REKLAM

13.06.2021

Efendimizin Dünyayı Teşrifleri Sırasında Meydana Gelen Harikulade Hâdiseler

  Efendimizin Dünyayı Teşrifleri Sırasında     Meydana Gelen Harikulade Hâdiseler

Kâinatta en büyük hâdise hiç şüphe yok ki, Kâinatın Efendisi Peygamberimiz Hz Muhammed’in (asm) dünyaya teşrifleri hâdisesidir Çünkü, hilkat ağacının çekirdeği odur Kàdir-i Zülcelâl, onun gelişini takdir etmemiş olsaydı, kâinat da, insan da olmayacaktı Dolayısıyla imtihan dünyasının kapısı da açılmayacaktı "Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nûr-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir Eğer o âlem-i kebir, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi [meyvesi] olur Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur"1

İşte, "Sen olmasaydın, ey Habîbim, felekleri [kâinatı] yaratmazdım" kudsî hadisi, bu sırra işaret etmektedir

Ayrıca, Efendimizin risâleti diğer peygamberler gibi hususî değil, umumi ve cihânşümûldür Buna binâen elbette dünyaya teşrifleri esnasında birtakım hârikâ hâdiseler vücuda gelecekti Ve bu hâdiseler akıl ve basîret sahiplerini düşünceye sevkedecekti

Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri esnasında belli başlı şu hârikâ hâdiseler meydana geldi:
 
 a) Teşrif ettikleri gece bir yıldız doğdu


Yahudiler arasında birçok âlim vardı Bunlar, kitaplarında Allah Resulünün geleceğini görüp, öğrenmişlerdi Yıldızlardan hüküm çıkarmada da usta sayılırlardı Efendimizin doğumu gecesinde bir yıldız parlamış ve Yahudi âlimler bu yıldızdan Ahir zaman Peygamberinin dünyaya teşrif ettiklerini anlamışlardı

Resûl-i Zîşanın meşhur şâiri Hassan bin Sabit (ra) bu hususu şöyle anlatmıştır:

"Ben sekiz yaşlarında var yoktum Biliyorum, bir sabah vakti, Yahudînin biri ‘Hey Yahudiler!’ diye çığlık atarak koşuyordu Yahudiler, ‘Ne var, ne yırtınıyorsun?’ diyerek adamın başına üşüştüler Yahudi şöyle haykırıyordu:
"‘Haberiniz olsun, Ahmed’in yıldızı bu gece doğdu Ahmed bu gece dünyaya geldi’"1

İbni Sa’d’ın naklettiği konu ile ilgili bir rivayette ise şöyle denilmektedir:

"Mekke’de oturan bir Yahudi vardı Allah Resulünün doğdukları gecenin sabahı Kureyşlilerin karşısına çıktı ve sordu:

"‘Bu gece kabilenizden bir oğlan çocuk doğdu mu?’

"Kureyşliler, ‘Bilmiyoruz’ cevabını verince, adam sözlerine devam etti:

"‘Varın, gidin, soruşturun, arayın; bu ümmetin peygamberi bu gece doğdu Sırtında alâmeti var

"Kureyşliler varıp soruşturdular ve gelip Yahudiye haber verdiler: ‘Bu gece Abdullah’ın bir oğlu dünyaya geldi, sırtında bir nişan var

"Yahudi gidip peygamberlik alâmetini gördü Ve aklını kaybetmişçesine şöyle haykırdı:

"‘Peygamberlik artık İsrâiloğullarından gitti Kureyşlilere öyle bir devlet gelecek ki, haberi doğudan batıya kadar ulaşacaktır’"2

Demek gökkubbe pırıl pırıl yıldız kandilleriyle Resûl-i Kibriya Efendimizin gelişini alkışlıyordu


b) Medâyin’deki Kisrâ Sarayından on dört burç çatırdayarak yıkıldı

Kâinatın Efendisinin doğduğu geceydi… Saatler, doğum anlarını gösteriyordu Derin bir uykuya dalan Medâyin şehri korkunç bir çatırdı ve gürültü sesiyle uyandı Hükümdarla birlikte halk da heyecan içinde yataklarından fırladı Manzara korkunçtu ve telaş verici idi Hükümdar Sarayının o sapa sağlam burçlarından on dördü çatırdayarak yıkılıvermişti

Geceyi korkular içinde geçiren Kisrâ sabaha çıkar çıkmaz memleketinin dinî reislerini derhal bir toplantıya çağırdı Toplantıda, cereyan eden hâdisenin neyin nesi olduğunu görüşeceklerdi

Kisrâ tacını giymiş tahtına oturmuştu Henüz müzakereye başlamamışlardı ki, doludizgin yaklaşan bir atlı, elinde bir mektup getirdi Mektupta, İstahrabat’ta binlerce seneden beri ışıl ışıl yanan ateşlerinin söndüğü haber veriliyordu

Bu haber, Kisrâ’nın korku ve heyecanını daha da arttırdı Bu sırada toplantıda bulunan İran baş kadısı Mûbezan söz alarak gördüğü bir rüyâyı anlattı:

"Gördüm ki yüzlerce kükremiş deve, önlerine şaha kalkmış Arap atları olduğu halde Dicle suyunu geçti ve İran topraklarına yayıldılar"

Kisrâ, doğru sözlü, bilgili ve adaletli Mûbezan’ın bu rüyâsını da mânâlı buldu Sinirleri fazlasıyla gerilmişti Bu muammayı çözmek istiyordu Bilgisine ve irfânına güvendiği Mûbezan’a sordu:

"Peki, bu neye işaret olabilir?"

