TESETTÜR
Tesettür, lügatte gizlenme
ve örtünme demektir. Şer-i Şerifimizde
ise; kadın ve erkeğin avret mahallini kapatmak için örtünmesi manasına
gelir.
A- ERKEK VE KADINDA AVRET MAHALLİ
Avret lügatte, eksik ve gedik demektir. Istılahta ise, örtülmesi vacip olan uzuvlar manasında
kullanılır.[1]
Erkeğin avreti göbek
kısmından, dizlerinin altına kadar olan yerlerdir. Dizler avret olup göbek
avret değildir.[2]
Hür kadının,
yabancı erkeklere karşı yüzü, elleri ve ayakları hariç her yeri
avrettir.[3]
Erkeğin,
nikâhlı hanımının başından ayağına kadar her yerine bakması ve dokunması helâldir.
Aynı şekilde hanımı da, beyinin her yerine bakabilir.[4]
(Fetva böyle olmakla birlikte, tavsiye olunan, takva yolunu seçip zaruret
olmaksızın bakılmamasıdır.)
Kadın
yabancılara karşı zikredilen üç azasını örtmeyebilir. Ancak yabancı erkeğin bu sayılan yerlere
bakması şehvet olmadığı zaman helâl olur. Eğer şehvetle bakarsa eline veya
yüzüne de baksa haram olur. Çünkü
Resülüllah (s.a.v.) Efendimiz, “gözler de zina eder”[5]
buyurmuştur. Gözlerin zinası şehvetle bakmaktır. Çünkü şehvetle kadına bakmak haram olan zinaya
düşmenin sebebidir.[6]
Bu
hususta Hazret-i Âişe (r.anha) şöyle buyurur: “Ecnebî kadınlara nazarın
hürmeti, tahrîk-i fitne korkusuna bina kılınmıştır. Hâlbuki kadınların bütün
güzellikleri yüzlerinde toplanmış olduğundan bir kadının yüzüne nazar husûsunda
fitne ve fesâd korkusu, sâir a'zâsına
nazardan daha fazladır[7]
Hz. Aişe validemizin bu ihtiyatlı içtihadı
gösteriyor ki efdal olan, erkek ve kadınların,
karşı cinslere karşı zaruret olmadıkça gözlerini yummasıdır.
Mahrem
olmayan genç kadınların yüzleri ve ellerine dokunmak veya onlar ile musâfaha
yapmak ise şer'an haramdır. Zîrâ bu uzuvlara bakmak zarureten helal
kılınmıştır, dokunmakta ise zarûret yoktur.[8]
Kadının erkeğe bakması ve kadının kadına bakması, aynen erkeğin erkeğe bakması gibidir. Yani göbeğinden dizinin
altına kadar olan yeri hariç her yerine bakabilir. Ancak şehvetten emin olmazsa
bakması helâl olmaz.[9]
Kadının
elbisesi dar olup vücuduna yapışmakla ve ince olup altını göstermekle vücudunu belli
ederse, bakmak caiz olmayıp, erkeğin gözünü yumması lazım gelir. Çünkü bu
durumdaki kadın, Resülüllah (s.a.v.) Efendimizin “Giyinmiş çıplaklar”[10]
buyurduklarındandır. Eğer elbisesi vücudunu belli etmezse kadının elbisesine
bakmakta bir beis yoktur. Çünkü bu durumda kişinin bakışı kadının vücuduna
olmayıp elbisesinedir.[11]
Kadınlar,
mahrem denilen, nikahlanması kendisine haram olan yakın akrabası erkeklere
karşı, dizinden göğüslerine kadar olan yerleri hariç; baş, kulak, göğüs,
dizlerine kadar baldırları ve kolları avret değildir.[12]
Ancak bu
kadınlara bakmanın helâl olması, beyan olunduğu gibi şehvet olmadığı zamandır.
Eğer şehvet duyarsa veya baktığı ve dokunduğu zaman şehvet duyacağına zann-ı
galibi varsa, o zaman bakmak ve dokunmak haram olur. İsterse annesi olsun.
Çünkü bu durumda harama düşmesinden korkulur.[13]
Akraba olmadığı
halde kendisiyle nikâhlanılması haram olan kadınlar ki, kayın valide, gelin,
üvey ana, üvey kız, süt ana, süt kız kardeşler ve süt kızı gibi kadınların
hükmü de nikâhlanması haram olan yakın akraba kadınlar gibidir.[14]
Lakin bu kısımdaki kadınlara karşı daha dikkatli ve ihtiyatlı olmalıdır.
Bir erkeğin
mahremi olan bir kadınla bir yerde baş başa kalması mubahtır, ancak süt kız
kardeşi ile genç kayın valide bundan müstesnadır yani onlarla halvet caiz
değildir.[15]
Müslüman kadın,
kâfir ve fasık kadınların yanında açılmaz, erkekten korunduğu gibi korunur.
Çünkü o kadınlar onun vücudunu başka erkeklere anlatabilirler.[16]
Erkek olsun kız
olsun dört yaşına kadar çocuğun avreti yoktur. Dört yaşından on yaşına kadar sadece
ön ve arka edep yerleri avrettir, diğer yerleri avret değildir. Fakat bunu on
yaş diye sınırlandırmak da uygun değildir. Çocuğun gelişmesine göre farklıdır.
