REKLAM

17.01.2017

nikah kağıdı


Kadınlar ikinci eş olmayı neden ve nasıl kabul ediyorlar?
Resul Tosun
Milli Gazete 26 Aralık 2000
TV kanallarının dinimizde kusur aramak için yaptığı ve oldukça da yüksek reyting yakaladığı programlar, bir yandan İslam'ın dolaylı olarak tebliğine vesile olurken öte yandan bazı kafaları da karıştırdığı muhakkak.
Son programlar İslam'daki çok eşliliği gündeme taşımış, önüne gelen fikir beyan etmiş, İslam Hukuk Metodolojisinden bihaber ama bir miktar dini kültürü olan kimileri çok evliliğin bir ruhsat olmayıp emir olduğunu, hatta çok evliliğin dört eşle sınırlı olmayıp sonradan sınırlandırıldığı iddialarında bile bulunulmuştur..
Bu konuya aslında diyanetin ve ilim adamlarının ciddi biçimde eğilmesi ve topluma aşılanmaya çalışılan şüpheleri izale etmeleri gerekir. Ama henüz bu konuda sadra şifa bir yayın yapılmadığı için tereddütler giderilmiş değil. Geçenlerde bir üniversite öğrencisinin sırf çok evliliği tartışmak için bana gelmesi üzerine aşağıdaki notları düşme zarureti hissettim.
Öncelikli olarak tespit etmemiz gereken nokta çok evliliği İslam'ın getirmemiş olması, var olan çok evliliği dört kadınla sınırlaması, bunu da yapılmadığı takdirde kulun günaha gireceği bir emir olmayıp bir ruhsat olarak belirlemesidir. Hanımı doğurgan olmayan bir kocanın, kısır olan hanımını boşamak yerine doğurgan ikinci bir hanım ile evlenmesi bir ruhsattır. Hanımı hasta olan bir kocanın sağlıklı ikinci bir hanım ile evlenmesi de bir ruhsattır. Savaş deprem ve benzeri afetler sonunda kadınların sayısının ereklerden fazla olması halinde de birden fazla evlilik bir ruhsattır. Bu ruhsatlar dışında çok eşlilik yapılmaz mı? Siz ne derseniz deyin yapılıyor. Üstelik çok yaygın bir şekilde yapılıyor.
Burada, sistemin resmen tanımadığı bir ortamda, karşımıza, "Dinen cevaz olsa bile birden fazla kadınla evlenmek ne kadar sağlıklıdır?" sorusu çıkmaktadır.
Resmi nikahı bulunmayan hanımların genelde mağduriyet ihtimali yüksek olduğu için ben şahsen cevaz olsa bile Türkiye şartlarında birden fazla hanımla evlenmeyi sağlıklı bulmam. Çünkü resmi nikahı olmayan hanımın hukukunu koruyacak resmi hiçbir müeyyide yoktur. Karıkoca arasındaki ihtilaflarda resmi nikahı olmayan hanım özellikle de beyin vicdansızlığı halinde mağdur olacaktır.
İkinci üçüncü veya dördüncü eşler kocanın vicdanından başka hiçbir himayeye sahip değildirler. Dolayısıyla resmi nikahı bulunmayan eşlerin hukukları her an ihlal edilebilir.
Tabi burada sadece erkekleri suçlamak da çok mantıklı değildir. Genelde soru tek taraflı soruluyor. Neden erkekler birden fazla kadınla evleniyor deniyor. Oysa eğer bir sorumluluk varsa erkeğin olduğu kadar kadının sorumluluğu da vardır.
Soru "neden erkekler ikinci kadınla evleniyor ve kadınlar ikinci eş olmayı neden ve nasıl kabul ediyorlar?" şeklinde sorulursa daha insaflı olur.
