek ve rahmetten ümidini kesmek.
Ahnef ibni Kays, Medine'de Müminlerin Emiri Hz. Ömer'i görmek ister, bir de
bakar ki büyük bir kalabalık halka halinde toplanmış, Kâ'bül'ahbar onlara vaaz
veriyor ve şunları anlatıyor:
— Âdem aleyhisselâma vefat emri geldiği zaman; «Ya Rab, düşmanım iblis, beni
meyyit halinde görünce kendisi kıyamet gününe kadar mühlete kavuşmakla
sevinecek, bana şamata edecek,» dedi. Cevap verildi ki:
— «Ya Adem, sen Cennete iade olunacaksın, o mel'un ise evvelkilerin ve
sonrakilerin adedi kadar ölüm acısını tatmak için tehu olunacak.»
Sonra Hz. Adem, Melekül'mevt Azraile: «— Ona ölümü nasıl tattıracaksın?
Vasfını bana anlat,» dedi.
Onun ölümünün vasıfları anlatıldığı zaman, Hz. Adem: «— Ya Rabbi! Kâfi» dedi
Bunun üzerine orada vaazı dinleyen insanlar, heyecana gelerek; «— Ya Ebâ
İshak! O nasıldır? bize anlat» dediler.
Kâ'b'ın anlatmak istememesi üzerine çok İsrar ettiler, bunun üzerine dedi ki:
— Allahü Teâlâ, birinci sûr'un ufürülmesi akabinde Azrail'e diyecek ki:
— «Sana yedi Sema ve yedi Arz ahalisinin kuvvetini verdim ve bugün sana bütün
gadap kisvelerini giydirdim. Şiddetli gadabımla in, o tard olunmuş İblis'e artık
ölüm acısını tattır, sakaleynden evvel ve ahirlerin acılarını hep birden ihtiva
etmek üzerine bütün illet ve hastalıkları yüklet. Beraberinde gayz ve gadapla
dolu yetmiş bin zebani, her biriyle de Cehennem zincirlerinden zincirler,
tomruklarından tomruklar bulunsun. Cehennem kancalarından yetmiş bin kanca ile o
mel'unun kokmuş canını çıkarın. Malik'i de çağırın Cehennem kapılarını açsın.»
Bunun üzerine Azrail öyle bir suret ile inecek ki ona Semâ'ların ve Arz'ların
ahalisi baksa korku ve dehşetlerinden derhal ölürlerdi, inecek, Iblis'e varıp
«dur, ya habis! Artık sana ölümü tattıracağım, çok ömür sürdün. Nice nesilleri
azdırdın, yoldan çıkardın. Ancak işte malûm vakit geldi.» diyecek. Mel'un Şeytan
Doğuya kaçacak, bakacak Melekül'mevt gözleri önünde, Batıya kaçacak bakacak yine
gözlerinin önünde, denizlere dalacak denizler kabul etmeyecek, hâsılı yer
yüzünün her tarafına kaçacak, sığınacak kurtulacak hiç bir yer bulamayacak,
sonra Dünyanın ortasında, Hz. Adem'in kabri yanında duracak veya Doğudan Batıya
Batıdan Doğuya topraklarda sürünecek, nihayet Adem aleyhisselam'ın yer yüzüne
indiği mevzîye varınca Arz, bir kor gibi olacak Zebaniler kancaları takıp
didikleyecekler de didikleyecekler. Allahü Teâlâ'nın dilediği zamana kadar can
çekişip azap içinde kalacak. O böyle can çekişirken Hz. Adem ve Havva'ya'da:
— «Kalkınız düşmanınız ölümü nasıl tadıyor, bakınız» denecek. Kalkacaklar,
onun çektiği azabın şiddetine bakacaklar da:
— «Ya Rab, bize nimetini tamamladın» diyecekler.