On yaşından sonra erkek çocuk baliğ, kız çocuk baliğa hükmündedir.[17]
Yüzünde henüz
tüy bitmemiş erkek çocuk, kız gibi güzel olursa bunun hükmü kadınların hükmüdür;
başından aşağıya avrettir. Şehvetle bakmak haramdır. Lâkin onun ile halvette ve
şehvetsiz bakmakta beis yoktur. Bu sebeple kadın gibi örtünmekle emrolunmaz.[18] Böyle bıyıkları yeni çıkmaya başlamış, henüz
sakalı çıkmayan gence emred denilir ki ona şehvetle bakmanın zararı bir kadına
şehvetle bakmaktan daha şiddetlidir. Çünkü onun
ile şehvetini tatmin ebedi haramdır. Her kadınla beraber iki şeytan
vardır. Halbuki emred ile beraber on sekiz şeytan vardır.[19]
B- TESETTÜRÜN FARZİYYETİ
Tesettürün
farziyyeti, kitap, sünnet ve icmâ ile sabittir. Tesettürün farziyyetini kabul etmek
dîni bir şarttır. Farziyyetine inandığı halde, örtünmeyen kimse ise günahkâr
olur.
Allah-ü Teala Nur
Suresi’nin 30 ve 31. Ayet-i Kerimelerinde Peygamberimiz (s.a.v.)’e hitaben
şöyle buyuruyor:
قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا
مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ
اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ * وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ
وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ
مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ
أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ
بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ
أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ
الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاءِ وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ
لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا
الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Mümin
erkeklere söyle gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını muhafaza etsinler, bu
kendileri için daha temizdir, her halde Allah ne yaparlarsa habîrdir.” “Mü’min
kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler,
ziynetlerini açmasınlar, zahir olanı başka ve baş örtülerini yakalarının
üzerine vursunlar, ziynetlerini açmasınlar…”
Ayet-i Kerime’de
geçen “başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar” ifadesi şöyle tefsir
olunmuştur:
“Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar, başlarını,
saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, ziynetlerini açık tutmayıp
bu suretle sımsıkı örtünsünler ve o halde bu emri ifâ edebilecek başörtüsü
kullansınlar. Müfessirlerimizin nakline göre, cahiliyye kadınları da hiç başörtüsü
kullanmaz değillerdi.”[20]
“Tabi’în’in
büyüklerinden Sa'îd bin Cübeyr Hz. diyor ki: Vakt-i cehâlette Arab kadınlarının
âdetleri başlarına câr yani başörtüsü örtüp iki omuzları arasından arkaya doğru
sarkıtarak tamâmen gerdanlarıyla göğüslerinin bir kısmını açık bırakmaktı.
O asırda
kadınların diğer bir âdetleri de süslendikten sonra evlerinden çıkıp gerek iyi
ve gerek fena her kim olursa olsun ecnebî erkeklerle ihtilât ederek konuşup
görüşmekti.
Hicret-i
Nebeviye’nin dördüncü senesinin zilka'desine kadar ehl-i İslâm arasında bu iki çirkin
cahiliye adeti devam etmiştir. Mezkûr tarihte hicâb âyetleri nazil olarak bu
âdetleri kaldırmış ve birçok menfaati içinde bulunduran iki nevi' tesettürü
farz kılmıştır.
Birincisi
bulûğa ermekten îtibâren her kadının cilbâb ile yani başından îtibaren bütün
bedenini bürüyecek geniş bir elbise ile vücûdunu tamamen örtüp mahreminden
başka hiçbir kimseye şer'an ruhsat verilen miktardan fazla hiçbir 'uzvunu
göstermemek,
İkincisi
de meşru bir ihtiyaç olmadıkça evlerinden çıkıp yabancı erkekler bir arada bulunmamaktır.
Bu
sûretle kadınlar, lâyık oldukları hürmetli mevkiye nail olmuşlar ve insanlar
arasında küçük düşürülmekten ve yabancıların taarruzundan emin kılınmışlardır.”[21]
Büyüklerimiz bu
Ayet-i Celileler (Nur Suresi 30-31) hakkında şöyle buyurmuşlar:
“Yaşadığımız
memleketin örfleri, adetleri, kanunları var, demokrasi var. Bu sebeple hiç
kimse tesettüre, örtünmeye zorlanamaz. Herkes dilediği kadar örtünüyor. Sokakta
çıplak gezen yok ama, İslamî ölçülere riayet mecburiyeti de yok. Müslüman olmak
mecburiyeti de yok. -Zaten hiçbir zaman da olmamıştır- Ama cemiyette
alabildiğine bir hürriyet havası esiyor. Böyle olunca bilhassa yaz aylarında
kadınlar tesettüre riayet etmiyorlar, erkeklerin nazarları onlar için bir mana
ifade etmiyor. Biz Müslüman bir topluluk olduğumuz için, hiç kimsenin işine
karışmıyoruz. Bizim sözümüz, Allah’a iman edenlere; Kitabullah da, Allah’ın
beyan ettiği emirlere, tavsiyelere uyanlaradır. Müslüman câmiasının
dışındakiler istediği gibi hareket etmekte serbesttirler. Onun vebali, günahı, sevabı
herkesin kendine aittir, biz ehl-i imana hitap ediyoruz. Nitekim Ayet-i
Celile’de قُلْ
لِلْمُؤْمِنِينَ buyuruluyor. Fıkıh
kitaplarımızda kadın ve erkeğin nerelerinin avret sayıldığı, tesettürlerinin
farz olduğu açık açık beyan edilmiştir. Ayrıca, وَلَا
يُبْدِينَ زِينَتَهُنّ
ayet-i
celilesinde ziynetlerini de açığa çıkarmaları, yabancılara göstermeleri
yasaklanmıştır.”