Şu tespiti de yapmakta fayda umuyorum ki, şehirlerdeki çok evlilikler kırsaldaki çok evlilikten daha fazla sorunludur! Zira, çok eşlilik kırsalda açıktan yürütüldüğü için resmi nikahı olmasa da ikinci üçüncü eş kocasının evindedir ve onun himayesindedir. Toplumun ve çevrenin baskısı ikinci eşin hukukunu korumada çok önemli bir etkendir. Oysa büyük şehirlerdeki çok evlilik genelde gizlidir. Gizli olduğu için de ikinci eş çevrenin desteğinden ziyade gizli ilişki içinde olduğu için güvenilmez ve itimat edilmez konumdadır. Şehirlerdeki çok eşli erkeklerin hepsi değilse de bir çoğu metres hayatını dini nikah ile meşrulaştırma yolunu seçmiş gibidir. Resmi nikahlı eşinden ve ailesinden gizlediği için ikinci eşe seyrek uğranmakta dolayısıyla İslam'ın cevaz verdiği çok eşlilik hukukuna riayet edilmemekte ve hem gizli nikah hem de adaletsizlik sebebiyle beyler sorumlu duruma düşmektedir. Binaenaleyh bu şekilde çok evliliğin - gizli nikah tartışmalı olmakla beraber- dinen cevaz noktası bulunsa bile dindarları rencide edecek bir netice söz konusu olduğu için müminlerin kaçınması gerekir.
İslam hukukunun uygulanmadığı ve haklarının korunmadığı bir ortamda ikinci eş olmayı kabul eden kadınlar, kusura bakmasınlar ama haksızlığa uğradıkları zaman bunun sorumlusu kendileri olacaktır.
Binlerce çiftin dini nikah ile çok eşli olarak yaşadığı ve fiili bir durum oluşturduğu ülkemizde yönetimin ikinci eş konumundaki hanımların hukukunu korumaya yönelik yasal düzenleme yapmaması ise siyasetçilerin üzerinde tartışması gereken bir konudur!
Özetle diyorum ki, hastalık, kısırlık, kadın nüfüsunun erkeklerden fazla olması ve benzeri sebeblerle bir ruhsat olan çok evlilik farziyet gücünde bir emir değildir. Türkiye gibi resmi nikahı olmayan hanımların hukukunun korunmadığı ortamlarda çok evlilikten uzak durulmalıdır.
Bir hanım bu şartlarda bile ikinci eş olmayı içine sindiriyorsa bize söz söylemek düşmez, herkes özgürdür.

Biz sadece uyarırız.
İslam'da Haram Olan Evlenme Şekilleri
  Bunlar İslamdan önce cahilliyet devrinde uygulanan nikah şekilleridir. Tamamı batıldır.
 
·  Nikah-ı Muta
·  Nikah-ı Makt : Dul kalan kadın kocasının mirasına dahil olurdu. Başka karısından çocukları varsa en büyük oğul babasının karısına başkasından daha çok hak sahibiydi. Eğer üvey annesi ile evlenmek istiyorsa onun üzerine bir elbise atar ve onu sahiplenirdi, bu genel bir uygulama şeklini almıştı.
·  Nikah-ı Şığar : Takas evlenmesi demektir. İki kişi aynı miktar mehirle, kızlarını birbirine evlenmek üzere vermeyi taahüt ederler. Kadına verilmesi gereken mehirden babave kocalar faydalanmış olur.
·  Nikah-ı İstibda : Kendi soyundan daha asil ve daha zeki bir çocuk sahibi olmak isteyen adam, karısını meziyetleriyle tanınmış bir erkeğe gönderir. Kadın gebe kaldıktan sonra evine döner. Koca gebelik kesin belli oluncaya kadar karısına yanaşmaz. Doğan çocuk kocadan olmuş sayılır ve onun mirasçısı olurdu.
·  Grup Evlenmesi : Sayıları onu geçmeyen bir grup erkek aynı kadınla cinsel ilişkide bulunurdu. Kadı, gebe kalır çocuk doğurursa, doğumdan bir müddet sonra bu erkeklerin hepsini davet eder ve  onlara şöyle derdi: Benimle olan ilişkinizden doğan şeyi biliyorsunuz. bir çocuk sahibi oldum. Erkeklerden birine hitap ederek: "Ey Ebucehil çocuğuna istediğin adı koy" derdi. Bu andan itibaren  o kimse çocuğun babası olur ve babalığı red edemezdi.
·  Serbest Birleşme : Bazı kadınlar bütün erkekleri kabul ederler ve kapılarına bayrak asarlardı. bir çocuk doğurunca bütün müşterilerini toplar ve "kaif" denilen bir kimse çocuğun babasının kim olduğunu tayin ederdi. Artık o kimse çocuğun babası olurdu.
·  Nikah-ı Bedel : İki erkeğin karılarını muayyen bir müddet için değiştirmeleridir.