Baş kadının cevabı kısa ve öz oldu: "Araplar tarafından çok önemli birşeyler olacağına işâret olabilir"

Kisrâ, bunun üzerine derhal Hîre Valisi Numan bin Münzir’e bir mektup yazdı Mektupta, "Bana orada bulunan âlimlerden, suallerime cevap verebilecek kudrette biri varsa gönder!" diyordu

Mektubu alan Numan, işin ciddiyetini anladı ve derhal Abdü’l-Mesîh bin Amr adında bir bilgini Medayin’e gönderdi

Gelen âlimi hükümdar derhal huzura kabul etti Cereyan eden hâdiseleri anlattıktan sonra, kendisinden bu hususta bilgi istedi Abdü’l-Mesih, Kisrâ’ya hâdiseler hakkında bir bilgi veremeyeceğini söyledi ve ilâve etti:

"Şam yakınında Câbiye’de oturan dayım Satîh’de bunlara cevap verecek bilgi vardır"

Bunun üzerine Kisrâ, Abdü’l-Mesîh’i gidip Satîh’ten hâdiseler hakkında bilgi almak üzere vazifelendirdi Meşhur Şam kâhini Satîh kemiksiz, âdetâ âzâsız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir acûbe-i hilkat ve çok yaşlı bir kâhindi Dâimâ sırt üstü yatardı Bir yere götürülmek istendiği zaman bohça gibi katlanırdı Gaipten verdiği doğru haberler, o zamanın insanları arasında meşhurdu

Abdü’l-Mesîh, dağ taş demeden yol alarak dayısı Satîh’in yanına vardı O sırada Satîh, hayatının son anlarını yaşıyordu Şiddetli hastalık içinde kıvranıyordu Hastalığın şiddeti dudaklarından konuşma kudretini de alıp götürmüştü ki, gelen adamın ne selâmını alabildi ve ne de konuşabildi Fakat, Abdü’l-Mesîh olup bitenleri anlatınca iş birden değişiverdi Ölüm döşeğinde ecelle pençeleşen Satîh gözlerini birden açtı ve sanki kabir kapısına değil, dünya evinin kapısına yeni ayak basacakmış gibi canlanarak heyecan içinde haykırdı:

"Ey Abdü’l-Mesîh! İlâhi vahyin okunması çoğalacak Asâ’nın sahibi peygamber olarak gönderildi Semâve Vadisini su bastı, Farsların ateşi söndü Artık Şam da Şam değil, Satîh için

"Şunu iyi bil ki, zaman üzerinde hükmü geçerli olan mutlak Hâkim, böyle istedi ve gelen peygamberle nebîlik ipinin iki ucunu düğümledi"

Derin bir nefes çektikten sonra da ilâve etti:

"Sasanîlerden, yıkılan burç sayısınca hükümdar gelecek ve sonra hüküm yerini bulacaktır"1

Bu cümleler, Satîh’in dudaklarından dökülen son sözler oldu Sanki bu gerçeği dile getirmek için bekleyip durmuştu Sözlerini bitirir bitirmez gözlerini kapadı ve ruhunu Yüce Allah’a teslim etti

Meşhur kâhin Satîh, bu sözleriyle açıkça Âhirzaman Peygamberinin dünyaya gelmiş olduğunu haber veriyordu O âna kadar bir benzeri görülmemiş bu hâdise, dünyaya o gece şeref veren zâtın beraberinde getirdiği sönmez nûr ile Mazdeizmin2 karanlık inancı içinde kıvranan İran saltanatını ortadan kaldıracağına işaretti Nitekim, tarih buna şahid oldu ve hâdiseler Satîh’in haber verdiği gibi cereyan etti: İran Devleti, 67 yıl süren on dört hükümdarın idaresinden sonra, Kadisiyye’de Hâtemü’l-Enbiyânın ordusu tarafından İslâm topraklarına katıldı


c) Kâbe’nin içini karanlık ve kirlere boğan putların pek çoğu baş aşağı yıkıldı:

Kureyş müşrikleri, yeryüzünde Allah’ın tek ma’bud oluşunun içinde ve üstünde ilk olarak abideleştiği Kâbe’yi putlarla karanlıklara boğmuşlardı Ne var ki, henüz Tevhid temsilcisi Resûl-i Kibriyânın dünyaya gözlerini açması karşısında bile, çoğu yerlerine kurşun ile perçinlenmiş bu putlar, hâdisenin azametine dayanamayarak yerlere yıkılıverdiler

Bu hâdisenin ifâde ettiği mânâ büyüktü: Dünyaya teşrif eden bu Zât, kendisine verilecek vazife gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracaktır Gönüllerde pâk, nezih ve saâdet dolu Tevhid inancını bayraklaştıracaktır

