REKLAM

2.06.2017

ZİNAKÂR KADININ TEVBESİ

Imran bin Huseyn radıyallahu anh anlatıyor:
Cüheyne kabilesine mensup bir kadın Allah'ın Resulünün yanına geldi. Kendisi zina etmiş ve bundan da hamile kalmıştı. Kadın dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Cezayı gerektiren bir suç işledim. Bana had cezasını tatbik et.
Bu ifade üzerine Peygamber aleyhisselâm kadının velisi bulunan kişiyi çağırtıp:
— Kadına iyi muamele yap, doğumunu yapınca da bana getir, dedi.
Adam Allah'ın Resulünün buyurduğu gibi yaptı ve kadını kendisine getirdiği zaman, Peygamber aleyhisselâm, recm sırasında açılmaması için kadının üstündeki elbiselerin vücuduna iyice bağlanmasını söyledi. Kadının elbiselerini bağladılar. Sonra recmedilmesini emretti ve emir yerine getirildi. Recmden sonra da Peygamber aleyhisselâm o kadinin cenaze namazını kıldırdı. Bunun üzerine Hazreti Ömer radıyallahu anh dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü! Bu kadın zina yaptı, namazını nasıl kıldırıyorsunuz? .
Peygamber aleyhisselâm cevaben şöyle buyurdular:
— Bu kadın öyle bir tevbe etti ki, tevbesi Medine halkından 70 kişi arasında taksim edilse hepsi için yeter ve artardı. Hem sen, canını Allah rızası için feda etmekten daha faziletli bir tevbe gördün mü?..
(Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Neseî)

ZİNANIN TEVRAT'TA HÜKMÜ

Ibni Ömer radıyallahu anh anlatıyor:
Resulüllah aleyhisselâmın huzuruna birbiri ile zina yapmış olan bir yahudî erkeği ile kadını getirdiler. Allah'ın Resulü yahudî erkeğine dönüp şöyle sordu:
— Zina eden kimse hakkında Tevrat'ta ne hüküm görüyorsunuz? Onlar dediler ki:
— Ceza olarak zina eden kadın ile erkeğin yüzlerini karalayıp, her ikisini birer hayvana ters bir vaziyette bindirir ve şehir ortasında gezdiririz.
Bu cevap üzerine Peygamber aleyhisselâm:
— Eğer doğru söylüyorsanız, Tevrat'ı getirin, buyurdular.
Tevrat'ı getirdiler ve okumaya başladılar. Okuyan şahıs recm âyetine gelince parmağı ile üzerini kapatarak yalnız üst tarafı ile altını okudu. Aynı kavimden olan Abdullah bin Selâm radıyallahu anh Allah'ın Resulünün yanında idi ve:
— Ey Allah'ın Resulü! Emir buyur da parmağını kaldırsın, dedi.
Peygamber aleyhisselâm okuyan yahudîye parmağını kaldırmasını emretti. Yahudî parmağını kaldırınca, parmağının altında recm âyeti olduğu meydana çıktı. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm her iki yahudînin de recmedilmesini emretti ve recm emri yerine getirildi.
O iki yahudîyi recmedenler arasında ben de vardım ve recmedilen yahudî erkeğin, kadını atılan taşlardan korumak için kendisini ona siper etmeye gayret ettiğini gördüm.
(Buharı, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Neseî)

ALLAH'IN YAPTIĞINI BOZMAK

Câbir radıyallahu anh anlatıyor:
Tufeyl bin Amd ed-Devsî Peygamber aleyhisselâma gelerek:
— Ey Allah'ın Resulü! Çok sağlam bir kale içerisinde seni koruyan insanlar arasında kalmak ister misin? dedi ki, bununla «bizim memleketimize hicret etmez misin? Biz seni muhkem bir kalede korur ve bütün kötülüklerden muhafaza ederiz» beyânında bulunmak istedi. Allah'ın Resulü de bu teklifi kabul etmedi. Zira, Allahü Teâlâ, Ensâr için hicreti gizli tutmuştu. Vakti gelip Peygamber aleyhisselâm Medine'ye hicret edince, Tufeyl radıyallahu anh ile kavminden bir adam da Medine'ye hicret ettiler. O adam Medine'de hastalandı ve rahatsızlığına sabır göstermeyerek parmaklarının etrafını geniş bir okla kesti. Vefat edinceye kadar da o parmaklarından kan aktı. Vefat ettikten sonra, Tufeyl radıyallahu anh bu şahsı rüyada gördü. Adam güzel bir suret içinde bulunuyordu. Ancak elleri örtülü bir vaziyette idi.
Tufeyl:
— Rabbin sana nasıl muamelede bulundu? diye sordu. Adam:
— Allah'ın Resulünün yanına hicret etmiş olduğum sebebten dolayı günahlarımı mağfiret etti, diye cevap verdi.
Tufeyl radıyallahu anh:
— Ellerini neden bu şekilde sargılı olarak görüyorum? diye sordu. Adam dedi ki:
—— Bana, «senin bozmuş olduğun şeyleri düzeltmeyeceğiz» diye söylendi.
Tufeyl radıyallahu anh bu rüyasını Peygamber aleyhisselâma anlattı.
Allah'ın Rasulü de:
— Ey Rabbim! O kişiyi elleri dolayısı ile yaptığı suçunu da mağfiret et, diye duada bulundular.
* * *

HİZMETÇİDEN DAHA HAYIRLI

Hazreti Ali radıyallahu anh anlatıyor:
Fatıma radıyallahu anhâ'nın el değirmeni ile un öğütmekten elleri acıyordu. Bu acısından dolayı —bir hizmetçi ihtiyacını arzetmek maksadıyla— Peygamber aleyhisselâma şikâyette bulunmaya geldi. Resulüllah aleyhisselâma un geldiğini de haber almış, fakat bu undan kendisine bir hisse düşmemişti. Bu hususu Hazreti Âişe radıyallahu anhü'ya söyledi. Allah'ın Resulü eve gelince Âişe radıyallahu anhâ meseleyi kendilerine bildirdi. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm bize geldi. Biz yatmış bulunuyorduk. Geldiğini görünce kalkmaya başladık. Resulüllah aleyhisselâm: Yerinizde kalın, buyurdu ve Fâtıma ile benim aramda oturdu. Ayağı karnıma değmişti de serinliğini hissediyordum.
Hemen buyurdular ki:
— İstediğinizden daha hayırlısını size haber vereyim mi? Yatmaya gittiğiniz vakit 33 defa Sübhanellah, 33 defa Elhamdülillah, 33 defa Allahü Ekber deyin. Bu, sizin için istediğiniz hizmetçiden daha hayırlıdır.
(Buharı, Müslim, Ebû Davut, Tirmizî)