·  Nikah-ı Hdn : Erkek muayyen bir bedel karşılığında bir kaç gün birlikte yaşamak için kadınla anlaşırdı. bu bir nevi metres hayatı şeklinde olan bir birleşmeydi.
·  Deneme Evlenmesi : Kadının muayyen bir dostu varsa ve bundan bir çocuk doğurmuşsa, beyanı üzerine kadın o kimseye nikahlanırdı. Bu bir çeşit dneme evlenmesiydi.
 

Kaynak:
Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
Hürmet-i Musahara 
Hürmet-i Musahara: Hısımlıktan metdana gelen haramlık demektir. Bu hısımlık hakiki olur bir de hükmi olur. İkisinde de haramlık meydana gelir. Hakiki  hısımlıktan evlenilmesi haram olan kadınlar bölümünde bahsetmiştik. Hükmi hısımlık ise aşağıda açıklanacaktır. Bu meseleler az da olsa müslüğmanların başına gelen olaylardır. Müslümanların bu konuda çok dikkatli olması lazımdır. Çünkü  bu konu takva veya teferruat değil, farz ve haram olan konulardır.
Hanefi mezhebine göre hurmet-i musahara şöyle tarif edilir : "Birbiriyle cinsel ilişkide bulunan yahut derileri çıplak olarak veya vücut sıcaklığını hissettirecek kadar ince bir elbisenin üstünden birbirine değip şehvet duyan yahut birbirinin cinsel organını açıkça görüpde (kıl bitim yerini görmek yeterli deği) şehvet duyarlarsa "Hurmet-i Musahara" meydana gelir.
Yani sanki birbirleriyle karı-koca olmuş gibi birbirlerinin büyükleri ve küçükleri kendilerine haram olur. Hükmi hısımlık meydana gelir. Birkaç örnek vermek gerekirse:
  • Bir kimse şehvetle kayın validesinin veya kayın pederinin elini tutarsa eşi ona haram olur.
  • Bir erkek kayın validesinin veya bir kadın kayınpederininm elini tutup bu sebeple her ikisinde veya birinde şehvet hissi doğarsa, eşlerin kocaları kendilerine haram olur, nikah gider
Şehvetin ölçüsü : Yalnız aklından kötü birşey geçirmek değil, erkeğin cinsel organının canlanması kadın ve yaşlının kalbinin meyletmesi.
Bu haramlılığın oluşması için, kendine dokunan veya cinsel organına bakılan kişinin "müştehat" olması şarttır. Dokuz yaşından aşağı olan çocuklar müştehat değildir.
Bu dokunuşun veya bakışın, bilerek, sehven, hataen veya zorla oluşu arasında hiçbir fark yoktur. Hepsinde haramlılık gerçekleşir.
Faydalanılan Eserler:
Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN


HULLE-HULLECİ
Yeni ve güzel elbise, astarlı elbise, kadın, silah. Bir İslâm hukuku terimi olarak; üç talakla boşanmış olan bir kadının, eski kocasına yeniden dönebilmesi için, üçüncü bir erkekle usûlüne göre evlenip, ölüm veya boşanma ile bu ikinci evliliğin sona ermesi ve kadının eski kocasına helâl hâle gelmesi işlemi demektir.
İslâm hukuku kocaya mutlak boşama yetkisi vermiştir. Kadın da tefvîz (bk. Tefvîz-i talak) yoluyla boşama yetkisine sahip kılmabilir. Prensip olarak, karısını boşayan onunla yeniden birleşebilir. Ric'î (cayılabilir) talakla boşama hâlinde iddet süresi içinde, yeniden nikâh akdine gerek olmaksızın evlilik devam edebilir. Üç defa boşanmışsa artık kadının bir üçüncü erkekle muteber bir şekilde evlenmesi ve bu ikinci evliliğin talak, fesih veya ölümle ortadan kalkmış olması şarttır. İşte koca ile eski karısı arasındaki, bu geçici yasağı ortadan kaldırmaya yönelik muâmelelere tahlîl; "helâl kılma", "helâlleştirme" veya "hulle" adı verilir.
Hulle'nin dayanağı âyet ve hadistir.
Kur'ân-ı Kerîm'de; boşamanın iki defa olduğu, bundan sonra, ya iyilikle tutmak veya güzellikle salıvermek gerektiği belirtildikten sonra (el-Bakara, 2/229) bir sonraki âyette şöyle buyurulur: "Yine erkek, karısını (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helâl olmaz. Bununla beraber, eğer bu yeni koca da onu boşarsa onlar (birinci koca ile aynı kadın) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını zannederlerse (iddet bittikten sonra tekrar) birbirine dönmelerinde her ikisi hakkında bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/230).
Bu âyette ve İslâm'ın diğer hükümlerine göre, meşrû bir hullenin şartları şunlardır:
1) Bir defada veya ayrı zamanlarda üç kere boşanan kadın iddetini tamamlayacak.
2) Bundan sonra, başka bir erkekle, sahih nikâhla evlenecek
3) Evlendiği ikinci kocasıyla zifaf meydana gelecek.
4) Ölüm veya boşama suretiyle bu ikinci evlilik sona ermiş bulunacak.
5) Kadın, ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış olacak.
Ancak bu şartlar yerine geldikten sonra bir erkeğin üç defa boşadığı karısıyla yeniden evlenmesi mümkündür (el-Cassâs Ahkâmü'l-Kur'ân, Âsitâne, thk. Muhammed es-Sâdik, Dâru'l Mushaf, Kahire, ts., ll, 88, 89; Mehmed Zihni, Münâkehât ve Mufârekât, İstanbul 1324/1906, s. 43-45).
İslâm'dan önceki Arap toplumunda erkek, karısını dilediği kadar boşar ve yeniden ona dönebilirdi. Evlilik yuvasını zayıf düşüren bu uygulamayı İslâm üçle sınırladı. Üç defa boşanan eşlerin artık barışma ve evlilik hayatını sürdürme arzuları azalmış demektir. Buna rağmen yine de evlenmek isterlerse, yuvayı İslâmî ölçüler içinde sürdürme konusundaki kanaatleri güçlü ise, hulle'den sonraki devrede yeniden evlenmeleri mümkün ve câizdir.
Ancak üçlü boşamadan sonraki hulle şartı veya cezası taraflara ağır geldiği için, gerçekte 5-6 ay gibi iddet sürelerinden önce gerçekleşemeyecek olan hulleyi, anlaşmalı yollarla çok kısa süreye sığdırma uygulamaları görülmüştür. İşte İslâm'a saldırmak için tenkid malzemesi olarak kullanılan ve bazılarınca hûlle-i şer'iyye kapsamında değerlendirilmek istenen hulle, bu sonuncusudur.
Üçlü boşama ile karısını boşayan koca, başka bir erkekle anlaşır, o da nikâhtan hemen sonra kadını boşayacağını taahhüd ederse, acaba bu şekildeki anlaşmalı evlilik karıyı ilk kocasına helâl kılar mı? Bu konuda, İslâm hukukçuları arasında görüş ayrılığı vardır.
Hanefiler dışındaki çoğunluk İslâm hukukçularına göre, anlaşmalı nikâh geçersizdir. Kadın, bununla ilk kocaya helâl olmaz. Dayandıkları deliller şunlardır
Hz. Peygamber, anlaşmalı nikâh yapana (muhallil) ve yaptırana (muhallelün leh) lânet etmiş ve birincisine "kiralık teke" tabirini kullanmıştır (İbn Mâce, Nikâh, 33; Tirmizi, Nikâh, 28; Nesaî, Talâk, 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 83, 87, 93).
Abdullah bin Abbas (Ö. 68/687), Hz. Peygamber'e, anlaşmalı nikâh yapanın (muhallil) durumunu sormuş O, söyle cevap vermiştir: "Hayır, ancak isteyerek yapılacak nikâh helâl kılar, hileli nikâh değil, Allah'ın kitabı ile alay da değil. Sonra, ikinci erkeğin kadınla cinsel ilişkide bulunması da gerekir" (et-Tâc, II, 313). Rıfaael Kurazî'nin karısı Hz. Peygamber'e gelmiş ve "Rifâa beni kesin olarak üç talakla boşadı. Ben de Abdurrahman b. Zubeyr (Ö. 72/691) ile evlendim. Ancak onda ki de (cinsel uzuv) çaput çıktı" demiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) tebessüm ederek; "Yani yeniden Rifaa'ya mı varmak istiyorsun? Ama sen, bunun (Abdurrahman'ın) balcağızından (cinsel organı), o da senin balcağızından tatmadıkça olmaz" buyurmuştur (Buharı, Libâs, 23, Talâk, 7,37; Ebû Dâvûd, Talâk, 49; Nesâf, Talâk, 9; İbn Mâce, 32; Mâlik, el-Muvatta, Nikâh, 7, 18). Burada, bir sahâbe kadının kocası ile ilgili en mahrem konuyu açıkça sorduğu ve Nebi (s.a.s)'in de bu soruyu normal karşılayarak hükmü ne ise Onu bildirdiği görülmektedir.