31. Ayet-i
Kerime’de geçen “ziynet” tabiri ile alakalı olarak tefsir kitaplarımızda şu
şekilde izahlar yapılmaktadır: “Kadının ziyneti denince örfte (insanlar
arasında), taç, küpe, bilezik ve emsali süs takıları ile sürme-kına gibi şeyler
ve elbise süsleri akla gelir. Nitekim A’raf Suresi’nin 32. Ayet-i Kerimesi’nde
elbise demek olduğu beyan edilmiştir. O halde bu ziynetleri açmak yasaklanınca,
bunların mahalli olan bedeni açmak evleviyetle yasaklanmış olur. Yani
bedenlerini açmak şöyle dursun üzerlerindeki ziynetleri bile açmasınlar.”[22]
وَلَا
يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِنْ زِينَتِهِنَّ ayet-i celilesi için Büyüklerimiz şöyle buyurmuşlardır: “Vücutlarının
süslerinden, güzelliklerinden meydana çıkaracak, belli edecek şekilde,
-büsbütün meydana çıkmasa bile- belli edecek şekilde ayaklarını yere
vurmasınlar. Tefsir-i şeriflerde, eskiden kadınlar ayaklarına da kollarına
taktıkları gibi bilezik takarlarmış da, bunları belli edecek şekilde ayaklarını
vurmasınlar diye mana vermişler. Öyle mana vermek doğrudur da, kadınların yürüyüşlerine dikkat ederseniz,
yüzük gibi, küpe gibi şeylerin sesleri duyulmasa bile, ayaklarını yere
vurdukları zaman, bilhassa birazda yüksek topuklu olduğu zaman vücutlarının,
kadın olarak Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerden bazı uzuvların titremesi,
oynaması, -göğüs gibi, kalçalar gibi – bunları belli etmeleri için o tarzda
hareket etmesinler. Yürüyüşlerinde bile edepli olsunlar, sokakta yürürken dahi
bir kadın olarak, kadınlık ziynetlerini, erkeklerin dikkatini çekecek şekilde,
belli edecek şekilde yürümesinler.”
Yine Cenab-ı
Hak Ahzab süresi 59. Ayet-i Kerimesinde:
يَا
أَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ
يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ
مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ
غَفُورًا رَحِيمًا
“Ey o pegamber, zevcelerine, kızlarına
ve mü’minlerin kadınlarına hep söyle: Cilbablarından üzerlerini sıkı örtsünler,
bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla
beraber Allah ğafur rahim bulunuyor ” buyurmuştur.
Cilbab: Kamus’ta, kadın taifesine mahsus geniş
bir elbise, ki buna üstlük de denir;
Müncid’de, gömlek veya geniş bir libas[23]
; Raid’de, kadının başını ve göğsünü örttüğü geniş bir libas[24];
Ahteri’de, câr, milhafe yani çarşaf[25]; İbni Abbas Hz.’ne göre vücudu baştan sona
örten şey; İbn-i Kesir’e göre, başörtüsünün üzerine örtülen rida, yani ikinci
bir örtü; Ebussuud Hz.’nin izahlarıyla, başörtüsünden geniş, ridadan küçük bir
libastır ki, kadın onu başına atar, bir miktarını da göğsüne sarkıtır.[26]
Görülüyor ki,
tefsir alimleri ile lügât alimleri, cilbâbın ne olduğu hususunda birbirine
yakın manalarla tarifler yapmışlardır. Ortaya çıkan en kuvvetli görüşe göre
cilbâb, kadının başını ve yüzünün bir kısmını örttüğü, fazlasını göğsü üzerine
sarkıttığı, kadınların sokağa çıkarken iç elbiselerinin üzerine attıkları, dört
köşe ve kolsuz bir kumaştır. Ayet-i Kerime’de geçen (yüdnîne) kelimesinin
masdarı olan idnâ, sarkıtmak ve yaklaştırmak demektir. “Alâ” harf-i cerri ile sılalandığı zaman tazmin
suretiyle sarkıtmak manasını da ifade ettiğinden, üzerini sıkı örtmek demek
olur.[27]
Ümm-ü Seleme
(r.anha) şöyle demiştir: “Ahzab süresinin bu elli dokuzuncu ayeti nazil olduğu
vakit Ensar kadınları, üzerine siyah örtüler giyerek öyle bir sekinet ile
çıkmışlardı ki başları üzerinde kuşlar varmış gibi.”[28]
Ahzab
Suresi’nin 53. Ayet-i Kerimesinde ise şöyle buyruluyor:
... وَإِذَا سَأَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا
فَاسْأَلُوهُنَّ مِن وَرَاءِ حِجَابٍ ذَلِكُمْ أَطْهَرُ
لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ وَمَا كَانَ لَكُمْ أَن تُؤْذُوا رَسُولَ
اللَّهِ وَلَا أَن تَنكِحُوا أَزْوَاجَهُ مِن بَعْدِهِ أَبَدًا إِنَّ
ذَلِكُمْ كَانَ عِندَ اللَّهِ عَظِيمًا
“…Hem haremlerine gerekli bir şey soracağınız
vakit de perde arkasından sorun, öyle yapmanız hem sizin kalpleriniz ve hem
onların kalpleri için daha temizdir, ve sizin Rasulullah’a eza etmeniz olamaz,
arkasından zevcelerini nikah etmeniz de olamaz. Çünkü o günah, Allah indinde
çok büyük bulunuyor.”
Annelerimiz
olan peygamber zevceleri için gelen hükmü ifade eden ayet-i kerime, sair
kadınlar ile muamelenin nasıl dikkat edilerek yapılması gerektiğine de delalet
etmektedir.
Peygamberimiz
(s.a.v.) de, Hz. Aişe validemizin ablası Hz. Esma’ya (baldızına) hitaben,
ياَ
أَسْمَاءُ إِنَّ الْمَرْأَةَ إِذاَ بَلَغَتْ الْمَحِيضَ لَمْ يَصْلَحْ أَنْ يُرَى
مِنْهَا إِلاَّ هَذَا
وَ هَذَا وَأَشَارَ إِلىَ وَجْهِهِ وَكَفَّيْهِ
“Kadın baliğa
olduktan sonra şurası ve şurasından başka yerlerinin görülmesi caiz değildir” buyurarak mübarek ellerini, yüzünü işaret buyurmuşlardır.[29]
C- TESETTÜRÜN FARZIYETİNİN
HİKMETLERİ
Dinimizin
hükümleri, insanlar arasında vukuu muhtemel olan şer ve mefsedetleri mümkün olduğu kadar def ve izâle etmek üzere
binâ kılınmıştır.
Erkekler
ile kadınların bir arada bulunmaları ve yekdiğerlerine nazarları aşk ve
muhabbeti tahrîk edip ekseriyâ gayr-ı meşru fiillerin talebine vesîle ve sebep
olduğu için, bu kapının kapanması icab etmiştir. Onun için Dîn-i Celîl-i İslâm
fuhşu menettiği gibi, ona davet eden ve vesile olan her şeyi de menetmiştir.
Dinimizce,
fuhşun cezâsı olmak üzere bir takım cezalar tesbit edildiği gibi, fuhşa vesile
olacak yolları kapatmak üzere de tesettür farz kılınmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle
buyururlar:
مَا
تَرَكْتُ بَعْدِي فِتْنَةً أَضَرَّ عَلَى الرِّجَالِ مِنَ النِّسَاءِ
“Benden sonra, kadınlar
kadar, erkekler üzerine daha zararlı bir fitne bırakmadım.”[30]
Hadis-i şerifte beyan edilen fitnenin,
başta tesettürün terkedilmesiyle ortaya çıkacağı aşikardır.
Selman-ı Farisi (r.a.): “Bir kimsenin avret mahallini
görmektense iki defa ölmeyi tercih ederim,” buyurur.
Haya, imanın; tesettür utanmanın ayrılmaz bir
lazımıdır. Bunun içindir ki, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Avret mahallimi, içimdeki elbiseden
saklamaya güç yetirebilseydim elbette saklardım,” buyurmuşlardır.
Hz. Ebu Bekir
(r.a.) def-i hacet için helaya vardığında utancından başını örter, Ebu
Musa’l-Eş’ari (r.a.) ise: “Karanlık odada yıkanırım da Allah’tan utancımdan
belimi doğrultamam.” diye buyururlardı.
Açıklığın
saadet getirmediğini, aksine bir takım sıkıntılara sebebiyet verdiğini gayr-i
müslimlerden birçokları dahi itiraf etmektedirler. Fransızların büyük ve meşhur
şairesi Madam Dolaro Maridos, Türkiye’de bulunduğu günlerde Türk dostlarına şöyle demiştir:
“Türk ve
müslüman kadınlar örtündüklerinden dolayı içinde bulundukları saadeti
bilsinler. Örtünmek ve erkeklere karışmamak onlar için ne büyük bir saadettir.
Örtünmeyen, bilakis açılan,
süslenerek erkeklere karışan kadınlar birçok hususlarda ne büyük bir endişe ve
ızdırap içindedirler. Açılan, süslenen ve erkeklere karışan kadınların,
bulundukları cemiyetteki erkekler tarafından daha çok beğenilmek için
çektikleri sıkıntıları, kendi beylerinin de diğer kadınları kendileri üzerine
tercih etme ihtimalinin kendilerine verdiği tarifsiz azabı, sizin örtünen ve
erkeklere karışmayan kadınlarınız bilemezler!”[31]
D- GİYİNMENİN
ADABI
“Soğuk ve
sıcağı defedip avret yerini örtecek kadar giyinmek farzdır. Allah’ın nimetini
izhar için iyi elbise giymek müstehaptır. Bayramlarda, Cuma günlerinde ve
toplantılarda süs için kıymetli ve güzel elbiseler giymek mubahtır. Her zaman
böyle çok iyi şeyler giymemelidir. Gurur ve kibre sebep olur, fakirleri
kızdırıp gücendirir. Kibirlenmek ve insanlara övünmek için güzel elbise giymek
mekruhtur.”[32]
Giyim kuşamda
kişiye uygun olan, akran ve emsaline uygun giyinmektir. Çok kıymetli veya çok
eski elbise giymek uygun olmaz. Kibirlenmemek şartıyla ara sıra güzel ve
kıymetli elbise giymekte beis yoktur. İmam-ı
Azam Efendimiz kıymetli elbise giyer idi.
Fasık ve
facirlerin giydiği elbiseleri giymek mekruh olur. Lâkin aynı elbiseyi bütün
insanlar giymeye başlarsa, insanların âdet ve şiârı olursa mekruh olmaz.[33]
İslâmî bir
elbise şekli yoktur. Çünkü
Resülüllah (s.a.v) bir elbise modeli üzerinde durmamıştır. Ancak
bazı elbiselerin giyilmesi, o elbisedeki bazı hususiyetler sebebiyle
yasaklanmıştır. Bu hususiyetler;
1-Kâfirlerin özel elbiseleri yani kafirler için şiar olan elbiseler,
2-Kibir için
giyilen elbise,
3-Erkekler için
ipek elbise,
4-Erkeklerin
kadın elbisesi, kadınların erkek
elbisesi giymesi.
Ayrıca vücut hatlarını belli edecek kadar dar
ve altını gösterecek kadar şeffaf elbise giymek de caiz değildir.
Abdurrahman bin
Avf (r.a)’ın kerimesi Hz. Hafsa validemiz, Hz. Aişe validemizin yanına ince bir
eşarp ile girmiş, Hz. Aişe validemiz onun eşarbını ikiye katlayarak
kalınlaştırıp ona giydirmiştir.[34]
Dinimiz,
müslümanın hayatının her safhasına hükümler ve edepler koyduğu gibi, giyinmek
ve giyinmenin şekli hakkında da hükümler ve ölçüler koymuştur. Elbisenin en
başta gelen şartlarından biri, giyen kişiyi dinimizin istediği şekilde örtmesi,
onun çirkin (avret) yerlerini kaybetmesi, sıhhi noktadan da bünyesine uygun
olmasıdır.
Daracık
elbiselerin bu vasıfları haiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Öyle ise kadın
ve erkeklerin altlarına ve üstlerine giydikleri daracık, vücut hatlarını
kaybetmeyen, bilakis ortaya çıkaran, karşı cinsi tahrik etmekten başka bir işe
yaramayan elbiseler sıhhate aykırı olduğu gibi tesettür için de kafi olamazlar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.);
صِنْفَانِ مِنْ أَهْلِ النَّارِ لَمْ أَرَهُمَا قَوْمٌ
مَعَهُمْ سِيَاطٌ كَأَذْنَابِ الْبَقَرِ يَضْرِبُونَ بِهَا النَّاسَ وَنِسَاءٌ
كَاسِيَاتٌ عَارِيَاتٌ مُمِيلَاتٌ مَائِلَاتٌ رُءُوسُهُنَّ كَأَسْنِمَةِ الْبُخْتِ
الْمَائِلَةِ لَا يَدْخُلْنَ الْجَنَّةَ وَلَا يَجِدْنَ رِيحَهَا وَإِنَّ رِيحَهَا
لَيُوجَدُ مِنْ مَسِيرَةِ كَذَا وَكَذَا
“İnsanlardan
iki sınıf cehennem ehlinden olacaktır. Ben onları henüz dünya gözü ile görmedim.
Biri, ellerindeki, hayvan kuyruğu gibi kırbaçlarla insanlara vuran topluluk;
diğeri de giyindikleri halde çıplak olan, Allah’ın itaatından çıkmış ve
başkalarına da kötü fiillerini öğreten, başları deve hörgücü gibi olan
kadınlardır… Onlar cennete girmezler ve cennetin kokusunu, o koku şu kadar
mesafeden duyulabildiği halde, alamazlar.” hadis-i şerifleriyle bu hakikati
ifade eder.[35]
İnsanlar
hem sûret hem de sîret yönünden sevdikleri kimselere benzemeye çalışırlar.
Peygamberimize ittiba’, ona sûreten ve sireten benzemekle kemal bulur. Bir
taraftan onu sevdiğimizi söyleyip, diğer taraftan ehl-i küfrün ve fasıkların
giydikleri kıyafetlere özenip onları tercih etmek kişiyi iman dairesinden
çıkmaya sebep olacak, benzeme bataklığına düşürebilir.
Hoca ve talebenin âdabı anlatılırken hoca ve talebenin
bir de evinde dikkat etmesi gereken şu mühim hususa dikkat çekilir:
قَدْ
تَقَدَّمَ أَنَّهُمَا قُدْوَةٌ لِلْمُقْتَدِي ، فَإِذَا فَعَلَتْ زَوْجَةُ
أَحَدِهِمَا شَيْئًا نُسِبَ ذَلِكَ لِلشَّرْعِ ، وَصَارَ حُجَّةً فِي الدِّينِ غَالِبًا
“Hoca ve talebe (ehl-i ilim olmaları münasebetiyle)
mukteda bihtir. Bunların zevcesi (ev halkından biri) bir şey yaptığı zaman o
şey, şer’a nisbet olunur. (Demek ki dinimizde bu caizmiş, bu işi o yaptığına
göre bu yapılabilirmiş de biz bilmiyor muşuz, denilir) Ve umumiyetle bu
artık onlar için, dinde bir huccet (o işe heveslenenler için bir fetva) olur.”[36]
Bunun
için özellikle ehl-i ilim olanlar, gerek kendileri, gerekse ev halkıyla her
hususta olduğu gibi kılık-kıyafet hususunda da numune-i imtisal olmalı, ifrat
ve tefritten uzak, mütedil bir tarz üzere bulunmalıdır.
2- MAHREM (MUHARREMÂT)
Mahrem, lügatte: Allah-ü Teâlâ’nın haram
kıldığı şeydir.[37]
Şer-i Şerifte ise: Akrabalıktan dolayı nikâhı haram olan kimsedir, diye
tarif edilmiştir. Mukabili “gayri mahrem - nâ mahrem”dir.[38]
Muharremât; evlenilmesi
haram olan kadınlardır. Ebediyyen haram olanlar ve muvakkaten (geçici) haram
olanlar diye iki kısımdır. Ebediyyen haram olanlar üç kısımda mütalaa edilir:
Nesep sebebi
ile haram olanlar: Analar, kızlar, kız kardeşler,
halalar, teyzeler, birader kızları ve hemşîre (kız kardeş) kızlarıdır. Analar
tâbirine nineler de dâhildir. Kızlar tâbirinde –ne kadar aşağı inerse insin-
kendi kızları ve kız torunları dâhildir.
Ahzâb
Sûresi’nin 50. Âyet-i kerimesinde amca, hala, teyze ve dayıkızlarının (mahrem
değil) nikahları helâl olduğu beyan buyrulmuştur.
Sıhriyet
(evlilik sebebi) ile haram olanlar: Bunlar dört sınıftır.
·
Kayınvalideler: İster zifafta bulunulsun, ister bulunulmasın kızlarının
nikâhlanması ile haramlık başlar.
·
Üvey anneler: Gerek zifaf olsun, gerekse olmasın baba ve dedelerin hanımları
haramdır.
·
Üvey kızlar: Kadının önceki kocasından olan kızları veya torunları haramdır.
Fakat bu meselede haramlığın meydana gelmesi için kocanın hanımı ile zifafı
veya ona şehvetle dokunmuş olması şarttır. Şayet nikâhtan sonra bunlardan biri
olmadan hanım ölür veya ayrılırlarsa bu takdirde üvey kızları nikâhlamak haram
olmaz. Halvet-i sahiha (kilitli bir yerde yalnız, baş başa kalmak) olsa da
haram olmaz.
·
Gelinler: Bir kimsenin oğulları veya torunlarının hanımlarıyla evlenmesi
haramdır. (Bunlar ister zifafa girmiş olsun, ister girmesin).
Zina, hürmet-i
müsaharayı icab ettirir. Bir kimse zina ettiği kadının anası ve kızları ile
evlenemez.
Radâ’ yani emzirme
ile olan haramlık: Emme ve emzirmeden meydana gelen
haramlık, aynen neseb (soy) sebebiyle olan haramlık gibidir. Yani; Emen kişiye;
sütanne, sütnine, süt kız kardeşler, süt halalar, süt teyzeler ve süt kardeşlerin
çocukları –ne kadar aşağı inseler de- haram olurlar.[39]
İşte bu izah
edilen kısımlar bir erkeğin mahremleridir, bunların dışındakiler ise namahremi
yani onun için yabancıdır.
A- MAHREMİYYETE RİAYET
Müslüman için yaşadığı ev, başkalarının serbestçe muttali olmaması
gereken “mahrem” bir mahaldir. Bu sebeple İslâm’da eve “harem”
denmiş ve başkalarının evine (mahremiyet bölgesine)
izinsiz girmek yasaklanmıştır.
Bir defasında
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’e Ensar’dan bir kadın gelir ve şöyle sorar: “Ey
Allah'ın Rasulü, ben evde bazen öyle bir durumda oluyorum ki ne babamın, ne
çocuğumun, ne de bir kimsenin beni o halde görmesini istemiyorum. Ben bu durumda
iken babam geliyor yanıma giriyor, ailemden bir erkek geliyor, yanıma giriyor.
Ne yapayım?” Bu hadise üzerine Nur Suresi’nin 27 ve 28. ayet-i kerimeleri
nazil olur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا تَدْخُلُوا
بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا
وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ فَاِنْ لَمْ تَجِدوُا فيِهاَ أَحَداً فَلاَتَدْخُلوُهاَ حَتىَّ يُؤْذَنَ لَكُمْ
وَإِنْ قيِلَ لَكُمْ إِرْجِعوُا فاَرْجِعوُا هُوَ أَزْكىَ لَكُمْ وَاللَّهُ بِماَ
تَعْمَلُوُنَ عَليِمٌ
“Ey
iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere sahiplerine
istiynas
edip (geldiğinizi fark ettirip) ve selâm vermeden girmeyiniz, bu sizin için
hayırlıdır, umulur ki düşünüp anlarsınız.”
“Orada kimse
bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri
dönün!” denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha temiz bir
davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir”
Ebu Eyyub
(r.a.)’den rivayet edildiği üzere Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ayet-i Kerime’de
geçen istiynas’ı şöyle izah etmiştir: "İstiynas öksürerek tekbir ve
tesbih ile ev halkını haberdar etmektir…”[40]
Yine Nur Suresi’nin 58. ayet-i kerimesinde, aynı ev
içinde yaşayanların dahi birbirlerinin mahremiyetine riayet etmeleri
emredilmekte; hizmetçilerin ve çocukların, belli vakitlerde ebeveynin odasına
girerken izin istemeleri gerektiği ifade buyrulmaktadır. Şöyle ki:
يَا أَيُّهَا
الَّذِينَ آَمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذِينَ مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ
وَالَّذِينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ مِنْ قَبْلِ
صَلَاةِ الْفَجْرِ وَحِينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّهِيرَةِ وَمِنْ بَعْدِ
صَلَاةِ الْعِشَاءِ ثَلَاثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ
جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَعْضٍ كَذَلِكَ
يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآَيَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
“Ey iman
edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz
erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz
vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin
istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin
dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. (Birbirinizin yanına
girip çıkabilirsiniz.) İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah her
şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” buyurmuştur.
