REKLAM

3.05.2017

KURBAN VE KURBAN BAYRAMI




Cenâb-ı Hakka çeşitli vesîleler ile yaklaşılır. Bunlardan biri de birkaç gün sonra keseceğimiz kurbanlarımız ile olmaktadır. Bu derece yüce mânâ ifâde eden kurban ibâdeti, acaba nereden mîrâs kaldı? Bu günler de hangi idrâk ve düşünceyle bayram yapıyoruz?
Târih, Peygamber Efendimizin cedd-i âlîsi, Kabe-i Muazzamanın bânisi, Hz. İbrâhimin devriydi. Nemrud&un ateşinden kurtulmuş olan Hz. İbrâhim, insanlığı, Allaha kul olmaya dâvet ediyordu. Bu uğurda canını ve malını hiçe sayma fedâkârlığını gösteren Hz. İbrâhim, Allah tarafından yeni bir imtihana çekilecekti.
Aradan seneler geçmesine rağmen, evlâdı olmamıştı. Evlat arzusu içinde olduğu bir sırada, melekler Hz. İbrâhimin yanına gelerek sorarlar: Yâ İbrâhîm! Allah sana bu kadar nimetler ihsan etmişken, sen bu nimetleri Allah yolunda hiç düşünmeden harcıyorsun. Kalbine hiç bir şey gelmiyor mu? Cevap düşündürücüdür: Değil malımı fedâ etmek, Allah bana sâlih bir evlat verse, onu bile Allah yolunda fedâ edebilirim. İşte bu söz kayda geçmişti.
Aradan uzun yıllar geçmiş, Cenâb-ı Hak Hz. İbrâhime sâlih bir evlat ihsan etmişti. Adı İsmâi idi.      Hz. İsmâil en sevimli olduğu bir çağa geldiğinde bir akşam, Hz. İbrâhim, yattığı yataktan, Nezrini yerine getir, Yâ İbrâhim nidâsıyla, kalktı. Bu rüyâ acaba Allahtan mıydı? Nezri neydi, onu düşündü.
Ertesi gece, aynı rüyâyı, yeniden gördü. Artık Hz. İbrâhim anladı ve bildi ki, bu rüyâ Allahtandır. Bildiği için bu güne Arefe ismi verildi.
Fakat nezri neydi, onu hatırlayamadı. Bayram akşamı da aynı rüyâyı görünce, nezrini hatırladı. Oğlunu kurban edecekti.
Artık Allahın emrini yerine getirmesi lâzımdı. Bayram sabahı olunca, Hacer vâlidemizi çağırdı. Oğlu Hz. İsmâili hazırlamasını söyledi. Hacer vâlidemiz, Hz. İsmâili giydirip, süsledi. Baba oğul, beraberce Minâ istikâmetine doğru yola koyuldular. Fakat nereye gidildiğini, ne evlat ne de annesi biliyordu.
Yolda şeytan Hz. İbrâhimin önüne çıkarak: Yâ İbrâhîm! Böyle bir evlâdı nasıl kesersin? Hiç baba evlâdını kesebilir mi? Hz. İbrâhim, şeytanın sözüne kulak bile vermedi, hiç tereddüt etmeyerek, yerden aldığı taşla şeytânı defetti.
Şeytan durmuyordu. Bu sefer Hâcer vâlidemizin yanına gelerek, onu kandırmaya çalıştı. Fakat Hâcer vâlidemiz verdiği cevabla, teslimiyetin zirvesine varıyordu: Eğer Allahtan böyle bir emir gelmişse, ben de bir anne olarak, bu emre teslim olup, boynumu büküyorum.
Şeytan vazgeçmiyordu. Bu defa Hz. İsmâilin yanına gelip: Baban seni nereye götürüyor, biliyor musun? Kesmeye götürüyor, kemeye. diyerek onu korkutmaya çalıştı.
Hz. İsmâil de, annesinden geri kalmayarak: O benim babamdır. O bir Peygamberdir. Eğer bu emri Allahtan almışsa, emri muhakkak yerine getirmesi lâzımdır." cevâbını verdi ve şeytanı taşladı.
Sonunda baba oğul işâret olunan yere kadar geldiler. Fakat Hz. İbrâhîm, oğluna nasıl söyleyecekti. Bütün mesele buradaydı. Sonunda: Ey benim yavrucuğum. Ben, seni, rüyâmda, kesiyor görüyorum. Sen benim bu rüyâma bir bak, ne söylersin. Hz. İsmâil kıyâmete, kadar gelecek insanlığa ibret olacak şu sözleri söyledi: Ey babacığım. Sana Allahdan ne emrolunmuşsa, onu derhal yerine getir. İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın.
Artık baba oğul Allahın hükmünü yerine getirmeye hazırlanmıştı. Bu esnâda Hz. İsmâil: Babacığım, birkaç ricâm var. Yerine getirmeni istiyorum. Anneme selâm söyle. Ellerinden öptüğümü ilet. Küçük çocukların arasına girmesin. Olur ki, onlara bakıp, beni hatırlar da, Allaha isyan edebilir. Ve babacığım! Gözlerimi, ellerimi ve ayaklarımı bağla. Can tatlıdır. Olur ki, bıçağı elinden almak isterim.
Hz. İbrâhim oğlunun isteklerini yerine getirdi. Biraz sonra Hz. İsmâil tekrar:Ey babacığım, ellerimi ve ayaklarımı çöz. Beni Allah görüyor, melekleri görüyor. Ne isyankâr çocukmuş, babası, bağlamak zorunda kaldı, demesinler. dedi.
Artık baba oğul, Allahın hükmüne tam teslim olunca, Hz. İbrâhim, Hz. İsmâili, şakağı üzerine yatırdı. Bu esnâda yerde gökte ne kadar melek varsa secdeye kapanmış: Allahım! Koru İsmâilini, Affet İsmâilini diye yalvarıyordu.
-----------------------------------------
Kurban allaha yakin olmak maksadi ile yapilan bir ibadet olup sadece rasülüllah zamaninda degil Insanligin yaratilisindan itbaren vardir.Nitekim cenabu hak Meleklere Ey Meleklerim yer yüzünde bir halife yaratacagim.
dedigi zaman , Melekler yarabbi biz seni tesbih ve takdis ediyoruz yer yüzünde kan dökücü ve yer yüzünde ifsat edici bir varlikmi yaratacaksin?diye itirazvari bir söz söyledikleri zaman Ey Meleklerim sizin bilmediginizi ben bilirim buyurmusdu.
Hadisi serifde Peygamber efendimiz:Belalarin en siddetlisi evvela peygamberlere sonra derecelerine göre evliyaullaha gelir buyurmuslardir.
bu hadisi serifin tefsirinde S.H.Tunahan efendi hazretleri : Kurban cenebu hakkin kullarina büyük bir imtihandir.Bu imtihanlarin en büyügünü enbiya-i uzam vermistir.bütün nebilerin verdigi imtihanlarin en muazzaminida rasülüllah efendimiz vermistir.Nitekim Ibrahim a.s.min bu imtihanina mukabil Peygamber efendimizinde hanedanindan 170 kisinin sehid olacagini bilmesi ve bunu kabul etmesiki bu bir sirri kader isi olup belki onlarin makami mahmutda ve maiyyeti hazreti rasülüllahda olabilmeleri icindir.Buyurmuslardir. S.H.T.
---------------------------------
Kevser süresindeki (venhar)emri hanefi mezhebine göre vücüb ifade etmekdedir.Buna delil olarak asagida zikir edecegimiz hadisi serifleri delil göstermislerdir.
1-Kim kurban kesme imkani olurda kurban kesmezse namazgahlarimiza yaklasmasin.
2-Ümmetimin hayirlisi kurban kesenlerdir. serliside kurban kesmeyenlerdir.
3-Kim kurban keser ve namazini kilarsa o bizdendir. kim kurban kesmez ve namaz kilmazsa bizden degildir.
4-Kim kurban kesmeye imkan bulurda kurban kesmezse ister yahudi ister hiristiyan olarak ölsün. Bunun gibi emir ve yasaklar vücüb ifade eder demislerdir.

bayram gecelerinin fazileti



 Bayram günlerinin de fazileti büyüktür. Kurban bayramının 1.2.3. günlerinden sonraki gecelere Kurban bayramı geceleri denir. Ramazan-ı şerifin son günü ile bayramın ilk günü arasındaki geceye de Ramazan bayramı gecesi denir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ihya eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez.) [İbni Mace, Taberani]

(Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, tevbe reddolmaz. Ramazan bayramının ve Kurban bayramının birinci geceleri, Berat gecesi ve Arefe gecesi.)
[İsfehani]

(Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İbni Asakir]

Bayramda erken kalkmak, gusletmek, misvak kullanmak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek, yüzük takmak, karşılaştığı müminlere güler yüzle selam vermek, fakirlere çok sadaka vermek, İslamiyet’e doğru olarak hizmet edenlere yardım etmek, dargınları barıştırmak, akrabayı, din kardeşlerini ziyaret etmek, onlara hediye götürmek sünnettir.

Dargın olanların, bayramı beklemeyip, hemen barışması gerekir. Allahü teâlâyı ve Peygamber efendimizi seven kimse, insanların kusurlarına bakmaz, hoşgörülü olur. İyi insan yani mümin, herkesle iyi geçinir. Başkalarına sıkıntı vermediği gibi, onlardan gelecek eziyetlere de katlanır.

Kimseye darılmamalı, dargınlık olduysa, 3 günden fazla sürmemeli, bayrama kadar süren bir dargınlık olduysa, daha fazla gecikmeden barışmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Din kardeşiyle 3 günden çok küs durmak caiz değildir. Üç gün sonra, onunla karşılaşırsa, ona selam verip hatırını sormalıdır. O kimse selamını alırsa, birlikte sevaba ortak olurlar. Selamını almazsa günaha girer. Selam veren de küs durma mesuliyetinden kurtulmuş olur.) [Ebu Davud]

(Ameller pazartesi ve perşembe günü Hak teâlâya arz olunur. Hak teâlâ da, şirk koşmayan herkesi affeder. Ancak bu mağfiretten birbirine kin tutan istifade edemez. Cenab-ı Hak, “Onlar barışıncaya kadar amellerini bana getirmeyin” buyurur.)
[İ. Malik]


sindirim kofulu,lizozom

Resim yazısı ekle

16.04.2017

Kadın ve Hurafe

Kadın ve Hurafe:
Tarih incelendiğinde görülüyor ki kadın, haklar bakımından asırlar boyu ihmal edilmiş, horlanmış, en ağır zulüm, baskı ve işkencelere maruz tutulmuştur. 19. yüzyılın ortalanna kadar, gerek Avrupa, gerekse Asya'da kadın, hukukundan yoksun bırakılmıştır. Mesela: Yahudi kızları babalarının evlerinde hizmetçi kabul edilmiş, ÎRAN'da MEZDEK, ana ve kız kardeşle evlenmeyi meşru gören yeni bir din kurmuştu!.. Çin ve Hind gibi çok eski milletlerde de kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Hind'de kadın, zavallı bir yaratık olarak kabul ediliyor, her türlü aşağılık arzulara alet ediliyordu. Vedaları okumaktan uzak tutuluyor, ayin ve merasimlere kabul edilmiyordu. Kadının dini efendisine hizmet etmekti. Görevi ve değeri, eğer kocası ölmüş ise onun cesedi üzerinde kendisini yakmasıydı.
Eski Yunanlılarda da kadın, medeni haklar adına hiçbir şeye malik değildi. Kadın kocasının, kocası yoksa babasının, o da olmazsa akrabasından diğer erkeklerin vasiliği altında yaşardı. Kocası onu istediği zaman boşar ya da başkasına devredebilirdi.
Eski Roma'da da kadının durumu çok feciydi. Hatta Roma'da bazı toplantılarda, kadının ruhsuz ve edebi hayattan nasibi olmayan bir hayvandan ve şeytanın iğrenç işinden ibaret bulunduğuna dair kararlar alındığı bile vakidir<49>.
Ortaçağda Bizans'ın en şaşaalı zamanlannda bile kadının sosyal mevkisi çok düşüktü. Bizans'ta kadının durumu kısaca şöyleydi:
Kadın erkeğin malı idi. Onda istediği gibi tasarruf hakkı vardı. Hayat ve ölümü eşinin elindeydi. Köle olarak kabul edilirdi. Kadının önce babasının, evlendikten sonra kocasının, kocası ölünce de oğlunun esiri idi. Kadın bir şehvet metaı addolunurdu. En medeni olan Atinalılar arasında bile kadın çarşılarda satılır, .başkalarına ihale olunurdu. O sadece evin düzeni, çocuklara bakmak için lâzımdı<50>.
1788 yıllarına kadar kadın ingiltere'de de kocasına mutlak itaata mecbur olup hemen hemen hiçbir hakka sahip değildi.
1888 yılında İngiliz piskoposlarından "Dour", Vestminister kilisesinde yaptığı bir konuşmasında şöyle diyordu. "Bundan 100 sene evveline gelinceye kadar kadın, erkeğin sofrasına oturmak hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi.
Kocası da başının ucuna kocaman bir sopa asardı ki karısı ne zaman bir emrini tutmazsa, onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocukları ise analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi(51).
İslâmiyetten önce Arap Yarımadası'nda da kadının durumu yürekler acısı idi. Araplar kızlara karşı olan nefrette o kadar ileri gidiyorlardı ki, yaşama hakkını dahi onlara çok görüyorlardı. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi kendilerine göre fazilet kabul ediyorlardı. Herhangi birisinin bir kız çocuğu dünyaya geldiği zaman öfkesinden ne yapacağını bilemezdi.
Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim onların bu insanlık dışı davranışlarını şöyle anlatır:
"Onlardan birine kız doğumu müjdesi verilince öfkeli olarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Onu utana utana tutsun mu? Toprağa mı gömsün?.." (Nahl Suresi, Âyet, 58,59).
İslama kadar bütün dünyada kadın değersiz bir yaratık olarak kabul edilmiş, yüzyıllar boyu ona hiçbir sosyal hak tanınmamıştır.
İslâmdan önce Hz. İsa kadınlar hakkında iyi düşünceliydi, onların hukukunu korumak istedi. Ama kilise Hıristiyanlığın kadınlar hakkında şefkat ve merhamete dayanan ilkelerini istediği biçimde değiştirdi. Hatta Hıristiyan azizlerinin katlettirdiği binlerce kadının acıklı öyküleri tarihte yazılıdır.
İlk âyetinden itibaren dünyada yeni bir çığır açan, dünyaya kurtuluş yollarını gösteren İslâm, o zamana kadar kadınlara verilmeyen haklar getirmiş, kadını özgürlüğüne kavuşturmuştur. İslâm'a göre kadın erkeğinin eşi, yardımcısı ve danışmanı olarak kabul edilmiştir. Ona, aile içerisinde söz hakkı tanınmış ve birtakım görevlerle yükümlü kılınmıştır. Hz. Muhammed (S.A.S.): "Kadın da kocasının evinde bir çobandır ve yönetimi altında olanlardan sorumludur"(52) buyurmuş, onun aile içinde sözsahibi olduğunu cihana ilan etmiştir.
İslâmda kadına işkence etmek, onu horlamak, küçük görmek, mal varlığına tecavüz etmek yoktur. Kadına aile içinde ve toplumda saygı esastır. Peygamberimiz: "En hayırlınız kadınlarına karşı en iyi davrananınızdır"(53) buyuruyorlar.
İslâm esaslarına göre kadın da erkek gibi inanç, amel ve ahlâk hükümleriyle yükümlüdür. İyilik ve doğruluk üzere davranmada, kötülüklerden sakınmada aynen erkek gibidir.
Kadın hukuk açısından ve haklarını kullanması bakımından o zamana kadar dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan ve hiçbir dinde görülmeyen geniş yetkilere kavuşmuştur. Şöyle ki:
 "İslâmda kadın malı, nefsi ve zimmeti üzerine istediği gibi tasarruf hakkına maliktir. Kimsenin iznine ve hakimin müdahalesine ihtiyacı yoktur. Evlenme, alım-satım, kiraya verip alma, bağış yapma, kefil alma, ödünç para verme, şirket kurma, vekalet, sulh ve ibra, dava ve ikrar gibi bilcümle hususlarda erkek gibidir. Erkek gibi gayrimeşru fiil ve hareketlerinden mal ve vicdan bakımından sorumludur"'54'.
Tanıklık ve diyet gibi bir kaç mesele de erkekle eşit tutulmamıştır. Ancak bu insan hakları bakımından değil, kadınların özelliklerinden ötürüdür.
İslâm kadınlara siyasal tercihlerini kullanma hakkını da tanımıştır. Hz. Peygamber kadınların oylarını kabul etmiştir.
İslâm tarihinde hadis, fıkıh, tarih, siyaset ve tıp gibi bilim dallarında yetişmiş pek çok ünlü kadın vardır.
Mesela Hz. Peygamberimizin muhterem eşi Hz. Aişe Kur'an, hadis, edebiyat ve tarih ilminde kaynak kabul edilen bir bilgin hanımdır. Ayrıca fetva veren meselelerin hukuki hükmünü bildiren 7 büyük sahabiden biri olarak kabul edilir.
Üçüncü Abbasi Halifesi Mehdi'nin kızı Hayzüran, siyasal bilimlerde ünlüdür. Yine Hicri 5. asrın bilgin hanımlarından ŞEHDE, Bağdat Camii'nde devrin en büyük edip ve bilginlerine tarih ve edebiyat konferansları vermiştir. İslâm tarihinde böyle daha pek çok bilgin hanımefendiler vardır(55).
Dünyanın her yerinde insan haklarının çiğnendiği, insan ve kadın ticaretinin yapıldığı, kadına hiçbir hakkın tanınmadığı, her türlü zulüm ve hareketin reva görüldüğü, bir meta gibi elden ele satıldığı, hatta uzun süre "Kadının ruhu var mıdır, yok mudur?" diye tartışmasının yapıldığı bir çağda, İslâm'ın ve sevgili Peygamberimizin kadın haklarına karşı gösterdiği titizlik, hiç şüphesiz yüce dinimiz İslâm'ın getirdiği yeniliklerdir. Tarih budur, gerçek budur.
1789 Fransız Büyük îhtilali'nin, kan akıtarak yazdığı "Hukuku Beşer Beyannamesi" ve ondan çok yıllar sonra, Birleşmiş Milletlerin "İnsan Hakları Beyannamesinden", insanlığın çok uzak olduğu bir dönemde ta 15 asır önce, İslâm'ın kadına tanıdığı haklar hiç de küçümsenecek ölçüde değildir.
İslâm'da kadına saygı bir anlamda Peygamberin buyruklarına saygıdır. Çünkü kadın varlığımızın devamlılığının kaynağıdır.
Sevgili Peygamberimiz Veda hutbesinde:
"Ey insanlar! Sizin kadınlarınız üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza riayet etmelidirler.Onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara karşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle muamele edin. Siz onları Allah'ın ahdi ile aldınız. Onlar size Allah'ın ahdi ile helâl olmuştur" buyurmuşlardır.
İslâm kadını bu şekilde değerlendirmesine rağmen, maalesef bazı cahil kişilerin gözünde o, hâlâ "saçı uzun, aklı kısa" kabul edilerek ezilmeye, horlanmaya mahkûm bir varlık gibi muamele görmektedir.
Ancak kadın hakkında söylenen bir sürü hurafenin mevcudiyeti de bir gerçektir. İşte kız, kadın ve gelinler hakkında söylenen hurafelerden bazı örnekler.
—Evden çıkan erkek işine giderken önünü kadın keserse işi ters gider.
—Kısa boylu kadın uğursuzdur.
—Hayızlı (aybaşılı) kadın sebze bahçesinden geçerse sebzeleri kurutur.
—Hayızlı kadın akşam ezanından sonra küpten turşu çıkarırsa turşu bozulur.
—Gelin eve ilk geldiğinde kaynanasının iki bacağı arasından içeri girerse saygılı olur.
—Bir kız akşam ezanı okunurken merdiven altından geçerse kısır kalır.
—Cuma günü ezan okuyan müezzine kızın başörtüsü veya mendili sallattırılırsa nasibi çıkar.
—Çocuğu yaşamayan bir kadın bir yatıra "Bunu sana sattım" der ve kurban kestirir. Çocuk dünyaya gelince eğer kız ise adını satı, oğlan olursa Satılmış koyar. Aksi halde çocuğu yaşamaz.
—Çocuğu ölen kadın Cuma günü iş yapmaz.
—Gelin olanın duvağı evde kalmış kızın başında çözülürse bahtı açılır.
—Evde kilitlenen kilit, bayram sabahı veya Cuma günü, namazdan önce imam tarafından camide açılırsa kızın bahtı açılır.
—Çocuğu yaşamayan kadın yeniden doğum yaptığında 40 evden topladığı parçalarla gömlek dikip çocuğuna giydirirse çocuğu yaşar ve ömrü uzun olur.
—Aş yeren bir kadın çirkin bir yere bakarsa çocuğu çirkin olur.
—Doğum yapan kadın yedigün çocuğunun yanından dışarı çıkmaz. Çıkarsa cinniler gelir çocuğu götürür. Başka bir çocukla değiştirir.
—Doğuran kadının (lohusanın) bulunduğu yere süpürge, Kur'ân, soğan, sanmsak aşılırsa "alkansı" lohusa ve çocuğa zarar vermez.
—Lohusa kadının ve çocuğun yastığı altına iğne, çuvaldız, kama, bıçak konursa albasmaz.
—Bir hamile kadın ölü yıkanırken suyundan atlarsa çocuğu baygın doğar (Kıbrıs).
—Evli birinin yüzüğünü bekar kız takarsa kısmeti kesilir (Kıbrıs Halk İnanışları).
—Bekar kız, evli birinin gelinliğini giyerse kısmeti kesilir (Kıbrıs).
—Hamileyken yumurta yiyen kadının çocuğu haylaz olur (Kıbrıs).
—Hamileyken anında anahtar açanın doğumu kolay olur (Kıbrıs).

(49) Muhammed Aleyhisselamın Peygamberliği, Muhammed Kemil Hatte, Terc. İsmail Ezherli - M.Asım Koksal, s. ?
(50) Hz. Muhammed ve Hayatı, A.Hemmet Berki-O. Keskioğlu, s. 10
(51) Anglikan Kilisesine Cevap, Abdülaziz Caviş, s. 166 -167.
(52) Fethü'l-Kebir, c. 2, s. 330
(53) Fethü'l-Kebir, c. 2, s.95
(54) Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 12.
(55) Muhammed Aleyhisselamın Peygamberliği, s. 76.

Çocuk İçin Söylenen Hurafeler


"Henüz ergin kişi niteliğine erişmemiş insan yavrusu" diye tanımlanan çocuk, hiç kuşkusuz en sevimli yaratıktır. Onlar, gönlümüzün eğlencesi, evlerimizin neş'esi, mutluluğumuzun tatlı meyveleridir.
Çocuk yüce Allah'ın insana lütfettiği bir nimet, pahası biçilmez kıymet ve en değerli bir emanettir. Bu emanete sahip çıkmak, onu en iyi şekilde korumak ve kollamak hem insanî hem de dinî görevimizdir.
Çocuklar yarınlarımızın umudu, neslimizin teminatıdır. Çocuklarını korumayan toplum, yeryüzünden silinmeye mahkûmdur. Bu nedenle onlara karşı en büyük sorumluluğumuz beden ve ruh sağlıkları yönünden onları en iyi şekilde yetiştirmek eğitimlerini ihmal etmemektir. Onları her türlü tehlikeye karşı korumak en başta gelen ödevimizdir. Marifet çocuk dünyaya getirmek değil, dünyaya gelen çocuğa dünyayı zehir etmemektir.
Gerçek böyle olmasına rağmen, maalesef çocuklarla ilgili bir sürü hurafe ortaya çıkmış ve pek çok çocuk, bu batıl inanışlar yüzünden hayatından olmuştur.
işte çocuklarla ilgili olarak söylenen hurafelerden bazı örnekler: —Çocuğun yattığı odadaki örtü altına kurumuş insan dışkısı konursa, çocuk cinnilerin şerrinden korunurmuş,
—Yeni doğan çocuğun beşiği altına türbe ve kabirlerden toprak getirilip konursa çocuğu cadı boğmazmış. (Buna bazı yerlerde cüher almak denilmektedir.)
—Çocuk fıtık doğarsa, kilotu çalı ağacının bir dalı yarılarak arasından geçirilince fıtığı iyileşirmiş.
—Çocuğun kırkı çıkmadan tırnağı kesilirse ya arsız ya da hırsız olurmuş.
—Yeni doğan çocuk, bayram günü bir dişi eşeğe ters bindirilip köyün etrafında dolaştınlırsa ömrü mutlu geçermiş.
—Çocuğun doğduğu yerde elişi yapılırsa göbeği düşmezmiş.
—Cuma günü çocuğun ayakları bir camii kapısında bağlanır, Cuma namazından sonra çözülürse hastalığa tutulmazmış!
—Erkek çocuk sünnet olurken annesi oklava sallarsa, sünnet acısız ve kolay olurmuş (Kıbrıs).
—Bebek ayakları altından öpülürse talihsiz olurmuş (Kıbrıs).
—Boyu ölçülen çocuk kısa kalırmış!
—Çocuğun boyu metre ile ölçülürse ömrü kısa olurmuş!
—Sünnetsiz ölen çocuğun parmaklarından birinin kırılması gerekirmiş!
—Küçük çocukların yüzünde yara çıkarsa, deniz kenarında yaşayan ve denize giren biri tarafından okunup yüzü meshedilirse yaraları iyileşirmiş.
—Çocuk dünyaya geldikten sonra yıkanıp tuzlanır ve sofraaltı denilen beze (örtüye) sarılırsa tokgözlü olurmuş.
—Çocuğun göbeği,cami duvarına veya avlusuna gümülürse dindar, medresenin bahçesine (okulun) veya avlusuna gömülürse âlim, ahıra gömülürse malcı olurmuş. Ayrıca suya atılırsa huyu temiz, evin içinde bir yere gömülürse gözü dışarda olmazmış. Daha neler neler!..

Bu söylenenlere dikkat edilirse, çoğu çocuğun sağlığına zarar verici inanışlar olduğu hemen anlaşılır. Ne çareki bu uydurmalara kanan pek çok insanımız vardır.

Değişik Hurafelerden Örnekler


1. Bir genç askere giderken evden çıkmadan önce bir dilim ekmeğin yarısını yer, yarısını da geri bırakırsa, artık ekmek onu, çağıracağı için kazaya belaya uğramadan geri dönermiş.
2. Biri yolculuğa çıkarken arkasından aynaya su serpilirse kazaya uğramazmış.
3. Biri gurbete giderken arkasından su dökülürse hem kazaya uğramaz, hem de gurbetten çabuk dönermiş.
4. Bir kişi sabunu başka birine elden verirse, sabun acı olduğu için, acı olaylar görülürmüş veya iki kişi arasına düşmanlık girermiş.
5. Evliliğin ilk günü (gerdek gecesi) erkek veya kadın, hangisi önce uyursa o daha evvel ölürmüş.
6. Bir erkekle bir kadın evlendikleri zaman gerdek gecesi hangisi daha evvel diğerine tokat vurursa onun sözü daha çok dinlenirmiş. En mutlu gecede mutsuzluğa teşvik, bundan daha çok saçma inanç ve âdet olur mu?..
7. Gök gürlerken buğday anbarlanna el ile vurulursa hasat çok olurmuş.
8. Soğan kabuğuna basılırsa fakirlik gelirmiş.
9. Nar taneleri yere düşürülmeden yenilirse cennete girilirmiş.
10. Tarla veya bahçede bitkiler hastalanmış ise, tarla sahibinin güneş doğmadan önce, tarlasının etrafını koşarak dolaşması gerekirmiş.

11. Çeltik ekilen arazinin etrafı eşeğe binmiş bir kimse tarafından Kur'an okunarak dolaşdırsa, o araziye DOLU yağmazmış.
12. At nalı asılan yere nazar isabet etmezmiş.
13. Önünde "beştaş oyunu" oynanan eve fakirlik gelirmiş (Kıbrıs).
14. Otururken ayak sallanırsa alacaklı kapıya gelirmiş (Kıbrıs).
15. Cezvede su içilirse zengin olunurmuş (Kıbrıs).
16. Kefen diken iğne kırılmalıdır. Zira ölümü ve uğursuzluğu celbedermiş (Kıbrıs).
17. Ayakkabılar ters dönerse şeytan üzerinde namaz kılarmış (Kıbrıs).
18. Gece sandık açmak, kendi mezarını açmaktır. Yani ölümü çağırmaktır.
19. Cenaze çıkan ev ile çevresindeki evlerin suları dökülmelidir. Çünkü Azrail kılıcını o sularda yıkar. Sular pislendiği için içilmez olur (Kıbrıs).

Ölüm ve Hurafe

Ölüm olayı ile ilgili hurafelerin ne olduğuna geçmeden önce kısaca ECEL konusuna değinmek isterim.
Ecel, insan ömrünün son anı, ölüm vakti anlamına kullanılır. Dini deyim olarak ise; ölüm için takdir ve tayin olunan vakittir. Bu vakit ne öne alınır ne de geciktirilir. Emr-i İlâhi gelince canlının hayatı son bulur. Kur"ân-ı Kerim'de bu husus çeşitli ayetlerde hatırlatılarak şöyle buyurulur.
"Her ümmetin (mukadder) bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geriye atabilirler ne de bir an ileriye alabilirler" (Araf, 34). Bir başka âyette de: "Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler" (Nahl, 61).
Bilindiği üzere doğumla başlayıp ölüm anına kadar geçen süreye "ÖMÜR" denilir. Her canlının ömürü sınırlıdır. Ömrünü tamamlayan ölecektir. Kur'ân-ı Kerim'de bu da hatırlatılarak şöyle buyrulur. "Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi iyilikle de kötülükle de imtihan ederiz. Ve siz ancak bize döndürüleceksiniz" (Enbiya, 35). Ölümden kurtuluş ve kaçış yoktur. Bu konuda hiçbir kimseye müsamaha ve hatır yapılmaz. Çünkü ölüm olayı canlının değişmez kaderidir. Canlı doğar, yaşar ve vakti gelince ölür. Münâfikun Sûresi 11. âyette: "Bir canın eceli gelip çatınca, Allah onu asla geri bırakmaz..." denilmekte ve bu kaderden kaçılamayacağı ifade edilmektedir. Hangi mevki ve makamda olursak olalım, mutlaka ölümü tadacağız, bu değişmez bir gerçek. Ancak insan hemen ölecekmiş gibi ahiretini düşünürken, hiç ölmeyecekmiş gibi de dünya yaşayışını sürdürmelidir. Nasıl olsa öleceğim diye "Terk-i dünya" etmek, dünyadan elini eteğini çekmek, İslâm prensiplerine aykırıdır.
İnsan, ömrünün ne kadar süreceğini, nerede, nasıl ve ne şekilde öleceğini bilemez. Eğer insan öleceği saati ve günü bilebilseydi yaşayamazdı. Paniğe kapılır ve insani niteliklerini kaybederdi. Dünyanın yaşama düzeni bozulurdu. İşte Allah bu durumu ezelde bildiği içindir ki insana bu vakti bildirmemiştir. Bu gizlilik insanı rahatlatmış ve dünya hayatına bağlamıştır. Bununla ilgili olarak Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Aranızda ölümü (keyfiyetini, zamanını, mekanını ve ecellerin miktarını) biz tayin ettik" (Vakıa, 60). Buna göre insan tayin edilen süre içerisinde yaşayışını sürdürme yetkisine haizdir. Çünkü insanoğlu yaşamayı sever. Erken ölmeyi istemez. Bu konuda evhamlıdır. Nitekim halkımız konuyla ilgili olarak bazı olayları ölüm habercisi olarak kabul etmiş, bir sürü hurafeye kanmıştır.
Cenaze ve ölümle ilgili olarak tesbit ettiğimiz yaygın halk inanışlarından bazıları şunlardır.
—Geceleyin herhangi bir evin üzerinde "baykuş veya kara karga" öterse o evden cenaze çıkar.
—Gece herhangi bir evde köpek ulursa ya o haneden ya da yakınından biri ölür.
—At, öküz, inek, dana gibi evcil hayvanlar, eğer gece ahırda huzursuzsa, bağırıyor, kişniyor veya böğürüyorsa, o haneden biri ölecektir.
—Gece vakti bir evden başka bir eve kazan, tava ve tencere verilirse ölümü celbeder.
—Makas ağzı açık kalırsa kefen biçmeye yarar.
—Ölü yıkandıktan sonra kazan ters çevrilmezse bir başkası daha ölür.
—Bir evden ölü çıkarsa o evdeki su kapları boşaltılır. Eğer boşaltılmazsa AZRAİL suları ellediği için biri gene ölebilir.
—Bir evdeki eşyalardan herhangi biri kendi kendine düşer veya kırılırsa ölüme işarettir.
—Ayakkabı çıkarılırken ters çevrilirse o haneden cenaze çıkar.
—Cenaze çıkan evde 40 gün ışık yakılır. Ruh geldiğinde odasını aydınlık bulsun diye.
Daha bir sürü inanışlar!...
Örneklerini sunduğumuz bu inanışların hiçbirisi İslâm'a uygun değildir. Batıl inanıştır. Kimin ne zaman nerede, nasıl öleceğini yukarıda da belirttiğimiz üzere ancak Allah bilir, Allah'ın bildirmediği bir zamanı, bazı olaylara inanarak, "ölüm vakti" diye kabullenmek inanç zaafındandır, bilgisizliktendir!..
Müslüman ölmekten değil, imansız gitmekten korkar. Bunun için mü'minin görevi, Allah'a:
—Ya Rabbi, bana son nefesimde adını anmayı (Allah demeyi), iman ile çene kapamayı nasip et diye dua etmek olmalıdır.
Peygamberimiz Yüce Allah'tan, uzun ömür talebinde bulunmamızı tavsiye etmektedir.
Bizim de dileğimiz, Yüce Rabbimizin her mü'mine sağlık ve afiyet içerisinde uzun ömür ihsan etmesi, vakit-gelince de iman ile huzuruna kabul buyurmasıdır