Hanefilere ve bazı Şafiîlere göre ise; anlaşmalı nikâh mekruhtur. Bâtıl değildir. Hulle için konuşulan "şu kadar süre, şu kadar para karşılığı evli kalma, ondan boşanma şartıyla evlenme vb. şartlar yok sayılır ve nikâh sürekli olarak meydana gelir. Hadîslerde, anlaşmalı nikâh yapana "muhallil"; helâl kılıcı, meşrû hâle getirici denmesi, akdin sahih olduğunu gösterir. El-Evzâîden şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Anlaşmalı nikâh yapan ne kötü yapmıştır, ancak bununla birlikte bu nikâh câizdir" (Muhammed Ali es-Sâbûnî, Revâiu'l-Beyân Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, 2. baskı, Dımaşk 1397/1977, I, 341).
Anlaşmalı evlilik gerçekte ilk kocaya gerekli teminatı sağlamaz. İkinci koca, nikâh akdinden sonra fikir değiştirerek, boşamaktan vazgeçse buna çare bulunmaz. Ancak kadın da boşama yetkisi almışsa, (tefvîz-i talâk) bunu kullanabilir (Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve İstilâhâtı Fıkhıyye Kâmusu, 1. baskı, İstanbul 1967, II, 109).
1917 Tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi (H.A.K) 15. maddede: "Bir kimse üç talak ile boşadığı kadınla, beynûnet-i kat'iye (kesin ayrılık) devam ettikçe yeniden evlenemez". 118. maddede ise; "Beynûnet-i kat'iye, karısının iddeti bittikten sonra hulle maksadı olmaksızın, başka bir kocaya varıp, cinsel temastan sonra ondan ayrılması ve iddetinin de tamamlanması ile ortadan kalkar" hükümleri yer almaktadır.
1961 tarihli, Pakistan Aile Hukuku Kararnâmesi de benzer hükümler ihtiva etmektedir (bk. 1951 tarihli Ürdün Kanunu Madde 12; Suriye Medeni Kanunu Mad. 36; Fas Medeni Kan. Mad. 39/3; Irak Medeni Kan. Mad. 13).
Türk Medeni Kanununda boşama sayısı ile ilgili bir evlenme engeli yoktur. Buna göre, bir kimse defalarca boşadığı karısı ile yeniden evlenebilir. Ancak T.M.K.da boşama bir takım sebeplere (bk. T.M.K. Mad. 129-134). bağlandığı için uygulamada defalarca boşanıp evlenene ender rastlanır. Diğer yandan, genellikle artık geçinme ve bir arada yasama imkânı kalmayan eşler boşanır. Bunların yeniden barışıp evlenmeleri pek nâdirdir.
İslâm hukukunda boşanma, özellikle erkek bakımından çok kolaylaştırıldığı için, bu yola sıkça başvurulur ve boşama irâdesi usûlüne uygun olarak açıklanır açıklanmaz hukukî sonuçlarını doğurur. Açıklanan iradeden rucû da mümkün olmaz. Beşerî hukuklarda ise, boşanma davası sonuçlanıncaya kadar davacı eş her zaman davadan vazgeçebilir.
Üç talâk hakkının bir defada kullanılması sonucunda, boşayan eş pişmanlık duyarsa, boşadığı eşiyle arasına hulle engeli girmektedir. Bu durum, kıskanç kocayı çileden çıkarmakta, probleme çare bulmak için bilim adamlarının kapısını aşındırmaktadır. Bu arada konunun inceliklerini bilmeyen kimselere de fetva için başvurulabilmektedir .
İşte, boşama iddetlerini gözetmeden, kısa sürede hileli evlenme ve boşanma yolu hulle'yi kötüye kullanılır hâle getirmiştir. Ancak İbn Teymiyye (Ö. 728/1327) ve İbnü'l-Kayyim el-Cevziyye (Ö. 751/1350) gibi bazı fakihler bir defada yapılan üç boşamayı, bir boşama sayarak, boşanmada karşılaşılan sertlikleri yumuşatma yoluna gitmişlerdir (Deliller hakkında geniş bilgi için bk. Hamdi Döndüren, İslâm Hukuku, 2. baskı, İstanbul 1983, s. 365 vd.).
Hamdi DÖNDÜREN
Şamil İslam Ansiklopedisi


Halvet-i Sahiha
Halvet, kelime anlamıyla bir yerde yalnız kalmak anlamına gelir. Sahih halvet ise, eşlerin hiç kimsenin göremeyeceği ve istekleri dışında kimsenin göremeyeceği ve istekleri dışında kimsenin giremeyeceği kapalı veya kapalı sayılan bir yerde yalnız kalmaları demektir. Bazı bakımdan zifafla aynı sonuçları doğurmaktadır. Hükmü zifaf diyebileceğimiz bu durumda da kadının mehrin tamamı üzerindeki hakkı kesinleşir.
Karı ve kocanın birinde cinsel ilişkiyi engelleyen bir durum bulunmazsa halvet sahih olur. engel ya hastalık, küçüklük, çelimsizlik gibi ferd bir durum vbeya farz olan namaz, farz olan oruç, hacda ihramda bulunma, hayız ve nifas gibi şer'i bir hüküm olabilir. Yanlarında kör, uykuda çocukta,  biri olsa ve yukarıdaki engellerden bir bulunursa halvetin sağlığını bozar. İktidarsızlık halveet mani değildir.
Sahih halvet, gusul almayı, kızların erkeğe haram olmasın üç talakla boşanmış eşin ilk kocasına dönüşünü ve mirasçı olmayı gerektirmez. Sadece iddet beklemeyi, nafaka ve mehri gerektirir.
Sahih bir evliliğin ardından  mehir borcunun doğabilmesi için evlenen kadın zifaf için hazır olmalı ve aralarında sahih halvet vuku bulmalı ve tarflardan birisi nikahtan hemen sonra ve ve zifaf veya halvetten önce ölmüş bulunmalıdır.
Nikah akdi yapıldıktan sonra, fakat zifaf veya sahihi halvetten önce bir ayrılık vukubulursa ayrılığa kimin sebep olduğuna bakılır.  Eğer ayrılığa erkek sahip olmuşsa mehirin yarısını kadına ödemelidir. Kadın olmuşsa bir şey gerekmez.

Faydalanılan Eserler:
1) İlmihal  İslam ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı İslami Araştırmalar Merkezi
2) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
Gelinlik giymek caiz midir?
  • Nikah merasiminde gelinlik giyilebilir mi?
  • Gelinlik Tesettüre aykırı düşer mi?
  • Tesettüre uygun gelinliği yabancı erkeklerin giymewsinde bir mahzur var mıdır?
Herkesin bildiği gibi gelinlik; manto, elbise gibi içeride ve dışarıda giyilen alışılmış  kıyafetlerden değildir. Belli ibr zamanda giyilmek üzere özel olarak hazırlanmış bir kıyafettir. Maksat gelini daha cazip hale getirmektir.
Gelinin vücut hatlarını örtmeyecek kadar şeffaf, başı, kolları ve diğer yerlerini kapatmayacak ölçüde dikilmiş gelinliklerin tesettüre uymak isteyen hanımlarca giyilmeyeceği ve tesettür yerine geçmeyeceği  açıktır. Kadın ve erkeklerin karışık olarak bulundukları nikah salonlarında ve düğün merasimlerinde bu tarz gelinliklerin dinen giyilmeyeceği bellidir.
Ancak böyle gelinliklerin sırf hanımlar arasıonda yapılan merasimlerde, erkelerin bulunmaması şartıyla giyilmesi caiz olabilir. Buna rağmen bu meselede hassas olan kimselerin böylesine tesettür ölçüsünden uzak gelinlikleri  giymedikleri şüphesizdir.
Tesettüre dikkat eden mümin hanımların bu davranış ve titizlikleri tesettüre uygun gelinliklerin üretimini  sağladı.Bugün artık bütünüyle tesettürü temin eden ve giyildiğinde hiçbir yeri açık olmayan gelinlikler bulunmakta ve tabik edilmektedir. Gelinlik giymekte arzulu olanlar ancak böylesine tesettüt,rü yerine getiren gelinlikler giymek şartıyla merasimlerde ve törenlerde bulunurlar...
Aileye Özel Fetvalar, Mehmed Paksu