Dünya buna şâhid oldu O Resûl-i Zîşan, kısa zamanda Kâbe’yi cansız putlardan temizlediği gibi, gönüllerdeki putları da İslâm îmânı ile yok ediverdi

d) İstahrabat’ta bin seneden beri yanmakta olan Mecûsîlerin kocaman ateş yığınları bir anda sönüverdi

Mecûsiler bu ateş yığınını kendilerine ilâh kabul etmişlerdi Efendimizin dünyaya teşrifleri ile birlikte bu kocaman ateş, sanki okyanusların istilâsına uğramış basit bir ateşmiş gibi sönüverdi
Demek ki, gelen zât, putperestlik gibi, ateşperestliği de bir çırpıda ortadan kaldıracak ve yeryüzünü Tevhid meş’alesiyle aydınlatacaktı
e) Takdis edilen meşhur Sâve (Taberiyye) Gölü bir anda kuruyuverdi

Bu da, gelen zâtın, Allah’ın izni ile olmayan şeylerin takdis edilmesini yasaklayacağının ifâdesi idi
f) Dünyaya teşrifleri ânında, şark ve garbı küçük bir oda gibi aydınlatan bir nur görüldü

Demek ki, dünyaya gelen zâtın tebliğ edeceği din, şark ve garbı bütün ihtişamıyla kucaklayacak, insanlığın beşte birini şefkatli sînesinde terbiye edip okşayacaktı

 g) Semâve Vadisi taşan seller altında kalıp, suya gark oldu

Resûl-i Kibriya Efendimizin dünyaya gözlerini açtıkları geceydi Taşan seller Semâve Vadisi ve Semâve şehrini sular altında bıraktı Şehir halkı, dehşet içinde kalarak, çareyi dağlara ve tepelere sığınmakta buldu Sonra da bir mektup yazarak durumu Kisrâ’ya bildirdiler ve kendisinden yiyecek ve içecek yardımı istediler
h) Gök kubbeden salkım salkım yıldızlar döküldü:
Nebiyy-i Ekrem Efendimizin dünyaya teşrifleri gecesinde hazan yaprağı gibi gök kubbeden yıldızlar döküldü1 Bu hâdise de şuna işâret ediyordu: Bundan böyle şeytan ve cinlerin gökten haber almaları son bulmuştur "Madem Resûl-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâm vahiy ile dünyaya çıktı, elbette yarım yamalak ve yalanlar ile karışık, kâhinlerin ve gâipten haber verenlerin ve cinlerin ihbarâtına (haberlerine) set çekmek lâzımdır ki, vahye bir şüphe irâs etmesinler ve vahye benzemesin Evet, bi’setten evvel kâhinlik çoktu Kur’ân, nazil olduktan sonra onlara hâtime çekti Hattâ çok kâhinler îmâna geldiler Çünkü, daha cinler tâifesinden olan muhbirlerini bulamadılar"2

O âna kadar görülmemiş bu hâdiselerin Resûl-i Ekremin doğumu sırasında meydana gelmeleri elbette tesadüfî değildi Ezelî kudretin kader kaleminin tayin ve tesbitiyle vücuda geliyorlardı Ve dünyaya Âhirzaman Peygamberi Hazret-i Muhammed’in (asm) zuhurunu haber veriyorlardı

   Şifâ ve Fâtıma Hûtun’un müşâhedeleri


Kâinatın Efendisi dünyaya teşrif buyurdukları sırada, aziz annesinin yanında Abdurrahman bin Avf’ın annesi Şifâ Hâtun ile Osman bin Ebu’l-Âs’ın annesi Fâtıma Hâtun da vardı

Ebelik vazifesinde bulunan Şifâ Hâtun o andaki müşâhedesini şöyle anlatır:

"Allah’ın Resûlü doğdukları zaman ben oradaydım Hemen yetiştim Kulağıma bir ses geldi: ‘Allah’ın rahmeti Onun üzerine olsun’ Maşrık ile mağrib arası nurla doldu Hattâ Rûm diyarının bazı saraylarını gördüm Sonra Allah Resûlünü kucağıma alıp emzirmeye başladım Üzerime öyle bir hâl geldi ki, vücudum titremeye başladı ve gözlerim karardı Yavrucağı gözden kaybettim Bir ses, ‘Nereye gitti?’ diye sordu "Doğuya götürdüler’ diye cevap verildi

"Bu sözler hiç zihnimden çıkmadı: O zamana kadar ki, Allah Resûlü peygamberliğini ilân eder etmez hemen koştum ve ilk Müslümanlarla beraber îmân dâiresine girdim"3

Fâtıma Hâtun ise, hâtırasında o mes’ud gecede doğuma sahne olan evin nurla dolduğunu ve gökteki yıldızların âdetâ üzerlerine salkım salkım dökülecekmiş gibi sarktıklarını anlatmıştır1

