REKLAM

23.01.2020

TESETTÜR VE MAHREMİYET


TESETTÜR
Tesettür,  lügatte gizlenme ve örtünme demektir. Şer-i Şerifimizde ise; kadın ve erkeğin avret mahallini kapatmak için örtünmesi manasına gelir.
A- ERKEK VE KADINDA AVRET MAHALLİ
Avret lügatte, eksik ve gedik demektir. Istılahta  ise, örtülmesi vacip olan uzuvlar manasında kullanılır.[1]
Erkeğin avreti göbek kısmından, dizlerinin altına kadar olan yerlerdir. Dizler avret olup göbek avret değildir.[2]
Hür kadının, yabancı erkeklere karşı yüzü, elleri ve ayakları hariç her yeri avrettir.[3]  
Erkeğin, nikâhlı hanımının başından ayağına kadar her yerine bakması ve dokunması helâldir. Aynı şekilde hanımı da, beyinin her yerine bakabilir.[4] (Fetva böyle olmakla birlikte, tavsiye olunan, takva yolunu seçip zaruret olmaksızın bakılmamasıdır.)
Kadın yabancılara karşı zikredilen üç azasını örtmeyebilir.  Ancak yabancı erkeğin bu sayılan yerlere bakması şehvet olmadığı zaman helâl olur. Eğer şehvetle bakarsa eline veya yüzüne de baksa haram olur. Çünkü   Resülüllah  (s.a.v.) Efendimiz,  gözler de zina eder[5] buyurmuştur. Gözlerin zinası şehvetle bakmaktır. Çünkü  şehvetle kadına bakmak haram olan zinaya düşmenin sebebidir.[6]
Bu hususta Hazret-i Âişe (r.anha) şöyle buyurur: “Ecnebî kadınlara nazarın hürmeti, tahrîk-i fitne korkusuna bina kılınmıştır. Hâlbuki kadınların bütün güzellikleri yüzlerinde toplanmış olduğundan bir kadının yüzüne nazar husûsunda fitne ve fesâd korkusu, sâir  a'zâsına nazardan daha fazladır[7]
Hz. Aişe validemizin bu ihtiyatlı içtihadı gösteriyor ki efdal olan, erkek ve kadınların, karşı cinslere karşı zaruret olmadıkça gözlerini yummasıdır.
Mahrem olmayan genç kadınların yüzleri ve ellerine dokunmak veya onlar ile musâfaha yapmak ise şer'an haramdır. Zîrâ bu uzuvlara bakmak zarureten helal kılınmıştır, dokunmakta ise zarûret yoktur.[8]
Kadının erkeğe bakması ve kadının kadına bakması, aynen erkeğin erkeğe bakması gibidir. Yani göbeğinden dizinin altına kadar olan yeri hariç her yerine bakabilir. Ancak şehvetten emin olmazsa bakması helâl olmaz.[9]
Kadının elbisesi dar olup vücuduna yapışmakla ve ince olup altını göstermekle vücudunu belli ederse, bakmak caiz olmayıp, erkeğin gözünü yumması lazım gelir. Çünkü bu durumdaki kadın, Resülüllah (s.a.v.) Efendimizin “Giyinmiş çıplaklar[10] buyurduklarındandır. Eğer elbisesi vücudunu belli etmezse kadının elbisesine bakmakta bir beis yoktur. Çünkü bu durumda kişinin bakışı kadının vücuduna olmayıp elbisesinedir.[11] 
Kadınlar, mahrem denilen, nikahlanması kendisine haram olan yakın akrabası erkeklere karşı, dizinden göğüslerine kadar olan yerleri hariç; baş, kulak, göğüs, dizlerine kadar baldırları ve kolları avret değildir.[12]
Ancak bu kadınlara bakmanın helâl olması, beyan olunduğu gibi şehvet olmadığı zamandır. Eğer şehvet duyarsa veya baktığı ve dokunduğu zaman şehvet duyacağına zann-ı galibi varsa, o zaman bakmak ve dokunmak haram olur. İsterse annesi olsun. Çünkü bu durumda harama düşmesinden korkulur.[13]
Akraba olmadığı halde kendisiyle nikâhlanılması haram olan kadınlar ki, kayın valide, gelin, üvey ana, üvey kız, süt ana, süt kız kardeşler ve süt kızı gibi kadınların hükmü de nikâhlanması haram olan yakın akraba kadınlar gibidir.[14] Lakin bu kısımdaki kadınlara karşı daha dikkatli ve ihtiyatlı olmalıdır.
Bir erkeğin mahremi olan bir kadınla bir yerde baş başa kalması mubahtır, ancak süt kız kardeşi ile genç kayın valide bundan müstesnadır yani onlarla halvet caiz değildir.[15]
Müslüman kadın, kâfir ve fasık kadınların yanında açılmaz, erkekten korunduğu gibi korunur. Çünkü o kadınlar onun vücudunu başka erkeklere anlatabilirler.[16]
Erkek olsun kız olsun dört yaşına kadar çocuğun avreti yoktur. Dört yaşından on yaşına kadar sadece ön ve arka edep yerleri avrettir, diğer yerleri avret değildir. Fakat bunu on yaş diye sınırlandırmak da uygun değildir. Çocuğun gelişmesine göre farklıdır. On yaşından sonra erkek çocuk baliğ, kız çocuk baliğa hükmündedir.[17]
Yüzünde henüz tüy bitmemiş erkek çocuk, kız gibi güzel olursa bunun hükmü kadınların hükmüdür; başından aşağıya avrettir. Şehvetle bakmak haramdır. Lâkin onun ile halvette ve şehvetsiz bakmakta beis yoktur. Bu sebeple kadın gibi örtünmekle emrolunmaz.[18]  Böyle bıyıkları yeni çıkmaya başlamış, henüz sakalı çıkmayan gence emred denilir ki ona şehvetle bakmanın zararı bir kadına şehvetle bakmaktan daha şiddetlidir. Çünkü onun  ile şehvetini tatmin ebedi haramdır. Her kadınla beraber iki şeytan vardır. Halbuki emred ile beraber on sekiz şeytan vardır.[19]
B- TESETTÜRÜN FARZİYYETİ
Tesettürün farziyyeti, kitap, sünnet ve  icmâ ile sabittir. Tesettürün farziyyetini kabul etmek dîni bir şarttır. Farziyyetine inandığı halde, örtünmeyen kimse ise günahkâr olur.
Allah-ü Teala Nur Suresi’nin 30 ve 31. Ayet-i Kerimelerinde Peygamberimiz (s.a.v.)’e hitaben şöyle buyuruyor: 
 قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ * وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاءِ وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
 “Mümin erkeklere söyle gözlerini sakınsınlar ve ırzlarını muhafaza etsinler, bu kendileri için daha temizdir, her halde Allah ne yaparlarsa habîrdir.” “Mü’min kadınlara da söyle gözlerini sakınsınlar, ırzlarını muhafaza etsinler, ziynetlerini açmasınlar, zahir olanı başka ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar, ziynetlerini açmasınlar…”
 Ayet-i Kerime’de geçen “başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar” ifadesi şöyle tefsir olunmuştur:
“Başörtülerini yakalarının üzerine vursunlar, başlarını, saçlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, ziynetlerini açık tutmayıp bu suretle sımsıkı örtünsünler ve o halde bu emri ifâ edebilecek başörtüsü kullansınlar. Müfessirlerimizin nakline göre, cahiliyye kadınları da hiç başörtüsü kullanmaz değillerdi.”[20] 
“Tabi’în’in büyüklerinden Sa'îd bin Cübeyr Hz. diyor ki: Vakt-i cehâlette Arab kadınlarının âdetleri başlarına câr yani başörtüsü örtüp iki omuzları arasından arkaya doğru sarkıtarak tamâmen gerdanlarıyla göğüslerinin bir kısmını açık bırakmaktı.
O asırda kadınların diğer bir âdetleri de süslendikten sonra evlerinden çıkıp gerek iyi ve gerek fena her kim olursa olsun ecnebî erkeklerle ihtilât ederek konuşup görüşmekti.
Hicret-i Nebeviye’nin dördüncü senesinin zilka'desine kadar ehl-i İslâm arasında bu iki çirkin cahiliye adeti devam etmiştir. Mezkûr tarihte hicâb âyetleri nazil olarak bu âdetleri kaldırmış ve birçok menfaati içinde bulunduran iki nevi' tesettürü farz kılmıştır.
Birincisi bulûğa ermekten îtibâren her kadının cilbâb ile yani başından îtibaren bütün bedenini bürüyecek geniş bir elbise ile vücûdunu tamamen örtüp mahreminden başka hiçbir kimseye şer'an ruhsat verilen miktardan fazla hiçbir 'uzvunu göstermemek,
İkincisi de meşru bir ihtiyaç olmadıkça evlerinden çıkıp yabancı erkekler bir arada bulunmamaktır.
Bu sûretle kadınlar, lâyık oldukları hürmetli mevkiye nail olmuşlar ve insanlar arasında küçük düşürülmekten ve yabancıların taarruzundan emin kılınmışlardır.”[21]
Büyüklerimiz bu Ayet-i Celileler (Nur Suresi 30-31) hakkında şöyle buyurmuşlar:
“Yaşadığımız memleketin örfleri, adetleri, kanunları var, demokrasi var. Bu sebeple hiç kimse tesettüre, örtünmeye zorlanamaz. Herkes dilediği kadar örtünüyor. Sokakta çıplak gezen yok ama, İslamî ölçülere riayet mecburiyeti de yok. Müslüman olmak mecburiyeti de yok. -Zaten hiçbir zaman da olmamıştır- Ama cemiyette alabildiğine bir hürriyet havası esiyor. Böyle olunca bilhassa yaz aylarında kadınlar tesettüre riayet etmiyorlar, erkeklerin nazarları onlar için bir mana ifade etmiyor. Biz Müslüman bir topluluk olduğumuz için, hiç kimsenin işine karışmıyoruz. Bizim sözümüz, Allah’a iman edenlere; Kitabullah da, Allah’ın beyan ettiği emirlere, tavsiyelere uyanlaradır. Müslüman câmiasının dışındakiler istediği gibi hareket etmekte serbesttirler. Onun vebali, günahı, sevabı herkesin kendine aittir, biz ehl-i imana hitap ediyoruz. Nitekim Ayet-i Celile’de  قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ  buyuruluyor. Fıkıh kitaplarımızda kadın ve erkeğin nerelerinin avret sayıldığı, tesettürlerinin farz olduğu açık açık beyan edilmiştir. Ayrıca,  وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنّ  ayet-i celilesinde ziynetlerini de açığa çıkarmaları, yabancılara göstermeleri yasaklanmıştır.”
31. Ayet-i Kerime’de geçen “ziynet” tabiri ile alakalı olarak tefsir kitaplarımızda şu şekilde izahlar yapılmaktadır: “Kadının ziyneti denince örfte (insanlar arasında), taç, küpe, bilezik ve emsali süs takıları ile sürme-kına gibi şeyler ve elbise süsleri akla gelir. Nitekim A’raf Suresi’nin 32. Ayet-i Kerimesi’nde elbise demek olduğu beyan edilmiştir. O halde bu ziynetleri açmak yasaklanınca, bunların mahalli olan bedeni açmak evleviyetle yasaklanmış olur. Yani bedenlerini açmak şöyle dursun üzerlerindeki ziynetleri bile açmasınlar.”[22]

            وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِنْ زِينَتِهِنَّ  ayet-i celilesi için Büyüklerimiz şöyle buyurmuşlardır: “Vücutlarının süslerinden, güzelliklerinden meydana çıkaracak, belli edecek şekilde, -büsbütün meydana çıkmasa bile- belli edecek şekilde ayaklarını yere vurmasınlar. Tefsir-i şeriflerde, eskiden kadınlar ayaklarına da kollarına taktıkları gibi bilezik takarlarmış da, bunları belli edecek şekilde ayaklarını vurmasınlar diye mana vermişler. Öyle mana vermek doğrudur da,  kadınların yürüyüşlerine dikkat ederseniz, yüzük gibi, küpe gibi şeylerin sesleri duyulmasa bile, ayaklarını yere vurdukları zaman, bilhassa birazda yüksek topuklu olduğu zaman vücutlarının, kadın olarak Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerden bazı uzuvların titremesi, oynaması, -göğüs gibi, kalçalar gibi – bunları belli etmeleri için o tarzda hareket etmesinler. Yürüyüşlerinde bile edepli olsunlar, sokakta yürürken dahi bir kadın olarak, kadınlık ziynetlerini, erkeklerin dikkatini çekecek şekilde, belli edecek şekilde yürümesinler.”
Yine Cenab-ı Hak  Ahzab süresi 59. Ayet-i Kerimesinde:
 يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا
 Ey o pegamber, zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına hep söyle: Cilbablarından üzerlerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmemelerine en elverişli olandır, bununla beraber Allah ğafur rahim bulunuyor  buyurmuştur.
 Cilbab: Kamus’ta, kadın taifesine mahsus geniş bir elbise, ki buna üstlük de denir;  Müncid’de, gömlek veya geniş bir libas[23] ; Raid’de, kadının başını ve göğsünü örttüğü geniş bir libas[24]; Ahteri’de, câr, milhafe yani çarşaf[25];  İbni Abbas Hz.’ne göre vücudu baştan sona örten şey; İbn-i Kesir’e göre, başörtüsünün üzerine örtülen rida, yani ikinci bir örtü; Ebussuud Hz.’nin izahlarıyla, başörtüsünden geniş, ridadan küçük bir libastır ki, kadın onu başına atar, bir miktarını da göğsüne sarkıtır.[26]

Görülüyor ki, tefsir alimleri ile lügât alimleri, cilbâbın ne olduğu hususunda birbirine yakın manalarla tarifler yapmışlardır. Ortaya çıkan en kuvvetli görüşe göre cilbâb, kadının başını ve yüzünün bir kısmını örttüğü, fazlasını göğsü üzerine sarkıttığı, kadınların sokağa çıkarken iç elbiselerinin üzerine attıkları, dört köşe ve kolsuz bir kumaştır. Ayet-i Kerime’de geçen (yüdnîne) kelimesinin masdarı olan idnâ, sarkıtmak ve yaklaştırmak demektir. “Alâ”  harf-i cerri ile sılalandığı zaman tazmin suretiyle sarkıtmak manasını da ifade ettiğinden, üzerini sıkı örtmek demek olur.[27]
Ümm-ü Seleme (r.anha) şöyle demiştir: “Ahzab süresinin bu elli dokuzuncu ayeti nazil olduğu vakit Ensar kadınları, üzerine siyah örtüler giyerek öyle bir sekinet ile çıkmışlardı ki başları üzerinde kuşlar varmış gibi.”[28]
Ahzab Suresi’nin 53. Ayet-i Kerimesinde ise şöyle buyruluyor:
... وَإِذَا سَأَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَاسْأَلُوهُنَّ مِن وَرَاءِ حِجَابٍ ذَلِكُمْ أَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ وَمَا كَانَ لَكُمْ أَن تُؤْذُوا رَسُولَ اللَّهِ وَلَا أَن تَنكِحُوا أَزْوَاجَهُ مِن بَعْدِهِ أَبَدًا إِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ عِندَ اللَّهِ عَظِيمًا
 “…Hem haremlerine gerekli bir şey soracağınız vakit de perde arkasından sorun, öyle yapmanız hem sizin kalpleriniz ve hem onların kalpleri için daha temizdir, ve sizin Rasulullah’a eza etmeniz olamaz, arkasından zevcelerini nikah etmeniz de olamaz. Çünkü o günah, Allah indinde çok büyük bulunuyor.
Annelerimiz olan peygamber zevceleri için gelen hükmü ifade eden ayet-i kerime, sair kadınlar ile muamelenin nasıl dikkat edilerek yapılması gerektiğine de delalet etmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v.) de, Hz. Aişe validemizin ablası Hz. Esma’ya (baldızına) hitaben,
ياَ أَسْمَاءُ إِنَّ الْمَرْأَةَ إِذاَ بَلَغَتْ الْمَحِيضَ لَمْ يَصْلَحْ أَنْ يُرَى مِنْهَا إِلاَّ هَذَا وَ هَذَا وَأَشَارَ إِلىَ وَجْهِهِ وَكَفَّيْهِ
 “Kadın baliğa olduktan sonra şurası ve şurasından başka yerlerinin görülmesi caiz değildir” buyurarak mübarek ellerini, yüzünü işaret buyurmuşlardır.[29]

C- TESETTÜRÜN FARZIYETİNİN HİKMETLERİ
Dinimizin hükümleri, insanlar arasında vukuu muhtemel olan şer ve mefsedetleri  mümkün olduğu kadar def ve izâle etmek üzere binâ kılınmıştır.
Erkekler ile kadınların bir arada bulunmaları ve yekdiğerlerine nazarları aşk ve muhabbeti tahrîk edip ekseriyâ gayr-ı meşru fiillerin talebine vesîle ve sebep olduğu için, bu kapının kapanması icab etmiştir. Onun için Dîn-i Celîl-i İslâm fuhşu menettiği gibi, ona davet eden ve vesile olan  her şeyi de menetmiştir.
Dinimizce, fuhşun cezâsı olmak üzere bir takım cezalar tesbit edildiği gibi, fuhşa vesile olacak yolları kapatmak üzere de tesettür farz kılınmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:
مَا تَرَكْتُ بَعْدِي فِتْنَةً أَضَرَّ عَلَى الرِّجَالِ مِنَ النِّسَاءِ
“Benden sonra, kadınlar kadar, erkekler üzerine daha zararlı bir fitne bırakmadım.”[30]
Hadis-i şerifte beyan edilen fitnenin, başta tesettürün terkedilmesiyle ortaya çıkacağı aşikardır.
Selman-ı Farisi (r.a.): “Bir kimsenin avret mahallini görmektense iki defa ölmeyi tercih ederim,” buyurur.
Haya, imanın; tesettür utanmanın ayrılmaz bir lazımıdır. Bunun içindir ki, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz:  “Avret mahallimi, içimdeki elbiseden saklamaya güç yetirebilseydim elbette saklardım,” buyurmuşlardır.
Hz. Ebu Bekir (r.a.) def-i hacet için helaya vardığında utancından başını örter, Ebu Musa’l-Eş’ari (r.a.) ise: “Karanlık odada yıkanırım da Allah’tan utancımdan belimi doğrultamam.” diye buyururlardı.
Açıklığın saadet getirmediğini, aksine bir takım sıkıntılara sebebiyet verdiğini gayr-i müslimlerden birçokları dahi itiraf etmektedirler. Fransızların büyük ve meşhur şairesi Madam Dolaro Maridos, Türkiye’de bulunduğu günlerde Türk dostlarına şöyle demiştir:
Türk ve müslüman kadınlar örtündüklerinden dolayı içinde bulundukları saadeti bilsinler. Örtünmek ve erkeklere karışmamak onlar için ne büyük bir saadettir.
Örtünmeyen, bilakis açılan, süslenerek erkeklere karışan kadınlar birçok hususlarda ne büyük bir endişe ve ızdırap içindedirler. Açılan, süslenen ve erkeklere karışan kadınların, bulundukları cemiyetteki erkekler tarafından daha çok beğenilmek için çektikleri sıkıntıları, kendi beylerinin de diğer kadınları kendileri üzerine tercih etme ihtimalinin kendilerine verdiği tarifsiz azabı, sizin örtünen ve erkeklere karışmayan kadınlarınız bilemezler![31]
D- GİYİNMENİN ADABI
“Soğuk ve sıcağı defedip avret yerini örtecek kadar giyinmek farzdır. Allah’ın nimetini izhar için iyi elbise giymek müstehaptır. Bayramlarda, Cuma günlerinde ve toplantılarda süs için kıymetli ve güzel elbiseler giymek mubahtır. Her zaman böyle çok iyi şeyler giymemelidir. Gurur ve kibre sebep olur, fakirleri kızdırıp gücendirir. Kibirlenmek ve insanlara övünmek için güzel elbise giymek mekruhtur.”[32]
Giyim kuşamda kişiye uygun olan, akran ve emsaline uygun giyinmektir. Çok kıymetli veya çok eski elbise giymek uygun olmaz. Kibirlenmemek şartıyla ara sıra güzel ve kıymetli elbise giymekte beis yoktur. İmam-ı  Azam Efendimiz kıymetli elbise giyer idi.
Fasık ve facirlerin giydiği elbiseleri giymek mekruh olur. Lâkin aynı elbiseyi bütün insanlar giymeye başlarsa, insanların âdet ve şiârı olursa mekruh olmaz.[33]
İslâmî bir elbise şekli yoktur. Çünkü  Resülüllah  (s.a.v)  bir elbise modeli üzerinde durmamıştır. Ancak bazı elbiselerin giyilmesi, o elbisedeki bazı hususiyetler sebebiyle yasaklanmıştır. Bu hususiyetler;
1-Kâfirlerin özel elbiseleri yani kafirler için şiar olan elbiseler,
2-Kibir için giyilen elbise,
3-Erkekler için ipek elbise,
4-Erkeklerin kadın elbisesi, kadınların erkek  elbisesi giymesi.
 Ayrıca vücut hatlarını belli edecek kadar dar ve altını gösterecek kadar şeffaf elbise giymek de caiz değildir.
Abdurrahman bin Avf (r.a)’ın kerimesi Hz. Hafsa validemiz, Hz. Aişe validemizin yanına ince bir eşarp ile girmiş, Hz. Aişe validemiz onun eşarbını ikiye katlayarak kalınlaştırıp ona giydirmiştir.[34]
Dinimiz, müslümanın hayatının her safhasına hükümler ve edepler koyduğu gibi, giyinmek ve giyinmenin şekli hakkında da hükümler ve ölçüler koymuştur. Elbisenin en başta gelen şartlarından biri, giyen kişiyi dinimizin istediği şekilde örtmesi, onun çirkin (avret) yerlerini kaybetmesi, sıhhi noktadan da bünyesine uygun olmasıdır.
Daracık elbiselerin bu vasıfları haiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Öyle ise kadın ve erkeklerin altlarına ve üstlerine giydikleri daracık, vücut hatlarını kaybetmeyen, bilakis ortaya çıkaran, karşı cinsi tahrik etmekten başka bir işe yaramayan elbiseler sıhhate aykırı olduğu gibi tesettür için de kafi olamazlar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.);
صِنْفَانِ مِنْ أَهْلِ النَّارِ لَمْ أَرَهُمَا قَوْمٌ مَعَهُمْ سِيَاطٌ كَأَذْنَابِ الْبَقَرِ يَضْرِبُونَ بِهَا النَّاسَ وَنِسَاءٌ كَاسِيَاتٌ عَارِيَاتٌ مُمِيلَاتٌ مَائِلَاتٌ رُءُوسُهُنَّ كَأَسْنِمَةِ الْبُخْتِ الْمَائِلَةِ لَا يَدْخُلْنَ الْجَنَّةَ وَلَا يَجِدْنَ رِيحَهَا وَإِنَّ رِيحَهَا لَيُوجَدُ مِنْ مَسِيرَةِ كَذَا وَكَذَا
İnsanlardan iki sınıf cehennem ehlinden olacaktır. Ben onları henüz dünya gözü ile görmedim. Biri, ellerindeki, hayvan kuyruğu gibi kırbaçlarla insanlara vuran topluluk; diğeri de giyindikleri halde çıplak olan, Allah’ın itaatından çıkmış ve başkalarına da kötü fiillerini öğreten, başları deve hörgücü gibi olan kadınlardır… Onlar cennete girmezler ve cennetin kokusunu, o koku şu kadar mesafeden duyulabildiği halde, alamazlar.” hadis-i şerifleriyle bu hakikati ifade eder.[35]
İnsanlar hem sûret hem de sîret yönünden sevdikleri kimselere benzemeye çalışırlar. Peygamberimize ittiba’, ona sûreten ve sireten benzemekle kemal bulur. Bir taraftan onu sevdiğimizi söyleyip, diğer taraftan ehl-i küfrün ve fasıkların giydikleri kıyafetlere özenip onları tercih etmek kişiyi iman dairesinden çıkmaya sebep olacak, benzeme bataklığına düşürebilir.
Hoca ve talebenin âdabı anlatılırken hoca ve talebenin bir de evinde dikkat etmesi gereken şu mühim hususa dikkat çekilir:
قَدْ تَقَدَّمَ أَنَّهُمَا قُدْوَةٌ لِلْمُقْتَدِي ، فَإِذَا فَعَلَتْ زَوْجَةُ أَحَدِهِمَا شَيْئًا نُسِبَ ذَلِكَ لِلشَّرْعِ ، وَصَارَ حُجَّةً فِي الدِّينِ غَالِبًا
“Hoca ve talebe (ehl-i ilim olmaları münasebetiyle) mukteda bihtir. Bunların zevcesi (ev halkından biri) bir şey yaptığı zaman o şey, şer’a nisbet olunur. (Demek ki dinimizde bu caizmiş, bu işi o yaptığına göre bu yapılabilirmiş de biz bilmiyor muşuz, denilir) Ve umumiyetle bu artık onlar için, dinde bir huccet (o işe heveslenenler için bir fetva) olur.”[36]
Bunun için özellikle ehl-i ilim olanlar, gerek kendileri, gerekse ev halkıyla her hususta olduğu gibi kılık-kıyafet hususunda da numune-i imtisal olmalı, ifrat ve tefritten uzak, mütedil bir tarz üzere bulunmalıdır.
2- MAHREM (MUHARREMÂT)
Mahrem, lügatte: Allah-ü Teâlâ’nın haram kıldığı şeydir.[37] Şer-i Şerifte ise: Akrabalıktan dolayı nikâhı haram olan kimsedir, diye tarif edilmiştir. Mukabili “gayri mahrem - nâ mahrem”dir.[38]   
Muharremât; evlenilmesi haram olan kadınlardır. Ebediyyen haram olanlar ve muvakkaten (geçici) haram olanlar diye iki kısımdır. Ebediyyen haram olanlar üç kısımda mütalaa edilir:
Nesep sebebi ile haram olanlar: Analar, kızlar, kız kardeşler, halalar, teyzeler, birader kızları ve hemşîre (kız kardeş) kızlarıdır. Analar tâbirine nineler de dâhildir. Kızlar tâbirinde –ne kadar aşağı inerse insin- kendi kızları ve kız torunları dâhildir.
Ahzâb Sûresi’nin 50. Âyet-i kerimesinde amca, hala, teyze ve dayıkızlarının (mahrem değil) nikahları helâl olduğu beyan buyrulmuştur.
Sıhriyet (evlilik sebebi) ile haram olanlar:  Bunlar dört sınıftır.
·         Kayınvalideler: İster zifafta bulunulsun, ister bulunulmasın kızlarının nikâhlanması ile haramlık başlar.
·         Üvey anneler: Gerek zifaf olsun, gerekse olmasın baba ve dedelerin hanımları haramdır.
·         Üvey kızlar: Kadının önceki kocasından olan kızları veya torunları haramdır. Fakat bu meselede haramlığın meydana gelmesi için kocanın hanımı ile zifafı veya ona şehvetle dokunmuş olması şarttır. Şayet nikâhtan sonra bunlardan biri olmadan hanım ölür veya ayrılırlarsa bu takdirde üvey kızları nikâhlamak haram olmaz. Halvet-i sahiha (kilitli bir yerde yalnız, baş başa kalmak) olsa da haram olmaz.
·         Gelinler: Bir kimsenin oğulları veya torunlarının hanımlarıyla evlenmesi haramdır. (Bunlar ister zifafa girmiş olsun, ister girmesin).
Zina, hürmet-i müsaharayı icab ettirir. Bir kimse zina ettiği kadının anası ve kızları ile evlenemez.
Radâ’ yani emzirme ile olan haramlık: Emme ve emzirmeden meydana gelen haramlık, aynen neseb (soy) sebebiyle olan haramlık gibidir. Yani; Emen kişiye; sütanne, sütnine, süt kız kardeşler, süt halalar, süt teyzeler ve süt kardeşlerin çocukları –ne kadar aşağı inseler de- haram olurlar.[39]
İşte bu izah edilen kısımlar bir erkeğin mahremleridir, bunların dışındakiler ise namahremi yani onun için yabancıdır.
A- MAHREMİYYETE RİAYET
Müslüman için yaşadığı ev, başkalarının serbestçe muttali olmaması gereken “mahrem” bir mahaldir. Bu sebeple İslâm’da eve “harem” denmiş ve   başkalarının evine (mahremiyet bölgesine) izinsiz girmek yasaklanmıştır.
Bir defasında Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’e Ensar’dan bir kadın gelir ve şöyle sorar: “Ey Allah'ın Rasulü, ben evde bazen öyle bir durumda oluyorum ki ne babamın, ne çocuğumun, ne de bir kimsenin beni o halde görmesini istemiyorum. Ben bu durumda iken babam geliyor yanıma giriyor, ailemden bir erkek geliyor, yanıma giriyor. Ne yapayım?” Bu hadise üzerine Nur Suresi’nin 27 ve 28. ayet-i kerimeleri nazil olur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتًا غَيْرَ بُيُوتِكُمْ حَتَّى تَسْتَأْنِسُوا وَتُسَلِّمُوا عَلَى أَهْلِهَا ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ فَاِنْ لَمْ تَجِدوُا فيِهاَ أَحَداً فَلاَتَدْخُلوُهاَ حَتىَّ يُؤْذَنَ لَكُمْ وَإِنْ قيِلَ لَكُمْ إِرْجِعوُا فاَرْجِعوُا هُوَ أَزْكىَ لَكُمْ وَاللَّهُ بِماَ تَعْمَلُوُنَ عَليِمٌ
“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere sahiplerine                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        istiynas edip (geldiğinizi fark ettirip) ve selâm vermeden girmeyiniz, bu sizin için hayırlıdır, umulur ki düşünüp anlarsınız.”
“Orada kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün!” denilirse, hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha temiz bir davranıştır. Allah, yaptığınızı bilir”
Ebu Eyyub (r.a.)’den rivayet edildiği üzere Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Ayet-i Kerime’de geçen istiynas’ı şöyle izah etmiştir: "İstiynas öksürerek tekbir ve tesbih ile ev halkını haberdar etmektir…”[40]
Yine Nur Suresi’nin 58. ayet-i kerimesinde, aynı ev içinde yaşayanların dahi birbirlerinin mahremiyetine riayet etmeleri emredilmekte; hizmetçilerin ve çocukların, belli vakitlerde ebeveynin odasına girerken izin istemeleri gerektiği ifade buyrulmaktadır. Şöyle ki:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِيَسْتَأْذِنْكُمُ الَّذِينَ مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ وَالَّذِينَ لَمْ يَبْلُغُوا الْحُلُمَ مِنْكُمْ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ مِنْ قَبْلِ صَلَاةِ الْفَجْرِ وَحِينَ تَضَعُونَ ثِيَابَكُمْ مِنَ الظَّهِيرَةِ وَمِنْ بَعْدِ صَلَاةِ الْعِشَاءِ ثَلَاثُ عَوْرَاتٍ لَكُمْ لَيْسَ عَلَيْكُمْ وَلَا عَلَيْهِمْ جُنَاحٌ بَعْدَهُنَّ طَوَّافُونَ عَلَيْكُمْ بَعْضُكُمْ عَلَى بَعْضٍ كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمُ الْآَيَاتِ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ 
“Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. (Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz.) İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” buyurmuştur.
27. ve 28. ayet-i kerimelerde zikredilen kendini fark ettirme ve selam verme emri hür ve büluğ çağına erenler hakkında idi. Buradaki izin isteme emri ise el altındaki köle ve cariyelerle, henüz büluğa ermemiş hür çocuklar hakkındadır. Aynı zamanda bu ayet-i Kerime’de, ev halkı tarafından örtünmenin ihlal edilebileceği muayyen vakitlerde onlara bu izin isteme edebinin öğretilmesi de emredilmiştir.[41]
Kadın evli ise kocasının, bekâr ise babasının izni ile ve kendi isteği ile, erkeklerle karışık olmamak şartı ile, çalışabilir. Kendisi istemez ise, kocası veya babası bir işyerinde çalışmaya zorlayamaz. Çünkü kadının nafakası zengin bile olsa kocası üzerinedir.[43] Baba evinde ise, fakir ise nafakası babasına, babasının gücü yetmiyorsa diğer asabesine (yakın akrabalarına) borçtur.[44] Eğer kendisi çalışmak ister de kocası veya babası izin vermezse yine çalışamaz.[45]
“Na-mahremle ihtilât etmemek şartıyla, kadınların kendilerine mahsûs olan mahallerde kendileri gibi kadınlardan veyâ mahremleri bulunan erkeklerden veyâ şehvetten kesilmiş ihtiyâr kimselerden ilim, sanat öğrenmelerinde ve kendilerine mahsûs olan i'mâlâthânelerde sanat icra etmelerinde dinî bir yasak yoktur.”[46]
Zarureten erkekler ile ihtilat durumunda riayet edilmesi gereken mahremiyet ölçülerini Mevlamız Ahzab Suresinin 32. Ayet-i kerimesinde şöyle ifade buyurmuştur:
يَا نِسَاءَ النَّبِيِّ لَسْتُنَّ كَأَحَدٍ مِنَ النِّسَاءِ إِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذِي فِي قَلْبِهِ مَرَضٌ وَقُلْنَ قَوْلاً مَعْرُوفًا.
“Ey peygamberin hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.
Eğer takva ile korunacaksanız, konuşurken kırıtmayın da kalbinde bir hastalık bulunan kimse tamaha düşmesin. Güzel ve dosdoğru söz söyleyin.”

Bu Ayet-i Kerime’nin izahını yaparken İsmail Hakkı Bursevi Hz. :
“Kadınların yabancı erkekler ile muhatap olduklarında (karşı tarafın) kötü arzusunu kesmek için sözlerini sert olarak ifade etmeleri istenmiştir. Bir kimse her hangi bir kapıya gelse ve evin erkeği de evde değilse o evdeki hanımın o kimseye yumuşak sözler söylemesi, sözlerini rıfk ile ifade etmesi caiz değildir. Zira bu durum şehveti heyecanlandırdığı gibi, karşı tarafın bir takım kötü arzularına sebep olur. Nitekim ayeti celile de (kalbinde günah arzusu, muhabbeti olanlar tama’ etmesinler) buyruldu. Devamında da (Güzel ve dosdoğru söz söyleyin.) töhmetten ve karşı tarafın kötü arzusunu tahrik etmekten uzak olarak sert ve ciddiyetle konuşun.”[47] buyurmaktadır.
Kadınların örtünüp belli nizam içinde yaşamaları bir esaret değildir.  Açılıp saçılmalarının ve aklına gelen herşeyi yapabilmelerinin de hürriyet olduğu zannedilmemelidir. Tesettür ve mahremiyete riayet, sebeb-i şeref olup, sahibine şahsiyet ve iffet kazandırır. Bir takım rezaletlere mani olur.
Def-i mefâsid celb-i menâfi’den evladır. Dinimizde faide ve menfaatten önce zarar ve mazarrat hesabı yapılır. İşin mazarratı, faidesinden fazlaysa mazarratın def’i cihetine gidilir.
Bu kabilden olmak üzere Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyururlar:
لاَ يَخْلُوَنَّ رَجُلٌ بِامْرَأَةٍ إِلاَّ وَمَعَهَا ذُو مَحْرَمٍ وَلاَ تُسَافِرِ الْمَرْأَةُ إِلاَّ مَعَ ذِى مَحْرَمٍ ». فَقَامَ رَجُلٌ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ امْرَأَتِى خَرَجَتْ حَاجَّةً وَإِنِّى اكْتُتِبْتُ فِى غَزْوَةِ كَذَا وَكَذَا. قَالَ « انْطَلِقْ فَحُجَّ مَعَ امْرَأَتِكَ
 Sakın bir erkek yanında mahremi olmadıkça yabancı bir kadınla beraber kalmasın ve sakın bir kadın da yanında mahremi olmadıkça sefere çıkmasın.” Bunun üzerine bir adam “ Ya Rasülellah benim hanımım hacca gidiyor, ben de falan harbe yazıldım”  deyince Peygamberimiz (s.a.v.), hanımın yalnız seyahatinde ortaya çıkabilecek mazarratları göz önünde bulundurarak adama “İsmini sildir ve hemen hanımınla beraber hacca git”[48]  buyurmuşlardır.
Büyüklerimize: “Efendim, iki aile taksi ile falan yere bir seyahat etmek istiyoruz, bir emriniz olur mu?” diye sorulunca, şöyle cevap vermişler: “Evet var, sen şoförsün, senin hanımın arkadaşının arkasına otursun; arkadaşının hanımı da senin arka tarafına otursun. Birbirinizle konuşurken gözünüz arka tarafa kayarsa herkes kendi hanımını görmüş olur.” İşte bu, mahremiyet ve şer-i şerife riayet hususunda büyüklerimizin ne kadar hassas olduklarını gösteren ibretli bir misaldir.
Dinimiz,  mazarrat ve mefsedeti izale etmek için, hem maddi hem de manevi vasıtaları nazar-ı dikkate almış ve ikisinin kâmilen yerine getirilmesiyle maksadın temin edilebileceğini ortaya koymuştur.
Bir taraftan fıtrat-ı beşeriyyede yerleşmiş olan şehevanî kuvvetlerin her insan tarafından dizginlenemeyeceğini göz önünde bulundurarak tesettür ve mahremiyet ölçülerini vaz etmiş, diğer taraftan da içlerinde Allah korkusunun yerleşmesi, İslâmî ahlak ve terbiyeye sahip olabilmeleri için talim terbiye (eğitim-öğretim) metodundan vaz geçmemiştir.
İşleri sadece kalplerdeki Allah korkusuna havale etmemiş, riayet edilmesi için vazettiği kaideleri de insanlar içinde en zayıf ahlaka sahip olana göre vaz etmiştir. Zira bizi en iyi bilen Rabbimiz’dir.   
YUSUF HAKİ - FERAH (TESETTÜR)
KEMAL ASLAN - AHMET YESEVİ (MAHREMİYET)




[1] Elmalılı, Alfabetik İslam Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu, c.1,  s.115
[2] Dürer, c.1, s.313
[3] Dürer, c.1, s.59
[4] Bedayi, c.4, s.289
[5] Müsned-i Ahmed ibn-i Hanbel, Hadis No:8183
[6] Bedayi, c.4, s.295
[7] İskilipli Atıf Efendi, Tesettür Risalesi
[8] İskilipli Atıf Efendi, Tesettür Risalesi
[9] Dürer, c.1, s.313
[10] Sahih-i Müslim, Hadis No: 3971
[11] Bedayi, c.4, s.294
[12] Bedayi, c.4, s.291; Dürer, c.1, s.314
[13] Dürer, c.1, s.314
[14] Dürer, c.1, s.314
[15] Haşiyetü Reddi’l-Muhtar ale’d-Dürri’l-Muhtar, c.6, s.685-686
[16] Fetavâ-i Hindiye, c.5, s.404
[17] El-Fıkhu ale’l-Mezâhibi’l-Erbe’a, s.185
[18] Haşiyetü Reddi’l-Muhtar ale’d-Dürri’l-Muhtar, c.1, s.438
[19] Ruhu’l-Beyan Tefsiri, c.3, s.197-198  
[20] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili
[21] İskilipli Atıf Efendi, Tesettür Risalesi
[22] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili
[23] Müncid, c.1, s.96
[24] Raid, c.1, s.520
[25] Ahteri, s.206
[26] Tefsîr-i Ebu’s-Suud, c.5, s.239
[27] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili
[28] Elmalılı, Alfabetik İslam Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu, c.4, s.420
[29] Beyhakî, Sünen-i Suğrâ, Hadis No: 2462
[30] Beyhakî, Sünen-i Suğrâ, Hadis No: 2467
[31] Tarihî Deyimler, c.3, s.476
[32] Haşiyetü Reddi’l-Muhtar ale’d-Dürri’l-Muhtar, c.6, s.666-667
[33] Hediyyetü’l-Alaiye, s.295
[34] Muvatta’, Hadis No:6
[35] Sahih-i Müslim, Hadis No: 3971
[36] Medhal, c.2, s.228
[38] Hukuku İslamiyye ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kamusu, c.2, s.8
[40] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili
[41] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili
[42] İskilipli Atıf Efendi, Tesettür Risalesi
[43] Bedayi, c.4, s.373
[44] Bedayi, c.4, s.35
[45] Bedayi, c.2, s.331
[46] İskilipli Atıf Efendi, Tesettür Risalesi
[47] Ruhu’l-Beyan Tefsiri, c.7, s.169
[48] Sahih-i Müslim, Hadis No:3336

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder