REKLAM

17.01.2017

HULLE-HULLECİ
Yeni ve güzel elbise, astarlı elbise, kadın, silah. Bir İslâm hukuku terimi olarak; üç talakla boşanmış olan bir kadının, eski kocasına yeniden dönebilmesi için, üçüncü bir erkekle usûlüne göre evlenip, ölüm veya boşanma ile bu ikinci evliliğin sona ermesi ve kadının eski kocasına helâl hâle gelmesi işlemi demektir.
İslâm hukuku kocaya mutlak boşama yetkisi vermiştir. Kadın da tefvîz (bk. Tefvîz-i talak) yoluyla boşama yetkisine sahip kılmabilir. Prensip olarak, karısını boşayan onunla yeniden birleşebilir. Ric'î (cayılabilir) talakla boşama hâlinde iddet süresi içinde, yeniden nikâh akdine gerek olmaksızın evlilik devam edebilir. Üç defa boşanmışsa artık kadının bir üçüncü erkekle muteber bir şekilde evlenmesi ve bu ikinci evliliğin talak, fesih veya ölümle ortadan kalkmış olması şarttır. İşte koca ile eski karısı arasındaki, bu geçici yasağı ortadan kaldırmaya yönelik muâmelelere tahlîl; "helâl kılma", "helâlleştirme" veya "hulle" adı verilir.
Hulle'nin dayanağı âyet ve hadistir.
Kur'ân-ı Kerîm'de; boşamanın iki defa olduğu, bundan sonra, ya iyilikle tutmak veya güzellikle salıvermek gerektiği belirtildikten sonra (el-Bakara, 2/229) bir sonraki âyette şöyle buyurulur: "Yine erkek, karısını (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helâl olmaz. Bununla beraber, eğer bu yeni koca da onu boşarsa onlar (birinci koca ile aynı kadın) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını zannederlerse (iddet bittikten sonra tekrar) birbirine dönmelerinde her ikisi hakkında bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/230).
Bu âyette ve İslâm'ın diğer hükümlerine göre, meşrû bir hullenin şartları şunlardır:
1) Bir defada veya ayrı zamanlarda üç kere boşanan kadın iddetini tamamlayacak.
2) Bundan sonra, başka bir erkekle, sahih nikâhla evlenecek
3) Evlendiği ikinci kocasıyla zifaf meydana gelecek.
4) Ölüm veya boşama suretiyle bu ikinci evlilik sona ermiş bulunacak.
5) Kadın, ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış olacak.
Ancak bu şartlar yerine geldikten sonra bir erkeğin üç defa boşadığı karısıyla yeniden evlenmesi mümkündür (el-Cassâs Ahkâmü'l-Kur'ân, Âsitâne, thk. Muhammed es-Sâdik, Dâru'l Mushaf, Kahire, ts., ll, 88, 89; Mehmed Zihni, Münâkehât ve Mufârekât, İstanbul 1324/1906, s. 43-45).
İslâm'dan önceki Arap toplumunda erkek, karısını dilediği kadar boşar ve yeniden ona dönebilirdi. Evlilik yuvasını zayıf düşüren bu uygulamayı İslâm üçle sınırladı. Üç defa boşanan eşlerin artık barışma ve evlilik hayatını sürdürme arzuları azalmış demektir. Buna rağmen yine de evlenmek isterlerse, yuvayı İslâmî ölçüler içinde sürdürme konusundaki kanaatleri güçlü ise, hulle'den sonraki devrede yeniden evlenmeleri mümkün ve câizdir.
Ancak üçlü boşamadan sonraki hulle şartı veya cezası taraflara ağır geldiği için, gerçekte 5-6 ay gibi iddet sürelerinden önce gerçekleşemeyecek olan hulleyi, anlaşmalı yollarla çok kısa süreye sığdırma uygulamaları görülmüştür. İşte İslâm'a saldırmak için tenkid malzemesi olarak kullanılan ve bazılarınca hûlle-i şer'iyye kapsamında değerlendirilmek istenen hulle, bu sonuncusudur.
Üçlü boşama ile karısını boşayan koca, başka bir erkekle anlaşır, o da nikâhtan hemen sonra kadını boşayacağını taahhüd ederse, acaba bu şekildeki anlaşmalı evlilik karıyı ilk kocasına helâl kılar mı? Bu konuda, İslâm hukukçuları arasında görüş ayrılığı vardır.
Hanefiler dışındaki çoğunluk İslâm hukukçularına göre, anlaşmalı nikâh geçersizdir. Kadın, bununla ilk kocaya helâl olmaz. Dayandıkları deliller şunlardır
Hz. Peygamber, anlaşmalı nikâh yapana (muhallil) ve yaptırana (muhallelün leh) lânet etmiş ve birincisine "kiralık teke" tabirini kullanmıştır (İbn Mâce, Nikâh, 33; Tirmizi, Nikâh, 28; Nesaî, Talâk, 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 83, 87, 93).
Abdullah bin Abbas (Ö. 68/687), Hz. Peygamber'e, anlaşmalı nikâh yapanın (muhallil) durumunu sormuş O, söyle cevap vermiştir: "Hayır, ancak isteyerek yapılacak nikâh helâl kılar, hileli nikâh değil, Allah'ın kitabı ile alay da değil. Sonra, ikinci erkeğin kadınla cinsel ilişkide bulunması da gerekir" (et-Tâc, II, 313). Rıfaael Kurazî'nin karısı Hz. Peygamber'e gelmiş ve "Rifâa beni kesin olarak üç talakla boşadı. Ben de Abdurrahman b. Zubeyr (Ö. 72/691) ile evlendim. Ancak onda ki de (cinsel uzuv) çaput çıktı" demiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) tebessüm ederek; "Yani yeniden Rifaa'ya mı varmak istiyorsun? Ama sen, bunun (Abdurrahman'ın) balcağızından (cinsel organı), o da senin balcağızından tatmadıkça olmaz" buyurmuştur (Buharı, Libâs, 23, Talâk, 7,37; Ebû Dâvûd, Talâk, 49; Nesâf, Talâk, 9; İbn Mâce, 32; Mâlik, el-Muvatta, Nikâh, 7, 18). Burada, bir sahâbe kadının kocası ile ilgili en mahrem konuyu açıkça sorduğu ve Nebi (s.a.s)'in de bu soruyu normal karşılayarak hükmü ne ise Onu bildirdiği görülmektedir.
Hanefilere ve bazı Şafiîlere göre ise; anlaşmalı nikâh mekruhtur. Bâtıl değildir. Hulle için konuşulan "şu kadar süre, şu kadar para karşılığı evli kalma, ondan boşanma şartıyla evlenme vb. şartlar yok sayılır ve nikâh sürekli olarak meydana gelir. Hadîslerde, anlaşmalı nikâh yapana "muhallil"; helâl kılıcı, meşrû hâle getirici denmesi, akdin sahih olduğunu gösterir. El-Evzâîden şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Anlaşmalı nikâh yapan ne kötü yapmıştır, ancak bununla birlikte bu nikâh câizdir" (Muhammed Ali es-Sâbûnî, Revâiu'l-Beyân Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, 2. baskı, Dımaşk 1397/1977, I, 341).
Anlaşmalı evlilik gerçekte ilk kocaya gerekli teminatı sağlamaz. İkinci koca, nikâh akdinden sonra fikir değiştirerek, boşamaktan vazgeçse buna çare bulunmaz. Ancak kadın da boşama yetkisi almışsa, (tefvîz-i talâk) bunu kullanabilir (Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve İstilâhâtı Fıkhıyye Kâmusu, 1. baskı, İstanbul 1967, II, 109).
1917 Tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnâmesi (H.A.K) 15. maddede: "Bir kimse üç talak ile boşadığı kadınla, beynûnet-i kat'iye (kesin ayrılık) devam ettikçe yeniden evlenemez". 118. maddede ise; "Beynûnet-i kat'iye, karısının iddeti bittikten sonra hulle maksadı olmaksızın, başka bir kocaya varıp, cinsel temastan sonra ondan ayrılması ve iddetinin de tamamlanması ile ortadan kalkar" hükümleri yer almaktadır.
1961 tarihli, Pakistan Aile Hukuku Kararnâmesi de benzer hükümler ihtiva etmektedir (bk. 1951 tarihli Ürdün Kanunu Madde 12; Suriye Medeni Kanunu Mad. 36; Fas Medeni Kan. Mad. 39/3; Irak Medeni Kan. Mad. 13).
Türk Medeni Kanununda boşama sayısı ile ilgili bir evlenme engeli yoktur. Buna göre, bir kimse defalarca boşadığı karısı ile yeniden evlenebilir. Ancak T.M.K.da boşama bir takım sebeplere (bk. T.M.K. Mad. 129-134). bağlandığı için uygulamada defalarca boşanıp evlenene ender rastlanır. Diğer yandan, genellikle artık geçinme ve bir arada yasama imkânı kalmayan eşler boşanır. Bunların yeniden barışıp evlenmeleri pek nâdirdir.
İslâm hukukunda boşanma, özellikle erkek bakımından çok kolaylaştırıldığı için, bu yola sıkça başvurulur ve boşama irâdesi usûlüne uygun olarak açıklanır açıklanmaz hukukî sonuçlarını doğurur. Açıklanan iradeden rucû da mümkün olmaz. Beşerî hukuklarda ise, boşanma davası sonuçlanıncaya kadar davacı eş her zaman davadan vazgeçebilir.
Üç talâk hakkının bir defada kullanılması sonucunda, boşayan eş pişmanlık duyarsa, boşadığı eşiyle arasına hulle engeli girmektedir. Bu durum, kıskanç kocayı çileden çıkarmakta, probleme çare bulmak için bilim adamlarının kapısını aşındırmaktadır. Bu arada konunun inceliklerini bilmeyen kimselere de fetva için başvurulabilmektedir .
İşte, boşama iddetlerini gözetmeden, kısa sürede hileli evlenme ve boşanma yolu hulle'yi kötüye kullanılır hâle getirmiştir. Ancak İbn Teymiyye (Ö. 728/1327) ve İbnü'l-Kayyim el-Cevziyye (Ö. 751/1350) gibi bazı fakihler bir defada yapılan üç boşamayı, bir boşama sayarak, boşanmada karşılaşılan sertlikleri yumuşatma yoluna gitmişlerdir (Deliller hakkında geniş bilgi için bk. Hamdi Döndüren, İslâm Hukuku, 2. baskı, İstanbul 1983, s. 365 vd.).
Hamdi DÖNDÜREN
Şamil İslam Ansiklopedisi


Halvet-i Sahiha
Halvet, kelime anlamıyla bir yerde yalnız kalmak anlamına gelir. Sahih halvet ise, eşlerin hiç kimsenin göremeyeceği ve istekleri dışında kimsenin göremeyeceği ve istekleri dışında kimsenin giremeyeceği kapalı veya kapalı sayılan bir yerde yalnız kalmaları demektir. Bazı bakımdan zifafla aynı sonuçları doğurmaktadır. Hükmü zifaf diyebileceğimiz bu durumda da kadının mehrin tamamı üzerindeki hakkı kesinleşir.
Karı ve kocanın birinde cinsel ilişkiyi engelleyen bir durum bulunmazsa halvet sahih olur. engel ya hastalık, küçüklük, çelimsizlik gibi ferd bir durum vbeya farz olan namaz, farz olan oruç, hacda ihramda bulunma, hayız ve nifas gibi şer'i bir hüküm olabilir. Yanlarında kör, uykuda çocukta,  biri olsa ve yukarıdaki engellerden bir bulunursa halvetin sağlığını bozar. İktidarsızlık halveet mani değildir.
Sahih halvet, gusul almayı, kızların erkeğe haram olmasın üç talakla boşanmış eşin ilk kocasına dönüşünü ve mirasçı olmayı gerektirmez. Sadece iddet beklemeyi, nafaka ve mehri gerektirir.
Sahih bir evliliğin ardından  mehir borcunun doğabilmesi için evlenen kadın zifaf için hazır olmalı ve aralarında sahih halvet vuku bulmalı ve tarflardan birisi nikahtan hemen sonra ve ve zifaf veya halvetten önce ölmüş bulunmalıdır.
Nikah akdi yapıldıktan sonra, fakat zifaf veya sahihi halvetten önce bir ayrılık vukubulursa ayrılığa kimin sebep olduğuna bakılır.  Eğer ayrılığa erkek sahip olmuşsa mehirin yarısını kadına ödemelidir. Kadın olmuşsa bir şey gerekmez.

Faydalanılan Eserler:
1) İlmihal  İslam ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı İslami Araştırmalar Merkezi
2) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
Gelinlik giymek caiz midir?
  • Nikah merasiminde gelinlik giyilebilir mi?
  • Gelinlik Tesettüre aykırı düşer mi?
  • Tesettüre uygun gelinliği yabancı erkeklerin giymewsinde bir mahzur var mıdır?
Herkesin bildiği gibi gelinlik; manto, elbise gibi içeride ve dışarıda giyilen alışılmış  kıyafetlerden değildir. Belli ibr zamanda giyilmek üzere özel olarak hazırlanmış bir kıyafettir. Maksat gelini daha cazip hale getirmektir.
Gelinin vücut hatlarını örtmeyecek kadar şeffaf, başı, kolları ve diğer yerlerini kapatmayacak ölçüde dikilmiş gelinliklerin tesettüre uymak isteyen hanımlarca giyilmeyeceği ve tesettür yerine geçmeyeceği  açıktır. Kadın ve erkeklerin karışık olarak bulundukları nikah salonlarında ve düğün merasimlerinde bu tarz gelinliklerin dinen giyilmeyeceği bellidir.
Ancak böyle gelinliklerin sırf hanımlar arasıonda yapılan merasimlerde, erkelerin bulunmaması şartıyla giyilmesi caiz olabilir. Buna rağmen bu meselede hassas olan kimselerin böylesine tesettür ölçüsünden uzak gelinlikleri  giymedikleri şüphesizdir.
Tesettüre dikkat eden mümin hanımların bu davranış ve titizlikleri tesettüre uygun gelinliklerin üretimini  sağladı.Bugün artık bütünüyle tesettürü temin eden ve giyildiğinde hiçbir yeri açık olmayan gelinlikler bulunmakta ve tabik edilmektedir. Gelinlik giymekte arzulu olanlar ancak böylesine tesettüt,rü yerine getiren gelinlikler giymek şartıyla merasimlerde ve törenlerde bulunurlar...
Aileye Özel Fetvalar, Mehmed Paksu


Gayr-i Müslimle Evlenmek
Müslüman bir erkeğin Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hristiyan bir kadınla evlenmesi kerahatle birlikte caiz olup mekruhtur. Çünkü, doğacak çocuk, baba ve annesinin ayı ayrı istikamette gelişmiş inançlar arasında sarsıntılara maruz kalmaktadır. Müslüman kadınların Kitap ehlinin erkekleriyle evlenmelerinin caiz olacağına dair ne âyet, ne hadis hiçbir mübahlık delili gelmemiştir.
Ehl-i kitabın dışında kalan ve inanç itibariyle küfür içinde bulunan bulunan ve evlenmesi caiz olmayan kadınlar şunlardır:
  • Budist veya Brehmen gibi isimlerle adlandırılan ve ineğin tenasül uzvuna tapan Mecusi hindiler
  • Puta tapan kadınlar
  • İsmaili ve Karmati  gibi sapık zındıklar
  • Din ve ahlak bağlarını kırmış bir görüşün zebunu olan kadınlar
  • Dinsiz ve  ateist kadınlar
Bu konuya  Elmalı Tefsirin de özetle şöyle değinilinmektedir:
"Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin hoşunuza gitse bile, iman etmiş olan bir  cariye herhalde ondan daha hayırlıdır. Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır. Onlar sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda tutup, öğüt alırlar." (Bakara Suresi / 221)
Müşrik, Kur'ân dilinde iki anlama gelir ki biri zahirî, diğeri hakikîdir.
Zahirî müşrik, açıktan açığa Allah'a ortak koşan, birden fazla ilâh olduğu kanaatinde olanlardır. Bu anlama göre, Kitap ehline müşrik denmez.
Hakikî müşrik, gerçekten tevhidi ve İslâm dinini inkar edenler, yani mümin olmayan gayr-i müslimlerdir.
 
Yahudiler ve Hıristiyanlar müşrik midirler?
  • Bunlar, dıştan tevhide inandıklarını ileri sürmelerine rağmen, gerçekte Allah'ın çocuğu olduğu kanaatindedirler. 
  • Hıristiyanlar, teslise (Allah'ın baba, oğul ve Rûhu'l-Kudüs olmak üzere üç olduğuna) inanırlar. Ve "Mesih, Allah'ın oğludur." derler. 
  • Yahudiler de "Üzeyr Allah'ın oğludur." demişlerdir. Böyle demekle birlikte onlar tevhide inandıklarını da iddia ederler. 
    Her ikisi de dıştan dışa müşrik değillerse de, gerçekte müşriktirler. Bunun için mutlak olarak müşrik denildiği ve özellikle iman karşılığında söylendiği zaman, mutlak anlamı üzere kullanılmış demektir ve genel olarak kâfirleri kapsar.
Ey iman ehli, gerek dıştan dışa ve gerekse gerçek müşrik olan yani mümin olmayan kadınlardan hiç birini nikâhınıza almayınız. Onlarla evlenmeyiniz. Nihayet iman etsinler, o zaman evlenebilirsiniz. İmansız kadınlarla evlenip de aile kurmaya kalkışmayınız. Burada müşrik kadından mümin kadın karşılığı söz edilmesi, müşrik kadınlardan maksadın iman etmeyen tüm kâfir kadınlar olduğunu ayrıca gösteren bir delildir.
Gerek zahirî, ve gerekse hakikî müşrik olsun ve gerek Kitap ehli olsun, gerekse olmasın mümin olmayan kâfir erkeklerin hiç birine de nikâh etmeyiniz. Onları sizden hiç bir kız ve kadınla evlendirmeyiniz. Nihayet o imansızlar, iman etsinler o zaman verebilirsiniz. Ve hiç kuşkusuz mümin olan köle herhangi bir müşrikten, imansız kâfirden hayırlıdır. İsterse o kâfir sizi büyülemiş, kendisine hayran etmiş olsun, hürriyeti, güzelliği veya serveti veya makam, mevki ve dünya talihi veya öteki halleri ve davranışı ile pek fazla gözünüze girmiş bulunsun. Böyle bile olsa mümin olmayan kimseye hiçbir mümin ve Müslüman kadını nikâhlamayınız. O imansızlar erkek olsun, kadın olsun çıraları insan ve taş olan o belalı ateşe davet ederler, durumları ve sözleriyle ona çağırırlar. Ve mümin olmayanların mutlaka müşrik olduklarını ve bunlarla nikâhlanma ve onları nikâhlamanın zina ve şirk ile sonuçlanacağını anlasınlar, bu nokta derinden derine düşünmeye muhtaç değildir, bunu hatırlayıp zihinde canlandırmak yeterlidir. O halde ey iman edenler! Allah'ın emrini, çağrısını bırakıp da o erkek veya kadın kâfirlerle evlenmek veya onları evlendirmek suretiyle kendinizi ateşe atmayınız.
"Sizden önce kitap verilen ümmetlerin hür ve iffetli kadınları da iffetlerinizi koruyarak, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın, kendilerine mehirlerini verip nikâhladığınız takdirde size helâldir" (Maide,5)
Ancak Maide Suresinde,  uyarınca bu âyetin birinci fıkrasından Kitap ehlinin kadınları istisna olunarak, Kitap ehlinden kız almaya mekruh olarak ruhsat verilmiş; fakat ikinci fıkra muhkem olarak kalmış ve kız vermeye hiçbir şekilde izin verilmemiştir.
"Erkekler, kadınları yönetmeye yetkilidirler." (Nisa, 34)
İlâhi kânunu gereğince kadınlar kocalarının yönetimi altında bulunurlar. Dolayısı ile, bir mümin kadını, bir kâfir ile evlendirmek onu, o kâfirin yönetimi altına bırakmak ve onun davasına mahkûm etmek olacağından, o mümin kadını kesinlikle ateşe atmaktır.
Ancak bu ilâhî kânunu bilen ve kendini ona göre idare edebilecek olan erkekler hakkında bu yönetim altına giriş ve çağrıya mahkûm oluş zorunlu ve kesin değildir. Bu şartlar altında, müslüman erkekler için ihtiyaç hâlinde bir ruhsata imkân vardır. Bunun için bu âyetle yol gösterme ve hatırlatmadan sonra,
"Kitap verilen ümmetlerin hür ve iffetli kadınları" (Maide, 5/5) âyetiyle gereğinde yalnız Kitap ehlinden kız almaya ruhsat verilmiş ve zururetler kendi miktarlarınca takdir olunacağından, bunun dışındakiler yine haramlıkta bırakılmıştır.
Şunu da hatırlayalım ki, "O yerde ne varsa hepsini sizin için yaratandır. Sonra semaya doğrulmuş iradesini göklere yöneltmiştir." (Bakara, 2/29) âyeti gereğince mallarda ve eşyada asıl kural, onların mübah olduğu ve haramlığına dair delil bulunmadıkça mübahlık ile amel olunacağı; fakat "sizin için" buyrulduğundan dolayı bu mübahlıkta insanların canlarının ve ırzlarının dahil olmadığı ve aksine mallardaki asıl kural olan mübahlık insanların canlarını, ırzlarını, haklarını ve yararlarını korumak için bulunduğudur. Kısacası can ve ırzda haramlık asıl kural olunca bir mübahlık ve izin delili bulunmadıkça can gibi ırzda da tasarrufta bulunmak haram olacağından nikâh kıyma izni, mutlaka bir delile dayalı olacaktır. Mübahlığına delil bulunmayan yerlerde nikâh kıymak haramdır. Yani o nikâh, nikâh değil zinadır.
Bu nokta üzerinde iyi düşünülünce anlaşılır ki bu âyetteki kadın ve erkek müşrikler, kadın ve erkek müminlerin karşılığı olmasaydı da, zahirî müşrik anlamında olabilseydi, o zaman da müslüman kadınlarının diğer kâfirlere nikâh edilmeleri aslî haramlıkla haram olacaktı. Çünkü "hür ve iffetli kadınlar" ifadesiyle müslüman erkeklerin Kitap ehlinin kadınlarıyla evlenmelerine izin verilmiş olduğu halde; Müslüman kadınların Kitap ehlinin erkekleriyle evlenmelerinin caiz olacağına dair ne âyet, ne hadis hiçbir mübahlık delili gelmemiştir. Müslümanların kadınları, İslâm tohumları için şerefli bir tarladır. Ve müslümanlar genellikle tarlalarından ve ekin ektikleri yerlerden hiçbirini yabancılara çiğnetmemek, cinsel birleşmelerine izin vermemekle yükümlüdürler. Mal tarlası olan vatan toprağını yabancılara çiğnetmek büyük bir felaket olduğu gibi, can ve din tarlası olan İslâm kadınlarını başkalarına çiğnetmek de felaketlerin felaketidir.
Kaynak:
1) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
2) Günümüz Meselelerine Açıklamalı Fetvalar
3) Hak Dini Kuran Dili (Elmalı Tefsiri), Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Bakara Suresi /221


Evlilik ve mehir
Mehir, erkeğin evlenirken kıza vermesi gereken altın, mal veya bir menfaattir. Mehrin altın olması şart değildir. Herhangi bir mal [ev, apartman, bağ, araba, fabrika] veya bir menfaat de olabilir. Mehir olarak Kur’an-ı kerim öğretmeyi istemek de câizdir. Mehir iki kısımdır. Mehr-i muaccel ve mehr-i müeccel. Her iki mehir, nikâhta bildirilmedi ise, Mehr-i misil verilmesi gerekir. Kadının baba tarafından akrabasına verilen kadar verir. Mehr-i muaccel: Acele verilmesi gereken mehir demektir. Nikâh yapılınca, verilmesi vacip olur. Zifaftan veya halvetten önce verilir. Mehr-i muacceli geciktirmek câiz değildir. Hanım ayrılmaya sebep olan birşey yaparsa, mesela mürted olursa, hurmet-i musâhere’ye sebep olursa, mehr-i muaccel verilmez. Erkek boşarsa veya ayrılığa sebep olanı yaparsa, yarısı verilir. Mehr-i müeccel: Hemen verilmeyip daha sonra verilmesi gereken mehir demektir. Halvet olmuşsa veya ikisinden biri ölmüşse, mehr-i müeccelin verilmesi vacip olur. Hanımının istediği zamanda verilir. Eğer istemedi ise, ikisinden biri ölünce, verilmesi vaciptir. Hanım ölünce, kocası, hanımının vârislerine verir. Kocası ölünce, mirasından hanımına verilir. Mehrin başlık parası ile ilgisi yoktur. Başlık parası almak haramdır.
Boşanma hâlinde mehir
Boşanma hâlinde, zifaf veya halvet olmuşsa, müeccel mehrin tamamı, olmamışsa yarısı verilir. Bir ayet-i kerime meali: (El dokunmadan boşadığınız kadınlara, mehrin yarısını veriniz!) [Bekara 237]
Nikâh kıyılırken mehir söylenip de, ne kadarı muaccel olduğu bildirilmedi ise, âdete ve hanımının emsaline göre, söylenilenin bir miktarı muaccel olur. Nikâh kıyılırken, mehr-i müeccelin belli bir tarihte ödenmesini şart etmek câizdir. Boşanma hâlinde, mehrin ödeme tarihi beklenir. Ödeme tarihi belli değilse, boşarken hemen ödenir.
Boşadığı kadına mehrini ödememek kul hakkıdır. Ödemezse, ahirette azabı çok şiddetlidir.
İslâmiyette mehir parası, evlenmek için değildir. Evliliğin düzenli, mutlu olarak devam etmesi, kadının hak ve hürriyetlerinin korunması, din cahili huysuz erkeğin elinde oyuncak olmaması içindir. Mehir parasını vermek ve çocukların nafaka paralarını her ay ödemek korkusundan, erkek, hanımını boşayamaz. Bu korkunun olmadığı yerlerde, mahkemeler boşanma davaları ile dolup taşar. Bunun için, evlenecek kızın, İslâmın güzel ahlâkını ve kadına verdiği kıymeti bilen ve bunlara önem veren erkekten az miktarda, böyle olmıyandan ise, fazla miktarda mehir istemesi efdaldir.
Mehir parası, kadın için bir sigorta sayılır. Erkeğin zor ödeyeceği veya hiç veremeyeceği bir mehir ile evlenen kadını, erkek boşayamaz. Boşarsa, maddî hayatı felce uğrar. Mehir vermek korkusu, erkeğin iyi geçinmesine de sebep olur. Şayet erkek, mehir parasını verir de, hanımından ayrılırsa, hanımın kimsesi de yoksa, bu mehir parası ile geçinme imkânı bulabilir. İmkânı olan erkeğin, saliha kız veya kadına çok mehir vermesi iyi olur. Habeş imparatoru Necaşî, Ümm-i Habibe [validemiz] ile Peygamber efendimizin nikâhlarını kıyınca, mehir olarak yaklaşık 2 kilo altın vermişti. Mehir biçilmeden yapılan nikâh da sahihtir. Fakat daha sonra mehr-i misil vermek gerekir. Mehrin çoğunun bir sınırı yoktur. Fakat en azı, 5 gram altındır. Bir kız veya kadın, nikâhı kıyılırken, (Benimki mehirsiz olsun) diyemez. Fakat mehir tesbit edildikten sonra, almadan da kocasına bağışlayabilir. Bağışlaması ise çok sevaptır.
Mehir vermek vaciptir
Mutlaka mehir vermelidir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile verin; kendi arzuları ile mehrin bir kısmını size hediye ederlerse, onu da afiyetle yersiniz.) [Nisa 4]
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Mehir vermemek niyeti ile nikâhlanan, kıyamette hırsızlarla haşrolur.)
(Mehir olarak, demir bir yüzük olsa da verin!)]
(Mehir parası hayırlı maldır.)
Salih biri ile evlenen kız, fazla mehir istememelidir. Hadis-i şerifte, (En iyi mehir kolay ödenendir. Mehirde kolaylık gösterin. Çok mehir istemek düşmanlığa sebeptir.) buyuruldu. Hz. Ömer buyurdu ki: (Çok mehir istemeyin. Eğer fazla mehir almak bir fazilet olsaydı, Resulullah bunu yapardı. Hâlbuki O, hiçbir hanımına 12 ukye’den [38 altından] fazla mehir vermedi, kızlarının mehri de bu kadardı.) Bir kadının mehri, bir çift ayakkabı idi. Peygamber efendimiz, bu kadının mehrinden memnun olup olmadığını sordu. Kadının memnun olduğu bildirilince, Peygamber efendimiz de sevindi. (Tirmizî)
Doğru itikad
Doğru itikada sahip olmak için, inanışımız şöyle olmalıdır:
1- Muhammed aleyhisselam son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmez.
2- Kabir ziyareti, enbiya ve evliyadan yardım istemek caizdir.
3- Kabir suâli haktır.
4- Kabir azabı hak olup, ruh ve bedene birlikte olacaktır.
5- Okunan Kur’an-ı kerimin ve verilen sadakanın sevabı ölülere gönderilir. Bu sevaplar ve edilen duâlar ölülere ulaşır, azaplarının azalmasına sebep olur.
6- Kıyamette hesap vardır.
7- Mizan vardır.
8- Sırat köprüsü vardır.
9- Şefaat haktır.
10- Cennet ve cehennem şu anda vardır ve ebedîdir.
11- Mirac ruh ve bedenle olmuştur.
12- Eshab-ı kiramın tamamını sevmek, hiçbirini kötülememek gerekir.
13- Eshab-ı kiramın tamamı cennetliktir. Bunlardan on tanesi [aşere-i mübeşşere] dünyada ismen de cennetle müjdelenmiştir. Dört halife bunlardandır.
İnsanların en üstünleri
14- Peygamberden sonra en üstünü 4 halifedir. Üstünlükleri halifelik sırasına göredir.
15- Cennet ehli Allahü teâlâyı görecektir.
16- Enbiyanın mucizesi ve evliyanın kerameti haktır.
17- Günahkâr mümin, günahları nisbetinde cehennemde azap görür, yahut şefaate veya affa kavuşup cennete girer. Kâfirler ise, ebedî cehennemde kalır.
18- Kur’an-ı kerim, kelam-ı İlâhîdir, mahluk [yaratık] değildir.
19- Mest üzerine mesh etmek caizdir.
20- İman, kalb ile tasdik ve dil ile ikrardır.
21- Ehl-i kıbleyi tekfir etmemek, [yani namaz kılan müslümana günahlardan dolayı kâfir dememek.] Ehl-i kıble denilen kimsenin bir inanışı, anlamı açık olan kesin bir delile zıt ise, küfür olur. Böyle bir kimse, namaz kılsa da, her ibâdeti yapsa da kâfir olur.
22- Allahü teâlâ zamandan, mekândan münezzehtir. Hiçbir şeye benzemez.
23- İbadet imandan parça değildir. Büyük günah işleyen mümine kâfir denmez.
24- Ölümden sonra herkes dirilir.
25- Hak âşığından, evliyadan da ilâhî teklifler kalkmaz. Onların da ibâdetleri yapma mecburiyeti vardır.
26- İmansız ölmekten korkmak gerekir.
27- Hak bir mezhebe mensup olmak, mezhepsiz olmamak gerekir.
İbadetin faydası
Cehenneme gideceği alnına yazılan kimsenin ibâdet etmesinin bir faydası olur mu? diye sual soran
birine, Resulullah efendimiz, (İbadet et, herkese ezelde takdir edilmiş olanı yapmak kolay gelir) buyurdu. Cennetliklerin ibâdet yapması ve cehennemliklerin isyan etmesi; genelde sağlıklı yaşaması ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı almasına; hastalanması takdir edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına benzer. Hastalıktan ölmesi takdir edilmiş olana, ilaç almak nasip olmaz. Zengin olması takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde cennetlik olanın iman ve ibâdet etmesi nasip olur. Hadis-i şerifte, (Cennetlik olan, cennete götürecek; cehennemlik olan da, cehenneme götürecek amel işler.) buyuruldu. Cehennemlik olan, (Herkesin cennetlik veya cehennemlik olduğu ezelde takdir edilmiş) der ve ibâdet etmez. Bol mahsul alması takdir edilene ise, tarlasını sürmek, tohum ekmek nasip olur. İşte cennetlik olanın iman edip ibâdet yapması, cehennemlik olanın da, isyan edip kâfir olması böyledir.


Evlenecek Erkeğe Kına Yapmak
Kadınların kına yakmasına müsaade verilmiştir. Fakat evlenecek erkeğe ve sünnet olacak çocuğa kına yakmak haramdır. Ancak tedavi niyeti bulunduğunda bir mahzur yoktur.

Kaynak:
EŞLER ARASI ÇATIŞMA VE BOŞANMANIN
ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Eşler arasında yaşanan çatışma ve boşanmanın çocuklar üzerindeki etkisinin psikolojik, toplumsal ve ekonomik problemler yaratan boyutları olduğu batı ülkelerinde yapılan araştırmalar sonucunda saptanmıştır.
Eşler arasındaki çatışma ve boşanma kavramlarını tam ve kesin bir sınırla ayırmanın çok zor olduğu bilinmektedir. Çatışmayı eşlerin boşanmasında önceki süreç olarak belirlemek gerekiyor. Yapılan araştırmaların sonucunda varılan görüşe göre eşler arasındaki çatışmanın çocuklar üzerindeki kalıcı ve sürekli etkisinin, eşlerin boşanmaları halindeki etkisinden daha etkili olduğu sonucuna varılmıştır. Birçok eş aile içinde şiddetli çatışmalarda bulunuyor ve bu durum çocuk üzerinde daha ciddi psikolojik sorunlara neden oluyor. Bu nedenle gelişmiş ülkelerin uzmanlarının anlayışına göre boşanma, çocuğun çatışma süresince çektiği acıyı bitiriyor.
Türkiye boşanmada dünya ülkelerinin en alt sıralarında yer alıyor
Yapılan istatistiklere göre, Türkiye'de boşanma oranı yıla göre binde 0.05 ve dünya ülkeleri sıralamasında en alt sıralarda yer alıyor. Bu oran batılı ülkelerde binde 4.7 'dir.Türkiye oranlar açısından boşanmada dünya sıralamasında alt sıralarda yer almasına rağmen dünya toplumlarındaki inanılmaz dönüşümlerin Türk toplumunun diğer kurumlarını etkilediği gibi, özellikle aile kurumunu da etkileyeceği açıkça bellidir. Bu nedenle boşanmanın çocuklar üzerindeki etkisi Türkiye'de araştırmacılara konu teşkil etmeye başlamıştır. Eşler arasındaki çatışma ve boşanma iki farklı kavram olarak tarif edilmekte ve bu iki kavramın çocuklar üzerindeki etkilerinin de farklı olduğu araştırmacılar tarafından ortaya çıkarılmaktadır.
Eşler arası çatışma ve çocuk üzerindeki etkileri
Eşler arasındaki çatışmanın evli eşler arasındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlık ve çocuk yetiştirme konusunda fikir birliği içinde olmamaları şeklinde tanımlanmaktadır. Eşler arasındaki çatışma ailelerin çocuklar üzerindeki davranışlarını ve çocuğun normal gelişimini etkilemesi olarak iki türlü etkisi olduğu kousunda bulgular vardır. Bu etkiler üç başlıkta incelenebiliyor:
Birinci olarak çatışma eşlerin çocukları üzerindeki kurmaya çalıştıkları disiplini ve tutarlılığı zedeliyor ve buda çocukta davranışlarını kontrol edememe ve antisosyal davranışlara neden oluyor.
İkincisi: çatışmanın eşlerin çocuklarından uzaklaşmalarına ve hatta daha da kötüsü onları reddetmelerine kadar uzanan bir etkisi olması, anne ve babaları böyle tutumlar gösteren çocukların da bulundukları çevreyle uyumsuzluk gösterdikleri gözlenmektedir.
Üçüncüsü: çatışan eşlerin çocukları üzerinde duygusal ve psikolojik kontrol kurmaları ve bunun da çocuk üzerinde endişe ya da depresyon gibi problemlerin görülmesine neden olması sözkonusudur.
Boşanma ve çocuklar üzerindeki etkileri
Diğer bir kavram olan boşanma; hukuken onaylanmış bir evliliğin, tarafların birer eş olarak hiç bir bağları kalmaksızın varsa çocuklarının hakları saklı kalmak üzere yargıç tarafından sonlandırılan hukuki bir işlem olarak tanımlanmaktadır. Boşanmanın çocuklar üzerindeki olumsuz etkisi üç faktörle tanımlanıyor.
Anne ve babadan yoksunluk, eknomik sorunlar ve aile içi çatışmalar.
Anne ve babalar çocuklarına yönlendirme, bilgi edinme ve duygusal destek sağlama konusunda en önemli kaynak sağlayıcılardır. Bu eşlerden birinin ev ortamında olmaması, çocuğun gelişimi açısından olumsuzdur. Kısaca boşanma sonrasında çocuk ile anne ve babası arasındaki ilşkiyi niteliksel ve niceliksel olarak azaltmaktadır. Yeterli ekonomik kaynakların olmaması da çocukların gelişimsel problemlere sahip olmasına neden oluyor. Ekonomik zorluklar çocuğun bakımını, eğitim ve sağlığını olumsuz yönde etkiliyor.
Bir diğer faktör olan aile içi çatışma çocukların stres, mutsuzluk ve güvensizlik yaşamalarına neden oluyor. Bu açıdan bakıldığında çocuklarda gözlemlenen problemlerin nedeni aile yapısının değişmesi değil, daha çok boşanmayla birlikte oluşan eşler arası yaşanan çatışmadır.
Gelişmiş batı toplumlarındaki bu bulgular Türkiye'deki bulgularla uyum sağlamamaktadır
Tüm bu bulgular gelişmiş batı toplumlarında yapılan araştırmaların sonucunu yansıtmaktadır.Türkiye gibi boşanma oranının henüz diğer ülkeler düzeyinde olmadığı, yapısal açıdan da hem geleneksel hem de batıya yönelik müslüman bir toplumda boşanmanın çocuklar üzerindeki etkileri Türkiye'de bazı uzmanlar tarafından incelenmektedir. Yapılan araştırmalar sonucunda batılı ülkelerde bulunan bir bulgu olan çocuğun çatışmanın verdiği olumsuzluktan boşanmaya göre daha çok etkilendiği farklılığı ülkemizde geçerliliğini korumuyor. Bunun nedeni olarak ülkemizde boşanmanın değer yargıları doğrultusunda getirdiği olumsuzlukların rahatlama ile sonuçlanan boşanmanın yerini alması olarak gösterilebilir. Diğer bir olumsuzluk da, ülkemizde kadınların çalışma hayatına girişleri ve yerleşmeleri batılı ülkelerdeki kadar gelişmiş olmamasından ve yeterli gelir düzeyine sahip olmamalarından kaynaklanıyor. Ayrıca kadınlarımızın "boşanmış kadın" imajından dolayı zorluklar yaşaması, boşanma sonrasında da eşler arasındaki çatışmaların ve olumsuzlukların devam etmesi ve her iki tarafın da eş ve ebeveyn olma arasındaki farkı ayırt edememeleri, boşanma olayının çocuk üzerindeki olumsuz etkilerini çatışma ile olankinden farklı olmadığı toplumumuzda gözlenen olaylardır.

Sonuç olarak çocuklar hiçbir sorumlulukları olmadıkları halde eşler arasındaki çatışma ve boşanmadan en çok etkilenen varlıklardır.Eğer çocukların bu olaylardan görecekleri zararı minimize edebilirsek, hem topluma daha sağlıklı kişiler yetiştirebilir hem de böylece iyi bir anne baba olduğumuzu hissederek bundan tatmin oluruz.
Kaynak: Aile ve Çcuk Dergisi,Yrd. Doç.Dr. Dilek Şirvanlı Özen, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi -15.02.2000