Peygamber Efendimizin bir başka hususiyeti, dünyaya sünnetli ve göbeği kesilmiş olarak gelmiş olmasıydı2 Sırtında, iki kürek kemiği arasında, tam kalbinin hizasında Nebîlik mührü "Hâtem-i Nübüvvet" bulunuyordu Üzerleri tüylü, kabarık, kırmızımtırak inci gibi benlerin bir araya gelmesinden meydana gelmiş ve keklik yumurtası büyüklüğündeydi Bu mühür, Resûl-i Ekrem Efendimizin beklenen son peygamber olduğunun bir alâmeti idi

Ashabdan Sâib bin Yezid, Resûl-i Ekrem Efendimizin "Nübüvvet Mührü" ile ilgili olarak şöyle der:

"Çocukluğumda, teyzem beni Nebiyy-i Ekremin (asm) yanına götürüp, ‘Yâ Resûlallah, şu yeğenimin ayağında ıztırabı var’ dedi

"Resûlullah eliyle başımı sığayıp, bana bereket duâ etti Sonra abdest aldı Abdest suyundan içtim Sonra arkasında durdum ve iki omuzu arasında çadırın koca düğmeleri [yahut keklik yumurtası] gibi olan Hatem-i Nübüvveti gördüm"3

Hazret-i Ali de (ra) Resûl-i Ekremi tarif ve tavsif ederken, "İki küreği arası enli, kendisinin peygamberlerin sonuncusu olduğu kürekleri arasındaki Peygamberlik Hâteminden belliydi" der
Abdülmuttalib’e verilen müjde

 Kâinatın Efendisi Peygamberimiz dünyaya geldiği sırada dedesi Abdülmuttalib, Kâbe civarında Kureyş’in ileri gelenlerinden birkaçı ile oturmuş sohbet ediyordu Kendisine haber verildi Son derece sevinen Abdülmuttalib, bir anda kendisini nurtopu torununun yanında buldu Kucakladı, öptü, kokladı Sonra da oğlu Ebu Tâlib’e teslim ederek, "Bu çocuk sana emanetimdir Bu oğlumun şânı, şerefi yüce olacaktır" diye konuştu


Abdülmuttalib, bu mes’ud hâdisenin hatırı için Kâinatın Efendisinin doğumunun yedinci günü develer, davarlar kestirerek Mekke halkına üç öğün ziyafet çekti Ayrıca şehrin her mahallesinde develer kurban ederek insan ve hayvanların istifâdesine bıraktı

Nur çocuğa isim verildi: Muhammed (asm)

Umumi ziyafetten sonra nur topu Efendimize ne ad koyduğunu dedesinden sordular Şu cevabı verdi:

"Muhammed"

"Neden atalarından birinin ismini takmadın da bu ismi verdin?" dediler Cevabı şu oldu:

"Allah’ın ve insanların onu övmelerini istediğim için"

Gerçekten, Kâinatın Efendisi Peygamberimiz Allah’ın, insanların ve meleklerin senâsına eşsiz bir surette mazhar olmuş dünya üzerinde tek şahsiyettir Çünkü, o bu övgüye, bu alâka ve sevgiye ve bu hürmete lâyıktı Bu medhi, bu muhabbeti eşsiz îmânı, ihlâs ve samimiyeti ve en güzel, en üstün ahlâkıyla hak etmişti Bunun içindir ki, onun medih mak----- erişecek hiçbir fânî olmamış ve olamaz

 

Rumeli Hisarı

 



Rumeli Hisarı

Rumeli Hisarı İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Burası boğazın en dar noktasıdır.Mekanda uzun yıllardır Rumeli Hisarı Konserleri düzenlenmektedir.

Rumeli Hisarı İstanbul Sarıyer'de bulunan Rumeli Hisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Anadolu Hisarı'nın karşısında İstanbul Boğazı'nın 600 metrelik en dar ve akıntılı kısmında, uzaktan bakıldığı zaman eski harflerle Muhammed biçiminde okunacak şekilde inşa edilmiş bir hisardır. 90 gün gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir.

Rumelihisarı'nın adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir. Deniz güvenliğini sağlamak için en dar noktadadır.Mimarisi öyledir ki bir dilde üsten görünüşünde MUHAMMED yazısı görülür.

Yapım hikâyesi

 Hz Fatih,İstanbul'u almayı kafasına koymuştur.Öncelikle Yıldırım Bayezîd'in yaptırdığı Anadolu Hisarının karşına Rumeli Hisarını yaptıracaktır.Bizans İmparatoru Konstantinden bir av köşkü yapmak için toprak ister.İmparator dalga geçercesine bu av köşkünün bir dana derisi kadar yer kaplamasını ve bu kadar toprak vereceğini söyler.Hz Fatih müthiş zekasıyla,hemen bir dana kestirip derisini yüzdürür ve deriden iplik yaptırır.Rumeli Hisarının yapılacağı alanı bu iple çevirir.İmparator inşaata bakmaya geldiğinde şaşırır.Çünkü inşaat arazisi ne demek bir dana derisi,yüzlerce dana derisini içine alacak kadar büyüktür.Durumu  Hz Fatih'e bildirdiğinde Fatih dana derisinden yaptırdığı ipi gösterir ve şöyle der:"Ben bu ipi dana derisinden eğirttim.Bir fazlası varsa yıkalım." İmparator da yanındakiler de çaresiz susar ve hisarın yapımına izin verirler.

Yapımı

Hisarın inşaat 15 Nisan 1452'de başlanmıştır. İş bölümü yapılarak her bölümün inşaası bir paşanın denetimine verilmiş, deniz tarafına düşen bölümün inşaasını da Fatih Sultan Mehmet bizzat kendisi üstlenmiştir. Denizden bakıldığında sağ taraftaki kulenin yapımına Saruca Paşa, sol taraftakinin yapımına Zağanos Paşa, kıyıdaki kulenin yapımına da Halil Paşa nezaret etmiştir. Buralardaki kuleler de bu paşaların adlarını taşımaktadırlar. Hisarın inşası 31 Ağustos 1452'de tamamlanmıştır.

Hisarın yapımda kullanılan keresteler İznik ve Karadeniz Ereğlisi'nden, taşlar ve kireç Anadolu'nun değişik yerlerinden ve spoliler (devşirme parça taş) çevredeki harap Bizans yapılarından temin edilmiştir. Mimar E. H. Ayverdi'ye göre hisarın yapımında yaklaşık olarak 300 usta, 700-800 işçi, 200 arabacı, kayıkçı, nakliyeci ve diğer tayfa çalışmıştır. 60,000 metrekare alanı kapsayan eserin kargir hacmi yaklaşık 57,700 metreküptür.

Rumelihisarı'nın Saruca Paşa, Halil Paşa ve Zağanos Paşa adlarında üç büyük ve Küçük Zağanos Paşa ile 13 adet irili ufaklı burcu bulunmaktadır. Zemin katları ile birlikte Saruca Paşa ve Halil Paşa kuleleri 9 katlı, Zağanos Paşa Kulesi ise 8 katlıdır. Saruca Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 7 metre, yüksekliği ise 28 metredir. Zağanos Paşa Kulesi'nin çapı 26,70 metre, duvar kalınlığı 5,70 metre, yüksekliği ise 21 metredir. Halil Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 6,5 metre ve yüksekliği de 22 metredir.

Hisarın büyük kuleleri birleştiren çevirme duvarlarının kuzeyden güneye uzunluğu 250 metre, doğudan batıya uzunluğu ise 125 metredir. Dağ Kapısı, Dizdar Kapısı, Hisarpeçe Kapısı ve Sel Kapısı olmak üzere 4 ana ve Mezarlık Kapısı adlı bir tali kapısı vardır. Güneye bakan kulenin yakınında, cephane ve erzak mahzenlerine giden yolların ucunda, 2 gizli kapısı da bulunmaktadır. Biri tıkalı iki su mecrası, ikisi kaybolmuş üç çeşmesi vardır. Camiden günümüze yalnızca yıkık minaresi kalmıştır.

Onarım

Boğazın görünümü

Rumeli Hisarı, 1509 Büyük İstanbul Depreminde büyük zarar görmüş ancak hemen onarılmıştır. 1746 yılında çıkan yangında ahşap kısmı harap olmuştur. Hisar tekrar III. Selim (1789-1807) döneminde onarılmıştır. Hisarın kulelerini örten ahşap külahlar yıkılınca, kale içi küçük ahşap evlerle dolmuştur. 1953 yılında cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın talimatı ile üç Türk bayan mimar Cahide Tamer, Selma Emler ve Mualla Anhegger-Eyüboğlu hisarın onarımı için gerekli çalışmaları başlatmış, kale içindeki ahşap evler kamulaştırılarak yıkılmış ve restorasyon gerçekleştirilmiştir.

 

 

Bugünkü Durumu

Rumeli Hisarı'nda gece

Rumeli Hisarı bugün müze ve açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır. Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır. Toplar, gülleler ve Haliç'i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede sergilenmektedir.

Rumeli Hisarı ayrıca İstanbul'un Sarıyer ilçesine bağlı bir semttir. Her yılın yaz döneminde konserlerin başladığı mekan olarak da bilinir. Ayrıca çok sayıda balık restoranı mevcuttur.




SEN YOKTUN!

 

SEN YOKTUN!

Sen yoktun...
Hz Âdem’deydi nurun
Önce cenneti,
Sonra yeryüzünü şereflendirdin.
Âdem nuruna affedildi
Arafat bu affa şahitti.

Sen yoktun
Nuh'un gemisindeydi Nurun...
Dalgalar yeryüzünü boğarken
Toprağın bağrındaki su
Gökyüzüyle buluşurken
Ve bu bir ilahi azap derken,
Allah nurunu taşıdı bin bir sebeple
Tufan, nurunu selamladı edeple...

Sen yoktun...
Hz. İsmail’in alnındaydı Nurun
İbrahim’i bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
"Rabbimiz" dedi,
" Onlara kendi içlerinden
Senin ayetlerini okuyacak
Kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
Onları temizleyecek bir elçi gönder ";
Amin dedi on sekiz bin alem
Nurunla aydınlanan minicik ellerini
Semaya kaldırarak
Amin dedi İsmail.
Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
Medine'den adı Uhud olan bir amin yankılandı
Sevr dağında.

Sen yoktun Sultanım...
Hz. İsa Ahmed diye muştuladı seni
Alemlerin efendisi diye sana seslendi
" Artık ben sizinle çok söyleşmem "dedi havarilerine
Çünkü bu alemin reisi geliyor...
Bekleyin Ahmed geliyor
Kâinata Rahmet geliyor...
Havarilerin yüzünü okşayan, ölüleri dirilten bir nefes oldun.
Ama sen yoktun.

Sen yoktun...
Hz. Abdullah’ın alnındaydı Nurun
Başı eğik gezerdi mazlum
Put eyle göklerden seni sorardı
Varaka seni arardı sema'da
Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
Ağlayarak süslediler ölüme!...
Ağlayarak “hadi dayına gidiyorsun” dediler.

Sen yoktun Sultanım...
Canlı canlı toprağa gömülmenin adı idi dayıya gitmek,
Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliği idi,
Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi.
En son çocuk atılırken çukura,
Annesinin suretinde bir melek tuttu onu
Ve tebessüm ederek Hira Nur dağını gösterdi
Melekler süslüyordu Hira'yı,
Efendisine hazırlanıyordu Cebel-i Nur
Efendisine hazırlanıyordu Mekke
Âlem, efendisine hazırlanıyordu.
Kâinatın gözü Hz.Amine'deydi
Toprak yalvarıyordu Rabbine...
Gel diye ağlıyordu mazlumlar
Gözleri Sema'da
Ve bir gelişin vardı Ya Resülallah
Bir inişin vardı yeryüzüne
Ve Cebrail ardında yalın kılıç melekler
Bir inişin vardı yeryüzüne
Yetimler en huzurlu geceyi geçirdiler belki de... Doya doya.
Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini
Her şey sus pus olmuştu.
Hadi diyordu yıldızlar, hadi diyordu Ay,
Kâinat bir isim duymak istiyordu
Ve bir ses yükseldi Amine’nin evinden
Muhammed...
Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini
Muhammed...
Seni yaratan Allah'a kurbanız Ey Dürr-i Yekta...
Sana O adı veren Rahman’a kurbanız.

Artık sen vardın...
Susuz topraklara rahmet indi seninle
Annenden sonra, anne Halime sevindi seninle
Yağmura mı ihtiyaç var?...
Kaldır şahadet parmağını...
Yağmuru salsın Allah
Sonra tut ağacın yaprağını
Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah.
Yeter ki sen iste
Sen iste Ya Resülallah
Deki; ben kimim?...
Dağlar, taşlar dile gelsin...
Dilsiz çocuklar ellerinden tutup "ENTE RASÜLULLAH!" desin.

Sen vardın...
Bedir kârdı,
Uhud dardı,
Hendek yardı,
Yiğitlerin vardı.
Ölmek için yarışan yiğitlerin
Hele bir Enes'in vardı Ya Resülallah
Uhud'da öldüğünü duyunca arkadaşlarına;
" Niye burada oturuyorsunuz ? " diye sordu...
Onlarda ;" Allah'ın Resülü öldürülmüş! " deyince...
" Peki O öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız,
Kalkın ve O'nun gibi ölün." demişti.
Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü.
Hem de ne şehit Ey Nebi...
Vücudu yaralardan tanınmaz halde idi
Kız kardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...
Musab bin Umeyer'in vardı senin...
Uhud'da sancağını taşıyan, öyle bir aşkla sana bağlıydı ki!...
Allah o gün meleklerini Musab'ın suretinde indirdi.
Ebu Hureyre'n vardı...
Acıkınca mescidin önünde durur
Sana bakardı, sen anlardın.
" Ya Ebahir!..gel " derdin.

Ve sen gittin...
Bir gidişle gittin.
Ardında hüznün kaldı,
Hasretin kaldı göklerde,
Bilal ezan okuyamaz oldu
Ne zaman teşebbüs etse
" Muhammed Resülallah " demeye...
Dizinin üstüne çöker kendinden geçerdi.
Sonra günler ay, aylar yıl oldu.
Asırlar oldu...
Sensizliğe açtık gözlerimizi
Ama sen bırakmazsın bizi!...

Sen varsın...
Ey şehitlerin Sultanı sen varsın
Bir şehit bile ölmezken
Sana nasıl yok deriz.
Ebu Talip Şam'a giderken,
devesinin önüne geçip;
" Beni burada kime bırakıp da gidiyorsun " demiştin
" Ne anam var ne babam..."
Ebu Talip bırakmamıştı bu yüzden
Sensizliğin ızdırabı ile inleyen
Ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Resülallah
Bırakma bizi ki; Allah " Sen onların içindeyken onlara azap edecek değiliz." buyuruyor.

Bırakma bizi !...
Hayatı seninle öğretti Rahman
Kulluğu seninle tanıdık
Duayı senden öğrendik sevgili,
Hz. Ömer umre için senden izin isteyince,
Kardeşçik dedin ona;
" Duanda bana da yer ayırır mısın? "
Bizler Ömer değiliz ama bütün dualarımız senin için.

Ey Rabbimiz!...
Resülünü anışımızdan haberdar et...
O'na binler salat, binler selam...
Habibine Makam-ı Mahmud-u ver...
O'na Vesile-i lütfet...
O'nu Refik-i Ala'ya yükselt....
Bizi de affet...
O'nun hatırına affet...
Zatının hatırına affet...
Ne olur affet bizi...
Bizi affet....

MİSVAK VE YARARLARI

 

MİSVAK VE YARARLARI

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ağız temizliğine ve diş bakımına da çok önem vermişlerdir. Bunun için misvakla dişlerini fırçalamışlar, ümmetine bu konuda tavsiyelerde bulunmuşlardır.

Misvak sıcak bölgelerde yetişen "erak" ağacının kökleridir. Lifli bir yapışı vardır. Biraz ıslatılıp ezilince fırçamsı bir hal alır. Hem mekanik hem de kimyevî olarak pek çok faydaları vardır.

MİSVAK VE YARARLARI

- Misvak, ağız için temizlik, Allahu Teala'nın rızasına sebep ve gözlere de ciladır.

- Misvak ağız için temizliktir ve Aziz ve Celil olan Allah'ın rızasına sebeptir.

- Misvakta on hassa vardır: Ağzı tatyib eder, diş etlerim güçlendirir, göze cila verir, balgamı giderir, dişin çürümesini önler, sünnete uygun olur, melaikeyi sevindirir, Rabbi razı eder, hasenatı artırır, mideye sıhhat verir.

- Misvak kullanın. Zira misvak ağzı temizleyen ve Rabbin rızasını kazandıran bir alettir.Bu hadis-i şeriflerde misvakın faydaları zikrediliyor. Misvak kullanmak, ağa için temizlik ve hoşluk sebebidir. Fırçalanmayan dişler sararır. aralarında ve diplerinde gıda artıkları birikir. Bunlar ağız kokusuna ve diş cürüm îlerine sebep olurlar. Diş etlerinde iltihaplanmalar olur. Misvak kullanmakla dişlerin çürümesi ve diş etlerinin iltihaplanması önlenir. Misvakın gözlere canlılık vermesi ve balgam söktürücü etkisi kimyasal özellikleriyle ilgilidir.

Allah-u Teala güze! olan şeyleri, temiz olan şeyleri sevdiği için; peygamberinin tavsiyelerine uyulmasını sevdiği için, misvak kullanılmasından hoşnut olur. Melekler de temiz olan şeyleri severler ve kötü kokulardan rahatsız olurlar. Onun için on!ar da sevinirler.

- Misvak, erkeğin fesahatini artırır.Fesahat, güzel konuşmak demektir. Sesin oluşumunda dişlerin de fonksiyonu olduğu için, temiz ve bakımlı dişlerin sesin güzelleşmesine katkıda bulunacağına işaret ediliyor.

- Niçin sararmış dişleriniz i!e huzuruma giriyorsunuz? Misvak kullanınız! Bu hadis-i şerifte ağız ve diş bakımı yapmayanlara bir azarlama var. Kendilerine zarar verdikleri gibi, çevredeki kimseleri de kötü görünüşleri ve ağız kokularıyla rahatsız edeceklerine işaret ediliyor.

- Şu dört şeypeygamberlerin sünnetlerindendir: Sünnet olmak, koku sürünmek, misvak kullanmak, evlenmek.
Peygamberler insanlığın rehberleridir. Peygamber Efendimizden önceki peygamberlerin de ağız ve diş bakımına önem verdikleri, misvak kullandıkları ifade ediliyor.

- Misvak ve cuma guslü her Müslüman için gereklidir.

MİSVAK VE KULLANIMI

- Misvak kullanmadan uyumazlardı.

- Uyudukları zaman misvak başuçlarında bulunurdu. Uyandıkları zaman da ilkönce misvak kullanırlardı.

- Misvakı enlemesine kullanır, suyu emerek içerlerdi. Üç defa nefes alır ve derlerdi ki: Bu türlü içmek daha iyi, hazmı daha kolay ve sıhhate daha uygundur.

- Aişe (r.a.) şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.) evine girdiği zaman ilk yaptığı iş, misvak ile dişlerini temizlemek olurdu"

- Ebu Musa şöyle dedi "Ben Peygamber'in huzuruna girdim, misvağın bir ucu dilinin üzerinde bulunuyordu."

- Rasulullah (s.a.v.) hiçbir namaza misvak kullanmadan çıkmazdı.

- Rasulullah (s.a.v.) geceleyin teheccüd namazı kılmak için kalktığı zaman ağzım misvak ile ovalardı.

- Rasulullah (s.a.v.) geceleri iki rekatta bir selam vererek teheccüd namazı kılar ve her selam verişinde misvak kullanırdı.

- Abdullah ibni Abbas (r.a.), şöyle anlatmıştır:

Bir gece Peygamber'in (s.a.v.) yanında kaldım. Peygamber gecenin sonuna doğru kalkıp dışarı çıktı, semaya baktı, sonra Al-i imran süresinin şu ayetlerini okudu:

"Hakikat, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbirleri ardınca gelişinde temiz akıl sahipleri için ibret verici deliller vardır. Onlar ayakta iken, oturur iken, yanları üstünde yatar iken hep Allah'ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaratılışı hakkında inceden inceye düşünürler. Şöyle derler: Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen pak ve münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru."

Sonra eve döndü, misvaklandı ve abdest aldı. Sonra kalkıp namaz kıldı, sonra yattı. Sonra kalkıp tekrar dışarı çıktı ve semaya nazar etti. Yine bu ayetleri okudu. Sonra döndü, tekrar misvaklandı ve abdest aldı. Sonra kalkıp namaz kıldı.

Resulullah (s.a.v.) Efendimizin misvakla ilgili emir ve tavsiyeleri şöyle:

- Ümmetimi meşakkate düşürmüyor olsaydım, onlara her namazın önünde misvakı emrederdim.
- Ümmetime zorluk vermemiş olsaydım, her abdestte misvak kullanmalarım emrederdim.

- Oruç tuttuğunuzda sabahleyin misvak kullanın, lakin okşama doğru kullanmayın. Akşam üzeri iki dudağı kurumuş oruçlu bir kimse için misvak uygun olmaz. Zira o kurumuş dudaklar kıyamet gününde gözü önünde bir nur olacaktır.

- Sizden biri gece namaz kılmak için kalktığında misvak kullansın. Zira bir kimse namazında Kur'an okurken bir melek ağzım onun ağzına dayar ve o kimsenin ağzından bir şey çıkmaz ki, o meleğin ağzına girmiş olmasın.

- Sizin ağızlarınız Kur'an için yollardır. Onları misvakla temizleyin.

- Misvak kullanınız. Zira misvak ağzı temizleyen ve rabbi razı eden bir alettir. Cebrail her gelişinde bana misvak kullanmayı tavsiye etti. Öyle ki, bana ve ümrnetime farz kılacağından korktum. Ümmetime zorluk vereceğinden korkmamış olsaydım misvak kullanmalarım farz kılardım. Ben o kadar çok misvak kullanırdım ki, dudaklarıma iz yapmasından ve dişlerimin aşınacağından korkardım.

- Bana misvak kullanmak o derece emredildi ki, bu konuda bana bir vahiy gönderileceğini sandım.

- Ben, misvak kullanmakla o derece emredildim ki, üzerime farz kılınacağından korktum.

- Cebrail misvak kullanmayı bana o kadar tavsiye etti ki, azı dişlerimden endişe ettim.

- Misvak kullanarak kılınan namazın fazileti, misvak kullanmadan kılınan namazdan yetmiş kat fazladır.

- Misvak kullanarak kıldığım iki rekat namazı, misvak kullanmadan kıldığım yetmiş rekat namaza tercih ederim.

- Misvak olmadığında, parmak misvak yerine geçer.

Hadis-i şeriflerde ağzın her zaman temiz tutulması gerektiğim anlıyoruz. Misvak olmadığı zaman başka bir şeyle de bu temizliğin yapılabileceği ifade ediliyor. İmkanların ve araçların çok fazlalaştığı günümüzde bile toplumlar ağız ve diş sağlığına gereken önemi vermiyorlar. Resulullah (s.a.v.) Efendimizin uygulamalarının ve tavsiyelerinin ne kadar ne kadar güzel ve her zaman geçerli olduğunu görüyoruz.

 

Yasin-i Şerif okumanın fazilet ve faydaları

 


Yasin-i Şerif okumanın fazilet ve faydaları:

 

 

Rasülullah (S.A.V) buyurdular ki; “Yasin suresini okumayı çoğaltınız. Çünkü bu surede birçok haslet vardır.”

Hatta bu hadisi şerifin şerhinde denildi ki:

·      “Muhakkak ki aç Olan bu sureyi inanarak, huzuru kalp ile okursa Allah (C.C) onu fazlı keremi ile doyurur.”

·      Korku içinde olan, okuduğu zaman Allah (C.C) hüznünü ve korkusunu giderir.

·      Borçlu, fakir bu sureyi şerifi okuduğu zaman (okumaya devam ettiği zaman) borcundan kurtulur.

·      Herhangi bir ihtiyaç sahibi onu okuduğu zaman Allah (C.C) hacetini giderir.

·      Sabah okuduğu zaman akşama kadar Allah’ın emanetinde olur.

·      Hangi beldede bu sure okunursa veya tefsir edilirse Allah (C.C) o beldeden bela, kıtlık, taun, ğab ve veba hastalıklarını kaldırır. Ölü üzerine okunduğu zaman Allah (C.C) eğer azab ehlinden ise azabını hafifletir. Eğer böyle değilse ruhu ve rahatı ziyadeleşir.

·      Bu sureyi okumayı devam edenleri bu sure evlendirir.

·      Sabahları Yasin-i Şerif, akşam da Mülk Suresini okumaya devam edenler, kabirde sabah Yasin-i Şerif’in nuru ile akşamları da Mülk Suresi’nin nuru ile aydınlanır.

 

Hammami Tefsiri (Yasin-i Şerif)