REKLAM

2.06.2017

VEBADAN KAÇMAK

İbni Abbas radıyallahu anh anlatıyor:
Hazreti Ömer radıyallahu anh Şam'a doğru yola çıkmıştı. Serg ismindeki köye vardığı zaman, Şam'daki Emirlere ve Ebû Ubeyde bin Cerrah ve arkadaşları ile karşılaştı. Bunlar, kendisine Şam'da veba hastalığı olduğunu söylediler. Hazreti Ömer, Ibni Abbas:
— Bana ilk Muhacirleri çağır, dedi.
Çağırdım ve onlarla istişarede bulundu. Onlar ise ayrı ayrı görüş bildirdiler.
Bir kısmı:
— Sen mühim bir iş için çıkmışsın, geri dönmeni uygun bulmuyoruz, dediler.
Bazıları ise:
— Yanında, diğer insanlarla beraber Allah'ın Resulünün sahabîleri de var, onları vebaya arzetmenin doğru olmayacağını söylediler. Sonra Hazreti Ömer, onlara:
— Siz gidin, diye söyleyip, Bana Ensarı çağır, dedi. Çağırdım. Onlarla da aynı şekilde istişarede bulundu. Ancak onlar da Muhacirler gibi farklı görüşler beyan ettiler. Onlara da:
— Siz de gidin, dedikten sonra bana Fetih Muhacirlerinden Kureyş'in büyüklerini çağır, diye söyledi. Onları da çağırdım. Onlar içinden iki kişi arasında bile farklı fikirde olan çıkmadı. Hepsi aynı görüşte olarak, dediler ki:
— İnsanlarla beraber geri dönmeni ve halkı vebaya götürmemen icabettiğini düşünüyoruz, dediler.
Bunun üzerine Hazreti Ömer, insanlara:
— Yarın sabah hayvanımın üzerinde olarak Medine'ye dönüyorum, diye seslendi.
Bunu duyan Ebû Ubeyde radıyallahu anh:
— Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun? diye sordu. Hazreti Ömer:
— Bunu senden değil, başkasından işitmek isterdim ey Ebû Ubeyde! dedi.
Zira Hazreti Ömer, Ebû Ubeyde radıyallahu anh'a muhalif kalmaktan kaçınırdı. v Tekrar Ebû Ubeyde radıyallahu anh'a:
— Evet, Allah'ın kaderinden, yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz, diye cevap verdi.
Bu sırada Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh geldi. Bazı hususları arzetmek için gelmiş bulunuyordu. Meseleyi öğrenince, dedi ki:
— Bununla alâkalı bende malûmat var. Allah'ın Resulünü şöyle söylerken işittim:
— «Bir yerde veba hastalığı çıktığını duydunuz mu oraya gitmeyin. Bulunduğunuz yerde veba başgösterdiği vakit, ondan kaçmak için o yerden de çıkmayın.»
Hazreti Ömer bu Hadîs-i Şerifi işitince, Allah'a hamdetti. Sonra kalkıp gitti.
(Buharî, Müslim)
* * *

GÜNAHLARA KEFFARET

Abdullah radıyallahu anh anlatıyor:
Allah'ın Resulünün huzuruna girdim. Çok ızdıraplı bir hali vardı.
Dedim ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Sıtma hastalığın çok şiddetli.. Peygamber aleyhisselâm:
— Evet ben hastalandığım vakit duyduğum ızdırap iki kat olup sizden iki kişinin duyduğu ızdırap derecesindedir, buyurdular. Dedim ki:
— Bu, belki sana iki kat ecir sağlamak için öyledir. Bunun üzerine buyurdular ki:
— Evet, söylediğin gibidir. Belâya uğrayan, bir diken ve bundan fazla bir şey kendisine isabet eden bir müslüman yoktur ki, bu sebepten dolayı ağaç yapraklarının döküldüğü gibi, Allahü Teâlâ onun günahlarını bağışlamasın...
(Buhari, Müslim)

LANETLİ KADINLAR

Abdullah radıyallahu anh şöyle buyuruyor:
Allahü Teâlâ, dövme yapan ve yaptırmak için çabalayan, yüzündeki kılları cımbızla yolan ve bunu yaptırmak isteyen, güzellik maksadıyla bunları yapan ve Allah'ın yarattığını değiştiren kadınlara lanet etsin!..
Abdullah radıyallahu anh'ın bu sözleri, Beni Eset'den daima Kur'ân-ı Kerîm okuyan Ümmü Yakub ismindeki kadına bildirilince, bu kadın, kalkarak Abdullah radıyallahu anh'ın yanına gelir ve mesele hakkında kendisiyle münakaşa eder.
Abdullah radıyallahu anh:
— Allah'ın Resulünün lanet ettiklerine ben neden lanet etmiyeyim, diyerek: bu, Allah'ın kitabında vardır, diye de ilâve eder. Kadın ise:
— Mushaf'ın iki kapağı arasında bulunanların hepsini okudum, fakat senin bu söylediklerini görmedim, diye cevap verince, Abdullah radıyallahu anh:
— İyice okumuş olsaydın, görürdün. Çünkü Allahü Teâlâ: «Peygamberin getirdiğini alın, yasakladığını da yapmayın» buyuruyor, diye söyler.
Ümmü Yakub:
— Ben şu anda söylediğin bu şeylerin senin zevcende de olduğunu tahmin ediyorum, deyince, Abdullah radıyallahu anh:
— Git, bak, diye cevap verir.
Ümmü Yakub, Abdullah radıyallahu anh'ın hanımınınn yanına varır, fakat bu bahsedilenlerden bir şey göremeyince döner ve:
— Hakikaten bunlara aid bir şey görmedim, diye söyler. Bunun üzerine Abdullah radıyallahu anh:
— Zevcemde böyle bir şey bulunsaydı, bir arada hayat süremez, biribirimizden ayrılırdîk, diye cevap verir.
(Buhari, Müslim, Ebû Davud, Neseî)

KÖTÜLÜKLERİN BAŞI ŞARAP

Hazreti Osman radıyallahu anh anlatıyor:
Şarap içmekten kaçının. Çünkü şarap kötülüklerin anasıdır. Vaktiyle bir adam varmış, kendisine bir fahişe âşık olmuş ve şahidlik için istediğini söylemek üzere cariyesini bu adama göndermiş. Adam da bu cariye ile beraber gelmiş. Cariye, her girdikleri kapıyı kilitlemiş. Bu şekilde adam, kendisini yanında bir oğlan ile bir şişe şarap olan güzel bir kadının karşısında bulmuş.
Kadın adama:
— Allah'a yemin ederim ki ben seni şahidlik için çağırmadım. Benimle zina etmen, yahut şu şaraptan bir kâse içmen, veya bu oğlanı öldürmen için çağırdım, demiş.
Adam, bakmış ve «bunların en zararsız olanı şu şaraptan bir kâse içmekliğimdir» diye söyleyerek, «bana şaraptan bir kâse ver» demiş. Kadın vermiş. Adam şarabı içince, daha fazlasını istemiş ve o kadınla zina edip yanındaki oğlanı da öldürmeden oradan ayrılmamış.
İşte gördünüz ya, bu bakımdan, içki içmekten kaçının. Çünkü Allah'a yemin ederim ki şarap iman ile beraber bulunmaz. Ancak ikisinden biri, sahibinin yoldan çıkmasında bir şüphe hâsıl ederse bir araya gelebilirler.
(Neseî)

ISLAMIN BEREKETİ

Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor:
Bir kâfir kimse, Peygamber aleyhisselâma misafir olarak gelmişti. Allah'ın Resulü kendisine koyundan sağılmış bir kâse süt getirmelerini söyledi. Adam sütü sonuna kadar içti. Sonra bir bardak daha getirmelerini emretti. Onu da içti. Bir kâse daha getirmelerini söyledi. Onu da içti. Bu şekilde yedi defa birer sağımlık koyun sütü içinceye kadar devam etti. Adam geceyi burada geçirdi. Sabahleyin de müslüman oldu.
Peygamber aleyhisselâm bu sefer kendisine yine bir kâse koyun sütü getirmelerini söyledi. Adam sütü içti. Bir kâse daha getirmelerini emretti. Fakat adam bunu içip bitiremedi.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdular:
— Mümin bir mîde ile içer, kâfir ise yedi mide ile içer.
(Müslim, Tirmizî

YEMEKTE BESMELE VE ŞEYTAN

Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:
Peygamber aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında hazır olduğumuz vakit.. Allah'ın Resulü başlamadan önce ellerimizi yemeğe uzatmazdık. Bir defa Resulüllah aleyhisselâm ile beraber yemek etrafında toplanmıştık. Bir cariye, biri tarafından itilircesine gelip elini yemeğe uzatınca, Peygamber aleyhisselâm cariyenin elini tutup onu durdurdu. Ondan sonra bir Arâbî de aynı şekilde itilircesine geldi. Allah'ın Resulü bununda elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldu ve şöyle buyurdu:
— Muhakkak ki şeytan, Allah'ın ismi anılmamak, yani besmele çekilmemek suretiyle yemeği kendisine helâl kılmaya gayret eder. Bu sebeple bu cariyeyi getirdi ve besmele çektirmeden yemeğe başlatarak, bunun vasıtasıyla yemeği kendisine helâl kılmak istedi. Bunun için cariyenin elinden tutup yemeğe başlamasını önledim. Sonra, aynı sebeple şu ârâbiyi getirdi. Onun da elinden tutup yemeğe başlamasına mani oldum. Hayatımı kudreti ile tutan Allah'a yemin ederim ki, cariyenin eli ile birlikte şeytanın da eli elimde idi.
(Müslim, Ebû Davud, Neseî)
Hazreti Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor:
Resülullah aleyhisselâm sahabîlerinden altı kişi ile beraber yemek yiyordu. Bu arada bu ârâbî geldi ve iki lokma yedi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:
— Eğer şu ârâbî besmele ile yemiş olsaydı yemek hepinize yeterdi, buyurdular.
(Tirmizî)

BİR NEBÎ VE BİR KARINCA

Ebû Hureyre radıyallahu anh, Peygamber aleyhisselâmın şöyle anlattığını bildiriyor:
Peygamberlerden birini bir karınca ısırmıştı. O da bütün karınca yuvasının yakılmasını emretmişti. Bunun üzerine Allahü Teâlâ o Peygambere şöyle vahyetti:
— Bir tek karınca seni ısırdığı için, ümmetlerden Allah'ı teşbih eden bir ümmetin hepsini mi helak ettin?
(Buharı, Müslim, Ebû Davud, Neseî