27. ve 28.
ayet-i kerimelerde zikredilen kendini fark ettirme ve selam verme emri hür ve büluğ
çağına erenler hakkında idi. Buradaki izin isteme emri ise el altındaki köle ve
cariyelerle, henüz büluğa ermemiş hür çocuklar hakkındadır. Aynı zamanda bu
ayet-i Kerime’de, ev halkı tarafından örtünmenin ihlal edilebileceği muayyen
vakitlerde onlara bu izin isteme edebinin öğretilmesi de emredilmiştir.[41]
İslam dini, şahitlik
etmek gibi zaruri hallerin zuhurunda, erkek ve kadınların mahremiyet ölçülerine
riayet ederek, zaruret miktarınca ihtilatlarına şer’an ruhsat vermiştir. Her ne
kadar ev işleri hanımın vazifeleri cümlesinden ise de beyinin hal-i vakti
müsâid olmadığı durumlarda mürüvveten veya ihtiyaca mebni, hanım, mahremleriyle
beraber harici iş ve hizmetlere iştirak edebilir. Fitne ve fesattan emniyet halinde,
hanımların beylerine ve mahremlerine, bağ-bahçe işlerinde yardımcı olması bu
kabildendir.[42]
Kadın evli ise kocasının, bekâr ise
babasının izni ile ve kendi isteği ile, erkeklerle karışık olmamak şartı ile,
çalışabilir. Kendisi istemez ise, kocası veya babası bir işyerinde çalışmaya
zorlayamaz. Çünkü kadının nafakası zengin bile olsa kocası üzerinedir.[43] Baba evinde ise, fakir ise nafakası babasına, babasının gücü
yetmiyorsa diğer asabesine (yakın akrabalarına) borçtur.[44] Eğer kendisi çalışmak ister de kocası veya babası izin vermezse
yine çalışamaz.[45]
“Na-mahremle
ihtilât etmemek şartıyla, kadınların kendilerine mahsûs olan mahallerde
kendileri gibi kadınlardan veyâ mahremleri bulunan erkeklerden veyâ şehvetten
kesilmiş ihtiyâr kimselerden ilim, sanat öğrenmelerinde ve kendilerine mahsûs
olan i'mâlâthânelerde sanat icra etmelerinde dinî bir yasak yoktur.”[46]
Zarureten erkekler ile ihtilat durumunda riayet edilmesi gereken
mahremiyet ölçülerini Mevlamız Ahzab Suresinin 32. Ayet-i kerimesinde şöyle
ifade buyurmuştur:
يَا نِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ
كَأَحَدٍ مِنَ النِّسَاءِ إِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ
فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا.
“Ey peygamberin hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi
değilsiniz.
Eğer takva ile
korunacaksanız, konuşurken kırıtmayın da kalbinde bir hastalık bulunan kimse
tamaha düşmesin. Güzel ve dosdoğru söz söyleyin.”
Bu Ayet-i Kerime’nin izahını yaparken İsmail Hakkı Bursevi Hz. :
“Kadınların
yabancı erkekler ile muhatap olduklarında (karşı tarafın) kötü arzusunu kesmek
için sözlerini sert olarak ifade etmeleri istenmiştir. Bir kimse her hangi bir
kapıya gelse ve evin erkeği de evde değilse o evdeki hanımın o kimseye yumuşak
sözler söylemesi, sözlerini rıfk ile ifade etmesi caiz değildir. Zira bu durum
şehveti heyecanlandırdığı gibi, karşı tarafın bir takım kötü arzularına sebep
olur. Nitekim ayeti celile de (kalbinde günah arzusu, muhabbeti olanlar tama’ etmesinler)
buyruldu. Devamında da (Güzel ve dosdoğru söz söyleyin.) töhmetten ve karşı
tarafın kötü arzusunu tahrik etmekten uzak olarak sert ve ciddiyetle konuşun.”[47] buyurmaktadır.
Kadınların örtünüp belli nizam
içinde yaşamaları bir esaret değildir. Açılıp
saçılmalarının ve aklına gelen herşeyi yapabilmelerinin de hürriyet olduğu
zannedilmemelidir. Tesettür ve mahremiyete riayet, sebeb-i şeref olup, sahibine
şahsiyet ve iffet kazandırır. Bir takım rezaletlere mani olur.
Def-i mefâsid celb-i menâfi’den
evladır. Dinimizde faide ve menfaatten önce zarar ve mazarrat hesabı yapılır.
İşin mazarratı, faidesinden fazlaysa mazarratın def’i cihetine gidilir.
Bu kabilden olmak üzere Peygamber
Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:
لاَ
يَخْلُوَنَّ رَجُلٌ بِامْرَأَةٍ إِلاَّ وَمَعَهَا ذُو مَحْرَمٍ وَلاَ تُسَافِرِ
الْمَرْأَةُ إِلاَّ مَعَ ذِى مَحْرَمٍ ». فَقَامَ رَجُلٌ فَقَالَ يَا رَسُولَ
اللَّهِ إِنَّ امْرَأَتِى خَرَجَتْ حَاجَّةً وَإِنِّى اكْتُتِبْتُ فِى غَزْوَةِ
كَذَا وَكَذَا. قَالَ « انْطَلِقْ فَحُجَّ مَعَ امْرَأَتِكَ
“Sakın bir erkek yanında mahremi olmadıkça
yabancı bir kadınla beraber kalmasın ve sakın bir kadın da yanında mahremi
olmadıkça sefere çıkmasın.” Bunun üzerine bir adam “ Ya Rasülellah benim
hanımım hacca gidiyor, ben de falan harbe yazıldım” deyince Peygamberimiz (s.a.v.), hanımın
yalnız seyahatinde ortaya çıkabilecek mazarratları göz önünde bulundurarak
adama “İsmini sildir ve hemen hanımınla beraber hacca git”[48] buyurmuşlardır.
Büyüklerimize: “Efendim, iki aile
taksi ile falan yere bir seyahat etmek istiyoruz, bir emriniz olur mu?”
diye sorulunca, şöyle cevap vermişler: “Evet var, sen şoförsün, senin
hanımın arkadaşının arkasına otursun; arkadaşının hanımı da senin arka tarafına
otursun. Birbirinizle konuşurken gözünüz arka tarafa kayarsa herkes kendi
hanımını görmüş olur.” İşte bu, mahremiyet ve şer-i şerife riayet hususunda
büyüklerimizin ne kadar hassas olduklarını gösteren ibretli bir misaldir.
Dinimiz, mazarrat ve mefsedeti izale etmek için, hem
maddi hem de manevi vasıtaları nazar-ı dikkate almış ve ikisinin kâmilen yerine
getirilmesiyle maksadın temin edilebileceğini ortaya koymuştur.
Bir
taraftan fıtrat-ı beşeriyyede yerleşmiş olan şehevanî kuvvetlerin her insan
tarafından dizginlenemeyeceğini göz önünde bulundurarak tesettür ve mahremiyet
ölçülerini vaz etmiş, diğer taraftan da içlerinde Allah korkusunun yerleşmesi, İslâmî
ahlak ve terbiyeye sahip olabilmeleri için talim terbiye (eğitim-öğretim)
metodundan vaz geçmemiştir.
İşleri
sadece kalplerdeki Allah korkusuna havale etmemiş, riayet edilmesi için
vazettiği kaideleri de insanlar içinde en zayıf ahlaka sahip olana göre vaz
etmiştir. Zira bizi en iyi bilen Rabbimiz’dir.
YUSUF HAKİ - FERAH
(TESETTÜR)
KEMAL ASLAN - AHMET
YESEVİ (MAHREMİYET)
[1] Elmalılı, Alfabetik İslam Hukuku ve Fıkıh Istılahları
Kamusu, c.1, s.115
[2] Dürer, c.1, s.313
[3] Dürer, c.1, s.59
[4] Bedayi, c.4, s.289
[5] Müsned-i Ahmed ibn-i Hanbel,
Hadis No:8183
[6] Bedayi, c.4, s.295
[7] İskilipli Atıf Efendi,
Tesettür Risalesi
[8] İskilipli Atıf Efendi,
Tesettür Risalesi
[9] Dürer, c.1, s.313
[10] Sahih-i Müslim, Hadis No:
3971
[11] Bedayi, c.4, s.294
[12] Bedayi, c.4, s.291; Dürer,
c.1, s.314
[13] Dürer, c.1, s.314
[14] Dürer, c.1, s.314
[15] Haşiyetü Reddi’l-Muhtar
ale’d-Dürri’l-Muhtar, c.6, s.685-686
[16] Fetavâ-i Hindiye, c.5, s.404
[17] El-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbe’a,
s.185
[18] Haşiyetü Reddi’l-Muhtar
ale’d-Dürri’l-Muhtar, c.1, s.438
[19] Ruhu’l-Beyan Tefsiri, c.3, s.197-198
[20] Elmalılı, Hak Dini Kur’an
Dili
[21] İskilipli Atıf
Efendi, Tesettür Risalesi
[22]
Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili
[23] Müncid, c.1, s.96
[24] Raid, c.1, s.520
[25] Ahteri, s.206
[26] Tefsîr-i Ebu’s-Suud, c.5, s.239
[27] Elmalılı, Hak Dini Kur’an
Dili
[28] Elmalılı, Alfabetik İslam Hukuku ve Fıkıh Istılahları
Kamusu, c.4, s.420
[29] Beyhakî, Sünen-i Suğrâ, Hadis
No: 2462
[30] Beyhakî, Sünen-i Suğrâ,
Hadis No: 2467
[31] Tarihî
Deyimler, c.3, s.476
[32]
Haşiyetü Reddi’l-Muhtar ale’d-Dürri’l-Muhtar, c.6, s.666-667
[33] Hediyyetü’l-Alaiye, s.295
[34] Muvatta’, Hadis No:6
[35] Sahih-i Müslim, Hadis No:
3971
[36] Medhal, c.2, s.228
[37] Mu’cem-i
Lugat-ı Fukaha, c.1, s.411
[38]
Hukuku İslamiyye ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kamusu, c.2, s.8
[39] Nikah Risalesi,
s.29-31
[40] Elmalılı, Hak Dini Kur’an
Dili
[41] Elmalılı, Hak Dini Kur’an
Dili
[42] İskilipli Atıf Efendi,
Tesettür Risalesi
[43] Bedayi, c.4, s.373
[44] Bedayi, c.4, s.35
[45] Bedayi, c.2, s.331
[46]
İskilipli Atıf Efendi,
Tesettür Risalesi
[47] Ruhu’l-Beyan Tefsiri, c.7,
s.169
[48]
Sahih-i Müslim, Hadis No:3336
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder