REKLAM

27.05.2017

Hazret-İ Üstaz’ın (K.S.) Ders ve Sohbetleri Esnasında Mevzulara Münasip Beyan Buyurdukları Hadise ve Hikayelerden




Hazret-i İmam-ı Azam’a sordular:
-Bu kadar ilmi nasıl tahsil ettin?
-Kitaplardan ta’zim ederdim. Onlar da bana ilmini teslim ettiler, buyurdu.
Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere, eşya-i mukaddese’ye ta-zim etmek zarureti vardır. Lakin bir çok hoca ve talebeler, alıp koyarken, okurken dahi, ta’zime dikkat etmedikleri gibi, kitabın elbisesi olan cild kısmına dahi ehemmiyet verip itina etmiyorlar. Halbuki kendileri yamalı elbise, ütüsüz pantolon giymedikleri halde, bir kendisine bir de kitabına verdiği kıymeti kıyas etmeli. Milyonlarca lira ile yapılan Kur’an kurslarında dahi ilk itina edilecek şey de kütüphanedir.
Geçmişte Türkiye’ye Kabe örtüsü getiren vazifeli biri, hürmetsiz davrandığından çarpılıp, cezaya uğradığı ve akibet-i hali hakkında, bir veliyi muhteremin beyanları mevcuttur.
En güzeli, Hz. İmam-ı Ali (r.a.) tarafından “bir harf öğreten beni köle kılar” sözleriyle, üstaza ve hocaya karşı lazım gelen ta’zimin ehemmiyetine de dikkatli olmalı.
Hz. İmam-ı Azam, ayağını muayene ettirirken, biraz ters tarafa çekmesinin sebebi tabib tarafından sorulunca:
-O tarafta hocam Hz. Hammad’ın evi var, demek suretiyle, hocasına karşı olan riayet ve ta’zimin en güzel misalini vermiştir.
Kendi devrinde İmam Ebu Yusuf gibi müctehidler ve daha bir çok alimler yetiştiren Hz. İmam’ın (r.a.) yatsı abdesti ile sabahı kıldığı ve buna benzer büyüklüğünden bahsedilince, şeriki olan İmam-ı Mis’ar inanmaz. Kontrol için, yatsıyı beraber cemaatle kıldıktan sonra caminin bir yerinde geç saatlere kadar saklanır. Çıkarken de İmam-ı azam’ın pabuçları üzerine kum taneleri ile işaret koyar ve sabah erken geldiğinde, işaretleri ve Hz. İmam-ı Azam’ı yerinde görür. Böylece üç gün aynı hali görüp Hz. İmam-ı Azam’a:
- Ya İmam,ben sana suizan ettim, beni affet, hakkını helal et deyince, Hz. İmam:
- Sen bana suizan etmedin, Allahü Teala’ya suizan ettin. Kendini O’na affettir. Zira bu emanetullahtır, taşıyoruz...
Bir çok Allah dostlarındaki anlaşılamayan haller de böyledir.

*******
Talebelerine ders okuturken, İmam Ebu Yusuf’un anası sık sık gelir Hz. İmam-ı Azam’a:
-Benim çocuğumu burada tutuyorsun. Biz fukarayız, iaşe temin edeceğiz... ilh. gibi sözlerle sitem ederdi. Hz. İmam ise mülayim lisanla:
-Valide sen sabret. Bu çocuk sana ilmin kerametiyle, badem yağından pilav yedirecek... buyurarak ilerde zengin olacağını işaret ettiğinde kadın ümitsiz haliyle:
-Ey ahali! Bu şeyh oynatmış, diyecek kadar ileri giderdi.
HİKAYE 1
Fatih Medreseleri’nden, kaabiliyeti kısa olduğu halde, tevazu ve teslimiyetine binaen ittifak ve iltimasla icazet alan Bektaş Hoca namıyla maruf bir zat, Edirne taraflarında beş sene kadar imamet ettikten sonra, hocasını ziyarete gelir. Sabah vakti kapıyı çalar. Hocası sabah kıyafeti ile açtığı zaman, Bektaş Hoca’yı karşısında aynı sadelik ve safiyetiyle görüp iltifat ederken, hocanın köpeği de Bektaş Hoca’ya saldırmaya devam eder. Bektaş Hoca köpeğe:
-Sus be, ne oluyorsun. Beş sene evvel ben de bu kapının köpeği idim, senden eskiyim, demesi üzerine, hocası orada secdeye kapanıp üç defa:
-Ya Rabbi benim ilmimi de buna ver, diye etmesinden sonra, iltimasla icazet alan Bektaş Hoca imtiyazlı alim sınıfına geçip kitaplar te’lif etmiştir. Hocaya ta’zimin kerameti.
Himmet büyük şey.
HİKAYE 2
İstanbul Karagümrük’te “Üç Baş” ismiyle maruf zat tarafından yaptırılıp ve kendi ismini taşıyan medresenin açılış merasiminde Hz. Halid’i (r.a.) ziyaretten gelen Padişah II. Mustafa da iştirak eder. Ve merasimden sonra; banisi olan zata hitaben:
-Herkes dört başı bir kuruşa traş ederken, senin cimrilik yaparak üç başı bir kuruşa traş ettiğin ve bahilliğin, bana kadar ulaştı. Şu hale göre, bu kadar parayı buraya nasıl harcadın sualine:
-Şevketlim, paralarımı çok sevdiğimden ahirette de benimle beraber olsunlar diye, burada harcadım, demiştir.
Bu zat-ı şerif, medrese, mescid ve selvili avlusuyla güzel külliyenin inşası esnasında, usta ve amelelere, inşaatın sahibini söylememeleri için sımsıkı tembih eder, kendi yaptırdığını gizli tutardı. Hatta Padişah dahi, kendini bildirdikten sonra öğrenmiştir. İşte bu ihlasın tesirinden dolayı, en çetin günlerde de kapanmayıp, içinde Kur’an-ı Kerim ve diğer derslerin okunmasına devam edildiği gibi mescidinde de namaz kılınmıştır. İhlas ne güzel şey... (Rahmetullahi Aleyh.)
HİKAYE 3
Hoca, medresede ders verirken talebenin biri arasıra ayağa kalkar. Hoca sebebini sorar.
Talebe:
-Efendim Hızır geliyor da ondan.
Hoca:
-Ben niçin görmem?
Talebe:
-Sorayım efendim, deyip tekrar geldiğinde sorar.
Hızır Aleyhisselam’ın:
-Hocan süsü ile çok uğraşıyor. Medreseye gelirken ayna önünde, cübbe sarık şöyle mi yakıştı, böyle mi yakıştı, diye fazla meşgul oluyor. Bu gibi haller manevi terakkiye manidir, buyurduğunu hocaya bildirdiği günden itibaren, ayna karşısına geçmeyi terkedip, süslenmekten uzak kalan hocaefendinin, sarığı eskiyip sallanmaya başladığından “Saçaklı Hoca” ismi verilmiştir. (Rahmetullahi Aleyh.)
Terakki-i maneviye mani olan zinetten uzak kalmalı.
 HİKAYE 4
 (Server Baba) namında bir velinin yaşadığı zamanda devlet maliyesi çok sıkışık duruma düşer. Padişah şöhretini duyduğu veliye haber gönderir. Veli de bir miktar iksir tozu gönderir, bakır eritilen kazanlara atılmasını söyler. Yalnız aynı kazandan bir kepçe kendisine verilmesini ister. Kendisine verileni de fakirlikten şikayet eden dervişine aynen verir. Bir müddet sonra padişah bu sırrın kendisine öğretilmesini Server Baba’dan ister ve ısrar eder. Server Baba, “bu mümkün değil, lakin bir kolayı var. Ben bu sırrı yazar dilimin altına koyarım. Siz de beni idam eder alırsınız. Başka çare yok” der. İdam edilir. Dili altından alınan kağıtta sade şu söz yazılıdır: “Ser verip sır vermeyen Server Baba”. Eyvah ser de gitti sır da gitti, derler. (Ser ver, sır verme) demektir.
HİKAYE 5
Fatih dersiamlarından biri, münasebeti olmayan bir müesseseye, münasip olmadığı halde ders verdiği için, ariflerden “Deli Hafız” namıyla maruf bir zat, kendisine, yaptığı işin ihanet olduğunu, emaneti ehlinin gayriye verdiğini ihtar ederse de hoca kabul etmez ve biraz kırılır. Ertesi sabah erken, hocanın kapısını çalan hafız, pencereden kendisine bakan ve özür dileyecek zanneden sözde alim kişiye şöyle der:
“Dün size söylemeyi unutmuşum; onun için geldim. Bugün sana, sade bu deli Hafız kafir diyor. Bundan elli altmış sene sonra herkes kafir diyecek” der ve döner.
- Emaneti ehline vermeli...

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN




İslam’da rüya bağlayıcı değildir. Yani rüyamda şunu gördüm veya şöyle gördüm dolayısıyla bunu böyle yapmalıyım diyerek o görülen rüyaya göre hareket etmek gerekmez. Lakin gören insan için önemli olabilir ve ona göre hareket edebilir. Nitekim geçmişte ve günümüzde böyle çok olmuştur. Hz. Yusuf’un rüyası gibi.
İşte sizlere hayatını ve mücadelesini yazacağım Süleyman Hilmi Tunahan da böyle bir rüyanın sonunda ihtimamla yetiştirilen bir insan.
Soyunun Fatih Sultan Mehmet Han’ın eniştesi İdris Efendi’ye dayandığı söylenen Süleyman Efendi Silistre’nin Satırlı Medresesi’nde yıllarca müderrislik yapan Osman Efendi’nin oğlu olarak 1889 yılında dünyaya gelmiştir. Osman Efendi İstanbul’da tahsil gördüğü sırada bir rüya görür. Rüyada vücudundan kopan bir parça gökyüzüne çıkar ve etrafa ışıklar saçar. Bu rüyayı soyundan gelecek bir evladının dünyayı manen aydınlatacağı şeklinde yorumlar. Evlendikten sonra da dünyaya gelen oğlu Süleyman’ı bu anlayışla büyütmeye çalışır.
Tahsili boyunca hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz. Hocalık yaptığı Satırlı Medresesi’ne alarak ilk hocası olur. Ona talebesi olmasının dışında farklı bir ilgi gösterir. Hatta her yanına gelişinde ayağa kalkarak “Buyurunuz Süleyman Efendi oğlum.” dermiş.

Süleyman Efendi İstanbul’da
Satırlı Medresesi’nden sonra Rüştiye’ye devam eden Süleyman Efendi’yi babası daha iyi tahsil görmesi için İstanbul’a gönderir.
Gönderirken de: “Oğlum! Usul-i Fıkıh ilmine iyi çalışırsan dininde kuvvetli olursun. Mantık ilmine iyi çalışırsan ilminde kuvvetli olursun.” demiş.
O zamanın şartlarına göre Fatih dersiamlarından büyük alim Bafralı Ahmed Hamdi Efendi’den icazetini alır. Daha sonra da aynı medresede hocalık (dersiam) yapmak için açılan imtihana katılır. Onu da başarıyla verdikten sonra kadıların (hakimlerin) yetiştirildiği Medresetü’l-Kuzat’ın imtihanını da verir.
Artık o başarılı bir hoca konumunda bu durumunu sevinçle babasına haber verdiğinde babası “Hüküm verme durumundaki insanların büyük mesuliyetini ve adaleti gerçekleştiremeyenlerin cehennemlik olduklarını” haber veren hadisi hatırlayarak oğluna: “Ben seni cehenneme gidesin diye İstanbul’a yollamadım.” der.
Babasının bu endişesine katılan Süleyman Efendi kadılığı kazanmış olmasına rağmen bu vazifeyi yapmaz hocalığa devam eder. Bu vazifesini Cumhuriyet döneminde İstanbul Müftülüğü’nde sürdürmüş camilerde vaazlar vermiş vaazları bazılarını rahatsız ettiğinden konuşmalarına da çok dikkat etmesine rağmen rahatsız edici tutumlara maruz kalmıştır.
Orjinal Link: TEVBE EDENLERİN SİTESİ http://www.tevbe.org/forum/tasavvuf/2085-zamanin-son-tasarruf-sahibi-silsilei-saadatin.html

Tutuklanma ve hapishane hayatı
Bir gün evinden alınarak 1. şubenin meşhur işkence merkezine konarak dostlarıyla beraber üç gün süreyle işkenceye maruz bırakılır.
1939’da bu tutukluluk dönemi belirli periyotlarla devam eder. Nitekim 1957 yılında siyasi mülahazayı da dikkate alarak dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik tarafından düzmece bir mazeretle tekrar tutuklanması için karar verilir. Damadı Kemal Kaçar’ın da siyasetle meşgul olması hakkında yapılacak suçlamalarda belirleyici olur.
Kütahya Emniyet Müdürlüğü’ndeki bol küfürlü ve işkenceli dramı bayılmasıyla da sona ermez. Ayıltılıp tekrar aynı küfür ve işkence devam eder.
Süleyman Efendi’nin bütün bu çileler içinde en mühim faaliyeti Kur’an okutmak ve kurs açmak olmuştur. Bu halini her tutuklanmasında kendilerine şu şekilde ifade etmiştir. “Bu faaliyetim sadece müslüman çocuklarının dinlerini ve Kur’an’larını öğrenme hedefine yöneliktir. Devletin kanunlarına ve idaresine karşı bir maksadım yoktur.” demesine rağmen ölünceye değin hiç rahat bırakmamışlardır.
Dindar insanlara bir şey yapılmadığını söyleyerek gerçeği saklamaya çalışan zihniyet hangi kaynaktan yararlanarak bunları söylüyor bilemiyoruz. Özellikle İnönü dönemi bu ve buna benzer baskı ve zulümlerle doludur.
Süleyman Efendi yüksek dereceli şekerden vefat ettiğinde 71 yaşındaydı. 1959 yılında vefat eden Süleyman Efendi için Fatih Camii Haziresine gömülmesi kararlaştırılmış ama Demokrat Parti’deki dine karşı cephenin engellemesiyle bu karar gerçekleşmez bunun yerine cenaze namazı Altunizade Camii’nde kılınarak Karacahmet Mezarlığı’na defnedilir.

Süleyman Efendi’nin yolu
Ortaya birşeyler koymaya çalışan her insanın lehinde ve aleyhinde çok şeylerin söylendiği ve yazıldığı bir gerçek. Süleyman Hilmi Tunahan için de aynı şeyler olmuştur.
Olumsuz söyleyenleri bir tarafa bırakırsak olumlu düşünenler onun yolundan gittiğini söyleyen kardeşlerim için bir şeyler söylemek istiyorum:
Hayatını Kur’an hizmetine vakfeden Süleyman Efendi bir anne-babadan doğan etten kemikten olan yiyen-içen bizler gibi bir insan. Bu insana olağanüstülükler atfederek uçurup-kaçırmak İslamî bir yaklaşım değildir. Eğer böyle bir nazarla değerlendirilecek olursa “masumiyet” atfetmek gerekir ki bu da peygamberlerin sıfatıdır. Haliyle bunlar da hata yapabilirler. Öyle görmek böyle anlamak gerekir.
Orjinal Link: TEVBE EDENLERİN SİTESİ http://www.tevbe.org/forum/showthread.php?t=2085
Bu ifadelerim asla Süleyman Efendi’yi ve onun gibi insanları küçük göstermek maksadına yönelik değil. Onlar ki bizim değil yapmamız hayal ettiğimiz mücadeleyi gerçekleştirmiştir. Öyle ki Kur’an okutmasına müsaade edilmeyen Süleyman Efendi tren vagonlarında yolcu gibi binerek talebe okutmuştur. Bütün bunlar az fedakarlık değil. Takdirle karşılıyoruz. Bu ifadelerden kasdım müntesipleri (taraftarları) olan ve kendilerine “Süleymancılar” denen kardeşlerimin yaklaşımlarından dolayı böyle açıklamayı gerekli gördüm.
Çünkü aşırı tarafgirlik kişiyi taassuba götürür. Taassub ise gerçeği görmeye mani olur. Kendisinden (kendilerinden) daha doğru sağlıklı çalışmanın olmadığı kanaatine götürür. Bu ise yanlıştır. En iyisi olmaya çalışmak en asli vazifemizdir. Fakat bizler gibi çalışma yapan başkalarının varlığını da unutmamak gerekir.
Mesela Hoca Efendi’nin döneminde Kur’an için sarfettiği emek gayret mücadele takdire şayan. Fakat daha sonraları durum değişmiş yeni imkanlar ortaya çıkmış İmam-Hatip Lisesi açılmış. Bunlara amansız tavır almaktansa biraz mühlet vermek şayet iyi şeyler oluyorsa onları takdir etmek onlarla bütünleşmek daha iyi olmaz mıydı? Maalesef bu yapılmadı. Aksi tavırlar alındı. Bu durum şimdilik eski katılığını korumuyorsa da kısmen kırıntıları var.
Tabiiki bu konuda o kardeşlerimize karşı da olumsuz tavırlar takınılmıştır. İmam-Hatip Liselerinin kuruluşuyla ilgili “Celal Hoca Kuşağı” isimli kitabı bazı münakaşalar içinde “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabı tavsiye ederim.

Süleyman Efendi’nin yoluna gelince...
1- Hayatını Kur’an eğitimine vakfetmiş Kur’an’ı bilen ve yaşayan öğrenciler yetiştirmeye gayret etmiştir.
2- Ehl-i Sünnet yoluna bağlı olup yeni bir mezhep kurma çabası gütmemiştir.
3- Süleymancılık diye bir tarikat yoktur. Kendisi İmam Rabbani’ye bağlı Nakşî bir tarikat mensubuydu.
Süleyman Efendi başlattığı Kur’an eğitimiyle şüphesiz bir çığır açtı. O çığıra sahip çıkacak talebeler yetiştirmek için yoğun çaba sarfetti. Bu yönü itibariyle ülkemizde canlı bir iz bıraktı. Yukarıda zikrettiğim hassasiyetleri de dikkate alaracak şekilde davranılırsa bu ekol milletimizin gönül dünyasını zenginleştiren izler olacaktır.

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN'DAN GÜZEL SÖZLER2




"Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol. Evladım, ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan "söz" olur ve seni cennete götürür, tutmazsan "köz" olur."
"İnsanları sev ve kimseyi kendinden alçak görme. Tevazu sahibi ol, zira en halis ziynet alçakgönüllülüktür. Mütevazi olan kimse, en güzel ziyneti takınmıştır. Kimseyi kendinden aşağı görme. Hayatta haset etmeden say, kıskanmadan sev. Bazı insanlar, başkasındakini istemez. Öyle olma. Gıpta et, fakat haset etme. Zira Allah'ın huzuruna fesatla çıkılmaz"
"İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. "Ben niye onun yerinde olmayayım" deme, elindekinden olursun. "Allah bana bir verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin" diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır."
"Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanperverlik budur."
"Oğlum! ilimsiz ibâdetin tadı olmaz. Tek kanatlı kuş uçmaz. İnsanların dünyaya dalıp, istikbâl sevdasına düştükleri şu günde, Mevlâ'nın ilmini okuyacağız. O, insana iki cihanda izzet ve şeref veren âli bir iştir. İhlâs ve samimiyetle Allah ve Rasûlune yönelen kimse, gölge gibi dönen dünyayı ve her hayrı kendine tabi kılar. Âhirete çalışan, dünyayı elde eder. Dünyaya çalışan ise Âhireti kazanamaz. Zira âhiret hakikat, dünya haleftir. Ağacı kökünden götürürsen, gölgede beraber gider. Âhirette ne varsa, dünyada onun misâli vardır. Eğer olmasa dünya yalan olur. Teyemmüm abdestin halefidir, dünya da ahiretin."
"Her yerde birlik ve beraberlik lazımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah'ın nusreti, maddi ve manevi yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler."
."Sırf bâtınla meşgul olanlar mülhiddir. Sırf zâhirle meşgul olanlar gâfildir. Kemâlat her ikisinin birleşmesindedir."
Kaynak: www.tunahan.org

Süleyman Hilmi Tunahan (k.s) hazretleriden güzel sözler ve nasihatler.



 ”Keramet göklerde uçmak, suda yürümek midir? Bunu denizdeki balıklar, gökteki kargalar bile yapıyor. Esas keramet, Ümmet`i Muhammed’in hidayetine vesile olmaktır.“
“Bizim bu âlemde bir tek işimiz var. O da yavrularımızın kalplerine Allah (c.c.) ve Peygamber (s.a.v.) sevgisi ile iman ve İslâm nurunu yerleştirmektir.
“Bu dinin garip anlarında hizmet gören, saltanatını sürmeden ölmez.”
“Dışımız halk ile, içimiz Hak ile...”
“Her yerde birlik ve beraberlik lâzımdır. Muvaffak olmak için her hususta ittifak etmeli ve dayanışmayı asla elden bırakmamalıdır. Çünkü Allah’ın nusreti, maddî ve mânevî yardımı cemaat ile beraberdir. Toplu çalışanlar bunun semeresini kısa zamanda elde ederler.”
“Ağaç nasıl ki, gövdesinden değil de meyvesinden iyi anlaşılırsa, mürşidi` i kâmil olan kişiler de gösterişli zâhir hâllerinden değil; meyvelerinden yani yetiştirdikleri mensuplarının güzel hâllerinden anlaşılırlar. Şöhreti arşa çıksa, hakikî mürşidin misali meyvesidir.”
“Hizmet muvaffak olsun da, varsın bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun.”
“Efendiler! Hocalık bir meslek, bir ekmek teknesi değildir. Hocalık Allah’ın, Resûlullah’ın, Kitabullah’ın ve din`i mübin`i İslâm’ın tebliğ memurluğudur.
“İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Nurdan haberi olmayan, ondan zevk almayan insan, nurun düşmanı olur.“
“Kâinatı saran karanlığı kaldırma zamanı gelip de, ezelî hüküm icâbı ins`ü cinnin nebîsi, Habîbü Rabbi’l`âlemîn, Kur’an`ı Kerîm’le gönderilip âleme safa verdiği gibi o Resûlullah’ın hususî yaratılmış vârisleri de, ilâ yevmi’l`kıyame devam edecek olan din`i mübini, binlerce belâya katlanarak yılmadan yürütecekler.“
“Süleyman Aleyhisselâm, “Yalnız başına bir orduyu mağlup etmek ne kadar zor ise, nefs`i emmâreyi mağlup etmek ondan daha zordur.” buyurdular.”
Yıl 1959, Efendi Hazretleri dünya hayatındaki son günlerini yaşamakta; fakat hâlâ koşuşturmaktadır. Sohbetler, vaazlar, dersler, talebelerin ihtiyaçları vs` Şeker hastalığına ve o yaşına rağmen hizmetten ve talebelerinden bir an olsun ayrılmıyor. Her gün dört vasıtayla Çamlıca’dan Topçular’a Tekâmül Talebelerini okutmaya gidiyor.
Küçük Çamlıca, Kısıklı neresi, Eyüp Topçular neresi! ” O zamanlar bu ulaşım imkânları da yok. Tramvayla Kısıklı’dan Üsküdar’a iniyor, Üsküdar’dan vapurla karşıya Eminönü’ne geçiyor, oradan da başka bir vasıtayla Edirnekapı’ya, oradan da Topçular’a”
İşte o son günlerinde ve yine Tekâmül Talebelerinin yanında, onlarla birlikte Kur’an hatmi yaptıktan sonra sohbet etmekte:
“Evlatlarım! Buraya kadar getirdiğimiz din hizmetleri, bundan sonra sizlerin omuzlarındadır. Şu anda Ümmet` i Muhammed’in evlatları sizlerin imdadını bekliyor. Bu işin ihmâl edilecek tarafı yoktur. Bu hakikati anladıktan sonra hizmet etmeyen iyi bilsin ki, kıyamet gününde on parmağım onun yakasında olacaktır. Kıyamet günü değil huzur ` u ilahî’ye, değil huzur ` u Resûlullah’a; benim huzuruma bile çıkamayacaktır.” dedikten sonra gözyaşları içerisinde dua edip:
“Evlatlarım! Tekrar geleceğim; ama ders için değil. Artık o iş tamamdır. Lâkin bir defa daha gelip size bir hadis` i kutsî bir de hadis` i şerif yazdıracağım. İnşallah Âlem` i Berzah’ta ve Livâü’l` Hamd sancağı altında yine böyle birlikte olacağız.” der.
Ertesi gün yine o yorgun ve hasta haline rağmen Kısıklı’dan Topçular’a kadar gelir ve talebeleriyle tek tek vedalaştıktan sonra, o mezkûr hadisleri yazmalarını ister:
1. Hadis` i Şerif:
“Yâ Ebû Rafi! Allah’a yemin ederim ki, senin iki elinle (yani maddî ve mânevî gayretin ve çalışman neticesinde), bir şahsa Cenab` ı Hakk’ın hidayet nasip etmesi, güneşin üzerinde doğduğu ve battığı her şeyden daha hayırlıdır.”
2. Hadis` i Kutsî:
Cenab` ı Hak, Davud Aleyhisselâm’a hitâben: “Ey Davud! Benden kaçan bir kulumu, tekrar bana getirmen tüm insanların ve cinlerin ibadetinden bana daha sevimli gelir.” Bu talebeleriyle dünya hayatındaki son görüşmesidir ve son nasihatleridir. Çıkarken tekrar “Evlatlarımı bir kere daha görmüş olayım.” diyerek onlara bakar ve oradan ayrılır. Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra da ebedî âleme irtihal etmişlerdir. Tarih: 16 Eylül 1959.
Hz.Allah şefeatlerine nail eylesin. Amin.