HELAL-HARAM VE ŞÜPHELİ
ŞEYLERE DİKKAT
İnsan oğlu eşref-i
mahluk olarak yaratılmış, başıboş ve gayesiz bırakılmamıştır. “İnsan
sanır mı ki başı boş bırakılacaktır?”[1] ayet-i kerimesi bu hususun şahididir.
Dünya-ahiret saadeti
için helaller, haramlar beyan edilmiş, haram kılınan her şeyin habîs ve murdar,
helallerin ise aslında temiz ve kulların menfaatine olan şeyler olduğu
peygamberler ve onlara gönderilen ilahi kitaplar vasıtasıyla bildirilmiştir. Bu
husus Ayet-i Kerimelerde şöyle ifade buyrulur:
وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَآئِثَ
“…(o peygamber) temiz hoş şeyleri onlara helal,
murdar şeyleri üzerlerine haram kılar…”[2]
يَا أَيُّهَا النَّاسُ
كُلُواْ مِمَّا فِي الأَرْضِ حَلاَلاً طَيِّباً
“Ey
insanlar yeryüzündeki şeylerden helal tertemiz olanlarını yiyiniz”[3]
يَسْأَلُونَكَ
مَاذَا أُحِلَّ لَهُمْ قُلْ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ
“Sana
soruyorlar kendileri için helal kılınan ne? De ki, sizin için bütün temiz
nimetler helal kılınmıştır.”[4]
قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللَّهِ
الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ
“De ki, Allah’ın kulları için ortaya
çıkardığı ziyneti, temiz ve hoş yiyecekleri kim haram kılmış?”[5]
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تُحَرِّمُواْ طَيِّبَاتِ مَا أَحَلَّ
اللّهُ لَكُمْ
“Ey iman edenler Allahın size helal kıldığı nimetlerin temizlerini
kendinize haram kılmayınız!”[6]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Allah
güzeldir. Ancak güzel şeyleri kabul eder. Allah peygamberlerine emrettiğini müminlere
de emretti. Hak Teala
şöyle buyurur: يَا أَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا
مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحاً إِنِّي بِمَا تَعْمَلُونَ عَلِيمٌ
“Ey Rasüller! Helal ve temiz şeylerden yiyin ve güzel işler işleyin.”[7] Yine: يَا أَيُّهَا الَّذِينَ
آمَنُواْ كُلُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ “Ey iman
edenler, size kısmet ettiğimiz rızıkların en temiz olanlarından yiyin.”[8] Bu ayetleri okuduktan sonra Efendimiz (s.a.v.), uzun yolculuğa çıkmış, dağınık, üstü başı perişan ve “Ya
Rabbi Ya Rabbi” diye dua etmekte olan bir adamı zikrederek “Onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram
ve haram ile beslenmiş. Böyle bir kimsenin duası nasıl kabul olunur.”[9] buyurmuştur.
A- HARAMLARDAN SAKINMAK
İmandan sonra en büyük
mükellefiyet, farzları eda etmek ve haramlardan sakınmaktır.
Vücudu hastalıklardan
korumak, onu tekamül ettirmekten daha önce gelir. Temizlenmeden, süslenme;
çamurlu ayakkabıyı boya sürerek kapatmak gibidir.
Salih amellerin neticesi,
İtikadî lekelerden temizlenmek, sevapları yiyip bitiren haramlardan sakınmakla elde
edilir.
Abdullah bin Ömer (r.anhüma.):
“Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan çöp gibi kalsanız da, haram ve
şüpheli şeylerden kaçınmazsanız, Allah o ibadetleri kabul etmez.”[10] buyurmuşlardır.
Mecelle’nin mukaddimesinde “Derü’l-mefâsidi
evlâ min celbi’l-menâfi’i’ hükmü geçmektedir. Kötülükleri
ve zararları def etmek, onlardan korunmak,
menfaat celb etmekten, iyilik yapmaktan daha faziletlidir.
Bu hususta Peygamber
Efendimiz ( s.a.v.) şöyle buyurur:
مَنِ اشْتَرَى
ثَوْبًا بِعَشْرَةِ دَرَاهِمَ فِى ثَمَنِهِ دِرْهَمٌ حَرَامٌ لَمْ يَقْبَلِ
اللَّهُ صَلَاتَهُ مَادَامَ عَلَيْهِ مِنْهُ شَىْءٌ
“Bir kimse on akçeye bir elbise alsa, o on akçenin bir tanesi
haram olsa, o elbise o kişinin üstünde kaldığı müddetçe kıldığı namaz kabul
olunmaz.”[11]
Diğer bir Hadis-i Şerif’te
de: “Kişinin
Allah için haramlardan sakınması, onun Allah yolunda cihat etmesinden daha
hayırlıdır.” buyurulmuştur. Bu Hadis-i Şerif’i izah
eden âlimler; “Allah yolunda cihat, farzdır. Ancak haramlardan sakınmak
zordur ve nefisle olan cihattır. Nefisle olan cihat ise en büyük cihattır.” demişlerdir.
İmam-ı Rabban-i (k.s.) Hz. Mektubat-ı Şerife’de, “Kurtuluşun temeli iki cüz üzerinedir.
Emirlere sarılmak ve nehîlerden kaçınmak. Bu iki cüzden daha mühim olanı da
kendisinden verâ ve takva diye tabir olunan son cüzdür.[12], buyurduktan sonra haramlardan kaçınmanın önceliği ile
alâkalı şöyle buyururlar:
وَاْلاِجْتِنَابُ
عَنِ الْمُحَرَّمَاتِ عَلَى قِسْمَيْنِ : قِسْمٌ
يَتَعَلَّقُ بِحُقُوقِ اللهِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالىَ ، وَقِسْمٌ يَتَعَلَّقُ بِحُقُوقِ
الْعِبَادِ . وَرِعَايَةُ
الْقِسْمِ الثَّانىِ أَهَمُّ مِنْ رِعَايَةِ الْقِسْمِ اْلأَوَّلِ ، فَإِنَّ الْحَقَّ سُبْحَانَهُ غَنِىٌّ
عَلَى اْلإِطْلاَقِ وَأَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ ، وَالْعِبَادُ فُقَرَاءُ مُحْتاَجُونَ
وَبُخَلاَءُ وَلِئاَمٌ بِالذَّاتِ . قَالَ
رَسُولُ اللهِ ( صَلَّى
اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ) "
مَنْ
كَانَتْ لَهُ مَظْلَمَةٌ ِلأَخِيهِ مِنْ عِرْضِهِ أَوْ شَيْئٍ فَلْيَتَحَلَّلْهُ مِنْهُ الْيَوْمَ قَبْلَ
أَنْ لاَ يَكُونَ دِينَارٌ وَلاَ دِرْهَمٌ وَإِنْ كَانَ لَهُ عَمَلٌ صَالِحٌ أُخِذَ
مِنْهُ بِقَدْرِ مَظْلَمَتِهِ وَإِنْ
لَمْ يَكُنْ لَهُ حَسَنَاتٌ أُخِذَ مِنْ سَيِّئَاتِ صَاحِبِهِ فَحُمِلَ عَلَيْهِ " وَقَالَ أَيْضًا ( صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ) " أَتَدْرُونَ مَنِ الْمُفْلِسُ ؟ قَالوُا : اَلْمُفْلِسُ فِينَا مَنْ لاَ دِرْهَمَ
لَهُ وَلاَ مَتَاعَ ! فَقَالَ
: إِنَّ الْمُفْلِسَ مِنْ أُمَّتىِ
مَنْ يَأْتىِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِصَلاَةٍ
وَصِيَامٍ وَزَكَاةٍ وَيَأْتِى قَدْ شَتَمَ هَذَا وَقَذَفَ هَذَا وَأَكَلَ مَالَ هَذَا
وَسَفَكَ دَمَ هَذَا وَضَرَبَ هَذَا فَيُعْطَى هَذَا مِنْ حَسَنَاتِهِ وَهَذَا مِنْ
حَسَنَاتِهِ فَإِنْ فَنِيَتْ حَسَنَاتُهُ قَبْلَ أَنْ يُقْضَى مَا عَلَيْهِ أُخِذَ
مِنْ خَطَايَاهُمْ فَطُرِحَتْ عَلَيْهِ ثُمَّ طُرِحَ فىِ النَّارِ " صَدَقَ رَسُولُ اللهِ
“Haramlardan kaçınmak iki kısımdır. 1- Allahü Tealanın
hakları ile alakalı kısım 2- Kulların
hakları ile alakalı kısım. İkinci kısma riayet birinci kısma riayetten daha
mühimdir. Zira Cenab-ı Hak mutlak zengindir. Merhamet edenlerin en
merhametlisidir. Kullar ise fakir, muhtaç ve cimridirler.
Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz “Her
kimin üzerinde, kardeşine karşı nâmusundan veya başka şeyden dolayı bir haksızlık
bulunursa, dînâr ve dirhemin olmadığı yere varmadan önce, bu günden
helalleşsin. (Helalleşmeden giderse) Eğer bu kişi için sâlih amel varsa
zulmettiği kadar o amelinden alınır. (Zulmettiği kimseye verilir) Eğer
iyilikleri yoksa zulmettiği kişinin kötülüklerinden alınır ve zulmedene yüklenir.” buyurmuştur. Yine, Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) bir gün
meclisinde, Ashâbına şöyle sordu: “Müflis kimdir, bilir misiniz?”
Şöyle dediler: “Bizce müflis, parası ve metâı olmayandır.”
Bunun üzerine Rasülüllah (s.a.v.) Efendimiz: “Ümmetimden müflis odur
ki, kıyamet günü; namaz, oruç ve zekatla gelir. Halbuki falana sövmüş, falana
iftira atmış, falancanın malını yemiş, falanın kanını akıtmış, falanı da
dövmüştür. Bunun üzerine, kendisinin hasenâtından ona buna verilir. Üzerinde
bulunan haklar bitmeden, kendi hasenâtı tükenirse, o zaman onların hatalarından
alınır, kendisine yüklenir. Daha sonra, doğru cehenneme atılır.”[13] buyurmuştur
İbnü’l-Kümeyt nâmında bir zattan şöyle nakil olunmuştur:
“Bir gece yatsı namazında, mescidimizin imamı
Zilzâl Suresi’ni okumuştu. Namaz
bitmiş, mescit boşalmıştı. Mescidin kandilini söndüreceğim sırada, İmam-ı Âzam
Hazretlerinin tek başına bir köşede oturarak, sadrının harâretiyle korku içinde
teneffüs ettiğini ve okunan ayet-i kerimelerle alakalı gayet hüzünlü bir
tefekküre daldığını gördüm. Huzurunu bozmamak için, zaten yağı bitmek üzere
olan kandili kapatmadan mescitten dışarı çıktım. Sabah ezanını okumak üzere
mescide doğru yaklaştığım sırada, baktım ki kandil hala yanıyor! Taaccüp ederek içeri girdim. İmam-ı Âzam hala
oradaydı. Onun hürmetine Allah kandili söndürmemişti. Ayakta kıbleye karşı
dönmüş, sakalını eliyle kavramış Hz. Allah’a;
يَا مَنْ
يَجْزِي بِمِثْقَالِ ذَرَّةٍ خَيْرًا خَيْرًا
وَياَ مَنْ
يَجْزِي بِمِثْقَالِ ذَرَّةٍ شَرًّا شَرًّا
اَجِرِ
النُّعْمَانَ عَبْدَكَ مِنَ النَّارِ وَمَا يَقْرُبُ مِنْهَا
وَاَدْخِلْهُ
فيِ سَعَةِ رَحْمَتِكَ
“Ey kullarının zerre miktarı dahi olsa,
hayır işlerini hayırla ve ey kullarının zerre miktarı dahi olsa, şer işlerini
şer ile karşılıklarını veren Allahım! Numan kulunu cehennem
azabından ve ona yaklaştıracak olan amellerden himaye eyle, rahmetinin genişliğine dahil eyle.’ diye yalvarıyordu.
İleriye varınca beni gördü. ‘Kandili
almak mı istersin?’ dedi. ‘Hayır efendim, sabah namazı için ezan okudum’ deyince ‘Öyle ise bu
gördüğün ahvali gizle, kimseye söyleme’ dedi ve yatsı abdesti ile, herkesle beraber sabah namazını
kıldılar.”[14]
B- HELAL TALEBİ
Peygamber Efendimiz
(s.a.v.):
طَلَبُ
الْحَلَالِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ
“Helalı istemek ve aramak bütün
müslümanlar üzerine farzdır”[15] buyurarak mükellefiyetimizi haber vermiş;
مَنْ
اَكَلَ الْحَلَالَ اَرْبَعِينَ يَوْمًا نَوَّرَ اللَّهُ قَلْبَهُ وَ اَجْرَى
يَنَابِيعَ الْحِكْمَةِ
مِنْ قَلْبِهِ عَلَى لِسَانِهِ
“Bir kimse
kırk gün helal yese Allahü Teâlâ onun gönlünü nurla doldurur ve onun gönlünden
diline hikmet pınarlarını açar”[16] hadis-i şerifleriyle dünyadaki kazancımızın büyüklüğünü;
مَنْ سَعَى عَلَى عِيَالِهِ مِنْ
حِلِّهِ فَهُوَ كَالْمُجَاهِدِ فِى سَبِيلِ اللَّهِ وَ مَنْ طَلَبَ الدُّنْيَا
حَلَالًا فِى عَفَافٍ كَانَ فِى دَرَجَةِ الشُّهَدَاءِ
“Çoluk-çocuğunun geçimini helalinden
bulmaya çalışan, Allah yolunda cihadda bulunan gibidir. Nâmus çerçevesinde helalinden
dünyalığı talep eden şühedâ derecesindedir.”[17] ifadeleriyle de ahirette ihsan edilecek makam ve
derecelerin yüceliğini müjdelemiştir. Yine;
اَلْعِبَادَةُ
عَشْرَةُ اَجْزَاءٍ تِسْعَةٌ مِنْهَا فِى طَلَبِ الْحَلَالِ
“İbadet on cüzdür. Bunun dokuzu, helal
kazanç talebindedir.”[18], buyurarak helal kazanç talebinin ibadetin aslı ve tohumu
olduğunu;
مَنْ
اَمْسَى وَانِيًا
مِنْ
طَلَبِ الْحَلَالِ بَاتَ مَغْفُورًا لَهُ وَ اَصْبَحَ وَاللَّهُ عَنْهُ رَاضٍ
“Bir kimse helal kazanç temin etmekten
yorulup akşam evine döndüğünde yatsa, Allahü Teâlâ’nın mağfiretine uğramış
olarak yatar. Sabahleyin ise Allahü Teâlâ kendisinden razı olmuş olarak
kalkar.”[19],
mübarek beyanlarıyla da helal kazanç için çekilen her türlü
sıkıntının rıza-i İlahiyi celbeden birer af vesilesi olduğunu
bildirmiştir.
C- YEME İÇMEDE HELAL VE HARAMA
DİKKAT ETMEK
Müslümanların her hususta
haram ve helale riâyet etmeleri icap ettiği gibi hususi ile yeme içmede
haramlardan kaçınmaya itinâ göstermeleri elzemdir. Zira yenilen şeylerin ve
alınan gıdaların, insanın maddi vücut yapısında ve teşekkülünde olduğu gibi,
manevi terakkisinde de çok büyük te’siri vardır.
Onun için
kişi önüne gelen ve eline geçen her şeyi değil, dinin müsaade ettiği şeyleri
yiyip içmelidir. Çünkü yemek ve içmek, hayatın gayesi değil, gaye olan hakiki
kulluğun vasıtasıdır.Haram gıda ile beslenen uzuvlar, bir fesat makinesi gibi
şerre çalışırlar. Hatta bu durum kişinin sulbünden meydana gelecek olan çoluk
çocuğuna dahi sirayet eder.
Helal ve temiz yiyen
insanların âzâlarında hayırlar ve faziletler tezahür eder. Helal ve temiz
yiyenin bünyesi sağlam, karakter ve seciyesi metin, kalbi huzurlu, ibâdeti
güzel ve duâsı makbul olur.
Ashabın büyüklerinden Sa’d
bin Ebi Vakkas (r.a.) Hazretleri Peygamberimiz (s.a.v)’e gelerek “Ya
Rasülallah! Dua buyurunuz da ben duası makbul olanlardan olayım.” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) de ona:“Ya
Sa’d, helal ve güzel (olan, haramdan arınmış olanı) ye, duan kabul olur.”[20] buyurdular.
Fudeyl (r.a.) “Karnına
gireni bilmiş olan kişiyi Allahü Teâlâ’nın melekleri sıddıklar saffına yazar.
Bunun için yediğin lokmayı bil” diye
buyurmuştur.
İyilikler daima iyiliği, kötülükler de daima kötülüğü
celbeder. Bütün günahlar kalbi karartır, katılaştırır ve ibadet yapma zevkine
mani olur. Ancak buna en çok müessir olan haram lokmadır.
İbrahim Bin Ethem Hz. “Kemale erenler, ancak
midelerine girenlere dikkat etmekle kemale ermişlerdir.” der. Abdullah Bin Abbas (r.anhüma) da “Midesinde
haram lokma olan kimsenin ibadetlerini Allah kabul etmez” [21] buyurmuştur.
Her müslümanın hususiyle
maneviyat erbâbının, gıdalarının helal ve temiz olmasına dikkat etmesi lazımdır.
İslam büyükleri, çarşıda gelişi güzel yerlerden, ne olduğu bilinmeyen şüpheli
şeylerden yeme ve içmenin ilim ve maneviyat ehli kimseler için büyük zararlara
sebebiyet vereceğini haber vermişlerdir.
D- ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN UZAK DURMAK
Haramlardan kaçınmak icap
ettiği gibi şüpheli şeylerden dahi sakınmak gerekir ki buna
vera’ denir. Peygamber Efendimiz
(s.a.v.):
إِنَّ الحَلاَلَ بَيِّنٌ ، وإِنَّ الحَرامَ بَيِّنٌ ، وَبَيْنَهُمَا
مُشْتَبِهاتٌ لاَ يَعْلَمُهُنَّ كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ ، فَمَنِ اتَّقَى الشُّبُهَاتِ
، اسْتَبْرَأَ لِدِينِهِ وعِرْضِهِ ، وَمَنْ وَقَعَ في الشُّبُهَاتِ ، وقَعَ فيِ
الحَرَامِ ، كالرَّاعِي يَرْعَى حَوْلَ الحِمَى يُوشِكُ أَنْ يَرْتَعَ فِيهِ ،
أَلاَ وإِنَّ لِكُلِّ مَلِكٍ حِمًى ، أَلاَ وَإِنَّ حِمَى اللَّهِ مَحَارِمُهُ...
“Helaller bellidir, haramlar bellidir. İkisinin arasında
müştebihat (haram olup olmadığı belli olmayanlar) vardır. Bunları insanların
çoğu bilmez. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, ırzını ve dinini korumuş olur.
Kim de şüpheli şeylere dalarsa, harama düşmüş
olur.
Korunun (girilmesi yasak
olan mahal) etrafında sürüsünü otlatan çoban gibi, çok sürmez (oraya
dalar) oradan (haramdan) da yer. Uyanık olunuz! Her hükümdarın bir korusu vardır.
Gözünüzü açınız! Allah’ın yer yüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerdir.…”[22] buyurarak şüpheli şeylerin harama açılan bir kapı olduğunu
ifade etmiştir. “Kişi mahzurlu olan şeyden korkarak, mahzursuz
olanı terk etmedikçe gerçek takvaya vasıl olamaz.”[23], hadis-i şerifleriyle de mübahlarla fazla meşguliyetin
harama davetçi olduğunu, buna dikkat etmedikçe hakiki takvaya ulaşılamayacağını
haber vermiştir.
Bu hususta İmam-ı Rabbânî
(k.s.) Hz. şöyle buyurur:
وَلَمَّا كَانَ اْلاِجْتِنَابُ عَنْ فُضُولِ
الْمُبَاحَاتِ بِالْكُلِّيَّةِ فىِ جَمِيعِ الْأَوْقَاتِ خُصُوصًا فىِ هَذَا الزَّمَانِ
مُتَعَسِّرًا وَعَزِيزَ الْوُجُودِ ، لَزِمَ
الْاِجْتِنَابُ عَنِ الْمُحَرَّمَاتِ وَتَضْيِيقُ دَائِرَةِ ارْتِكَابِ فُضُولِ الْمُبَاحَاتِ
مَهْمَا أَمْكَنَ ، وَأَنْ يَكُونَ
نَادِمًا عَلَى هَذاَ الْاِرْتِكَابِ وَمُسْتَغْفِرًا مِنْهُ دَائِمًا ، وَأَنْ يَلْتَجِئَ وَيَتَضَرَّعَ إِلىَ
اللهِ تَعَالىَ فىِ جَمِيعِ الْأَوْقَاتِ مُعْتَقِدًا أَنَّ هَذَا اْلاِرْتِكَابَ
لِفُضُولِ الْمُبَاحَاتِ فَتَحَ باَبَ الدُّخُولِ حَوَالِىَ الْمُحَرَّمَاتِ
“Bütün vakitlerde hususiyle şu vakitte
mübahların fazlasından bil-külliye kaçınmak zor ve çok kıymetli olunca,
haramlardan kaçınmak ve mübahları fazlaca irtikap dairesini mümkün olduğu kadar
daraltmak lâzım geldi. Mübahların fazlasını işlemek üzerine pişman olmak ve
devamlı istiğfar etmek ve mübahların fazlasını işlemenin haramlara giriş
kapısını açacağına inanarak vakitlerin tamamında Allahü Teâla’ya yalvarmak ve
ona sığınmak lazımdır.”[24]
Hz. Üstazımız (k.s.): Maharimden ber vech-i kemal
ictinap da fuzul-i mübâhâttan ictinaba ve zaruret miktarı ile iktifaya
vabestedir. Zira mübâhâtın irtikâbında vâki’ müsamaha umuru müştebihe’ye îsal
eder. Müştebihât ise harama yakındır. Kemâl-i verâ’ ve takvanın husulünde mübâhâttan
zaruret miktarı ile iktifa elbette lazımdır. O dahi kulluk vazifelerini eda
niyeti ile meşruttur.
Fuzûl-i
mübâhâttan bi’l-külliye ictinap her vakitte,
ale’l-husus bu vakitte nâdiru’l-vuku’ ve azizü’l-vucuddur.”[25] Yani, “Haramlardan
kâmil manada kaçınmak mubahların fazlalarından kaçınmaya ve zaruret miktarıyla
iktifaya bağlıdır. Zira mübah olan şeylerde müsamahalı davranmak şüpheli
şeylere götürür, şüpheli şeyler ise harama yakındır. Kamil manada verâ ve
takvanın hâsıl olması için mubahlardan zaruret miktarıyla iktifa etmek
lazımdır. Zaruret miktarıyla iktifa etmek de kulluk vazifelerini eda etmek
niyetiyle şart kılınmıştır. (Yani kişi mubahların zaruret miktarından, kulluk
vazifelerine güç ve kudret bulabilmesi niyetiyle istifade edebilir.)…”,
buyururlar.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) bir gün
kölesinin getirdiği sütten içmişti. Hemen kölesine, “Bunu nerden aldın?” diye
sordu. Köle “Kehanette bulundum, karşılık olarak bunu aldım.” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir (r.a.), içtiği sütü midesinden
çıkarmaya çalıştı. Sonra: “Allahım! Midemde kalıp damarlarıma
karışan kısmından sana sığınırım.” dedi.[26]
İbn-i Mübarek (r.a.) şöyle
buyurur: “Ben şüphe ettiğim bir akçeyi sahibine geri vermeyi on bin
altını sadaka vermekten daha çok severim”.
Bişr-i Hafi Hz.’nin kız kardeşi, Ahmet bin Hanbel Hz.’ne
gelerek: “Ya İmam, ben çok defa dam üstünde iplik büküyorum, bazen de birileri
ellerinde meşaleler olduğu halde oradan geçiyorlar ve elimde olmayarak o
ışıktan istifade ediyorum, bu ipliğe haram karışıyor mu?” deyince, Ahmet bin
Hanbel Hz. hıçkıra hıçkıra ağlar ve: “Şüphenin bu kadarcığı bile
bulaşmış olan şey, Bişr-i Hafi’nin hanesine girmemeli” fetvasını
verir.[27]
İbn-i Harun anlatıyor. “Bir gün İmam-ı Âzam Hz.’ni bir
zâtın kapısının önünde, güneş isabet eden bir mahalde otururken gördüm.
Selamdan sonra, niçin gölgede oturmadıklarını sordum. Cevabında ‘Bu
hâne sahibinden bir miktar alacağım var. Onun için duvarının gölgesinden
menfaatlenmek istemiyorum. Çünkü bu, fazlalıktan bir menfaat talebi kabilinden
olup, verilen borcu fâize çevirebilir. Yanlış anlaşılmasın, ben herkes hakkında
bu kadar ihtiyatlı hareket etmeyi vacip görmüyorum.
Fakat
âlimlerin, halka tavsiye ettikleri güzel amelleri yapmakta daha ziyade itina
göstermeleri ve daima azimetle amel etmeleri gerekir.’ buyurdular.”[28]
Hz. Ali (k.v.) buyururlar ki:
“Helalden gelen malın hesabı, haramdan gelen malın azabı vardır”
[1] Kıyame 36
[2] A’raf 157
[3] Bakara 168
[4]
Mâide 4
[5] A’raf 32
[6] Mâide 87
[7]
Müminun 51
[8]
Bakara 172
[9] İmam-ı Şa’rani, Levakıhu’l-Envar, s.114,
[10] İ.Hakkı Bursevî,
Ruhu’l-Beyan Tefsiri
[11] İmam-ı Gazali, Kimyay-ı Saadet c.1, s.517
[12] İmam-ı Rabânî, Mektubat, c.1, Mek.76
[13] İmam-ı Rabânî, Mektubat, c.1, Mek.76
[14]İ.Hakkı Manastırlı,
Mevâhibü’r-Rahman fî Menâkıb-i İbî Hanîfeti’n-Numan
[15] İmam-ı Gazali, Kimyay-ı Saadet, c.1, s.516
[16] İmam-ı Gazali, Kimyay-ı Saadet, c.1, s.516
[17] İmam-ı Gazali, Kimyay-ı Saadet, c.1, s.518
[18] İmam-ı Gazali, Kimyay-ı Saadet, c.1, s.518
[19] İmam-ı Gazali, Kimyay-ı Saadet, c.1, s.519
[20] İmam-ı Gazali, İhyâ-ü Ulumi’d-Din, c.2, s.114
[21] İmam-ı Gazali, Kimyay-ı Saadet, c.1, s.521-522
[22] İmam-ı Nevevî, Riyazü’sSalihîn, s.420
[23] Mekasıdü’t-Talibiyn, s.344
[24] İmam-ı Rabbânî, Mektubat, c.1, Mek. 76
[25] Mektuplar Risalesi, s.183
[26] İmam-ı Gazali, İhyâ-ü Ulumi’d-Din, c.2, s.115
[27] Kuşeyri,
er-Risaletü’l-Kuşeyriye
[28] İ.Hakkı Manastırlı, Mevahibü’r-Rahman
fî Menakıb-i Ebî Hanifeti’n-Numan