KADINLAR VE KOCALARI

Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor:
On bir kadın bir araya gelerek oturmuşlar ve hepsi kocalarına aid şeyleri gizlemeden anlatacaklarına dair söz vermişlerdi.
Birincisi şöyle söyledi:
— Kocam deri ile kemikten ibaret, dağ tepesinde kalan bir deve gibidir. Ne dağ, üzerine çıkılması kolay olan bir dağdır ki, çıkılsın, ne de deve o kadar kuvvetlidir ki, dağdan indirilebilsin. Yani kadın kocasını üzerine çıkılması imkânsız sarp bir dağın üstündeki cılız bir deveye benzetiyor ki, bu suretle dağ, geçidi olmayan çetin bir dağ olmakla yukarı çıkıp ona ulaşmanın mümkün olmadığını ve devenin de cılız olup rağbete değer eti bulunmadığını anlatıyor. Bu benzetişle kocasının cimri, kötü huylu, kendisinden hayır beklenmeyen bir kimse olduğunu anlatmak istiyor.
İkincisi dedi ki:
— Kocam hakkında bir şey söyleyemem. O, o kadar kötü bir kimsedir ki, kendisinden söz etsem, ancak açık ve gizli kötülüklerini söyleyebilirim. Yani onun kötülüklerden başka anlatacak bir tarafı yoktur.
Üçüncüsü anlattı:
— Kocam öyle kötü bir kimse ki, ayıplarını açıklasam beni boşar, sükût etsem muallakta bırakır. Yani bu benimle münâsebetini devam ettirir ki, bu şekilde kendisinden istifade edeyim, ne de tamamıyla boşayıp alâkasını keser ki başkasına varabileyim:
Dördüncüsü anlattı:
— Kocam Mekke ikliminin gecesi gibidir. Ne sıcak, ne de soğuktur. Orta hallidir; kendisinden ne korkulur, ne de usanılır, îyi huylu, hoş geçimli bir kimsedir.
Beşincisi anlattı:
— Kocam eve girince parslaşır, çıkınca arslanlaşır. Evde hiç bir hususî arzusu yoktur. Kadın kocasını çok uyuyan ve çok sıçrayıp atlayan pars hayvanına benzetmekte, kocasının eve gelince çok uyuduğunu, noksanları görmediğini, cinsî münasebete de çok düşkün olduğunu ifade ediyor, dışarıya çıktığı zaman da düşmanlarına karşı arslan gibi davrandığını anlatıyor.
Altıncısı anlattı:
— Kocam yediği zaman tabakta ne varsa Siler süpürür, içtiği zaman da son damlasına kadar içer. Yattığı zaman elbisesine bürünür ve bana dokunmak için elini bile çıkarmaz. Kadın böylece kocasının obur, cimri, kötü huylu ve karısı ile münâsebette bulunmak isteğinden uzak olduğunu anlatmakla; onun bu meziyetlerden mahrum bir erkek olduğunu söyleyerek kötülüyor.
Yedincisi anlattı:
— Kocam bir zavallı, yahut çımadan aciz, ahmaklığından dolayı her şeye uyan, her hastalığı üstünde toplamış, ya başını yaralayan veya cesedini veya her ikisini birden yapan bir zavallıdır.
Sekizincisi anlattı:
— Kocam, yumuşaklığı tavşan tüyü, kokusu da za'ferân kokusudur. Yani kadın kocasının derisinin yumuşaklığını ve devamlı olarak güzel kokular sürünmesi bakımından herkes tarafından sevilen bir kimse olduğunu ifade ediyor.
Dokuzuncusu anlattı:
— Kocam, evinin dikmesi yüksek, kılıcının kılıfları uzun, külü çok, evi de halk meclisine yakındır. Yani evinin dikmesi ve kılıcının kınları uzun demekle, kocasının boyunun yüksek olduğunu, külü çok diye tabir etmekle misafirperver, evi halk meclisine yakın demekle de devamlı olarak meclis tarafından kendisine müracaat edilen ve şeref sahibi bir şahıs olduğunu anlatıyor.
Onuncusu anlattı:
— Kocam pek zengindir. Ondan hayırlı kimse yoktur. Yani övülenlerin en iyisidir. Develeri, ağılları çoktur. Otlağa sık sık çıkarlar. Çalgı sesini işittikleri vakit, kesileceklerini katî olarak hissederler.
Onbirinci Ümmü Zer de şöyle anlatır:
—— Kocam Ebû Zer'dir. Ebû Zer, büyük bir adamdır. Kulaklarımı ziynetle doldurdu. Kollarımı şişmanlattı. Bana hürmet ve itibar gösterdi. Bu bakımdan içim ferahtır. Beni küçük bir yerde varlığı bir kaç koyundan ibaret olan bir ailenin yanında bulmuştu. Sonra beni at seslerinin, deve seslerinin bulunduğu ve zahiresi harmanda dövülen ekin sahibi bir ailenin arasına getirdi. Yanında ne söylesem kabul edilir. Sabaha kadar uyurum, kimse beni uyandırmaz. Bol süt içer ve süte doyarım.
Ebû Zer'in anası, bilseniz ne hanımdır. Onun zahire anbarları, eşyasını koyduğu hararları çok büyüktür. Evi de geniştir.
Ebû Zer'in oğlu da hayırlı bir delikanlıdır. Yattığı yer kılıcı çekilmiş kılıf gibidir. Yani boylu boslu, vücudunun hatları düzgün bir gençtir. Dişi bir keçinin kol tarafı ile doyar, obur değildir.
Ebû Zer'in kızı ne terbiyeli bir kızdır. Babasına karşı itaatlidir. Anasına da itaatlidir. Vücudu elbisesini doldurur. Güzelliği ve terbiyesi akran ve emsalinin imrenmelerine sebep olur.
Ebû, Zer'in cariyesi ne sadakatli bir cariyedir. Aile sırlarımızı dışarıya çıkarmaz. Evimizin yemeklerini bozmaz. Güzel de yemek pişirir, israf etmez ve evimizi devamlı temiz tutar.
Ümmü Zer, sözlerine şöyle devam eder:
— Bir gün kocam Ebû Zer evden çıktı. Yağ çıkarılmak için süt tulumları çalkalanıyordu. Yolda bir kadına rastladı. Kadının pars gibi iki çocuğu vardı. Koltuklarının altında annelerinin memeleri ile oynuyorlardı. Bu kadını gören kocam benden vazgeçti ve onunla evlendi. Ben de ondan şeref sahibi bir adamla evlendim. Bu adam da güzel yürür ve en güzel ata binerdi. Meşhur Hatt imalâtından olan mızrağını alır, akşam üzeri deve ve sığır nevinden bir sürü hayvanı önüne katarak banar gelirdi. Getirdiklerinin hepsinden bana bir çift verirdi. Ve bana: Ey Ümmü Zer Dilediğin gibi ye, iç ve yakınlarına ikramda bulun, derdi. Bununla beraber bu kocamın bana verdiklerinin tamamını toplasam Ebû Zer'in en küçük kabını dolduramaz.
Hazreti Aişe radıyallahu anhâ burada buyuruyor ki: Peygamber aleyhisselâm bana: Ben senin için Ümmü Zer'in Ebû Zer'i gibiyim. Bir fark var ki, o Ümmü Zer'i terketti, ben ise seninle beraberim ve beraber olacağım, buyurdu.
(Buharî, Müslim, Neseî)

KOCA HAKKININ ÜSTÜNLÜĞÜ

Kays bin Saad radıyallahu anh anlatıyor:
Hîre'ye geldim, oradaki halkı, başkalarına üstün tutulan bir Iran'lıya secde eder halde gördüm ve «Allah'ın Resulü bu secde edilmeye herkesten daha lâyıktır» dedim. Sonra gelip bunu Peygamber aleyhisselâmın kendisine anlatınca, Allah'ın Resulü şöyle buyurdular:
— Ne dersin? Bir kabire uğrarsan ona secde eder misin? Dedim ki:
— Hayır, etmem. Peygamber aleyhisselâm:
— Şu halde bunu asla yapmayın. Bir insanın başka bir insana secde etmesini emretseydim, Allah'ın hanımları üzerinde kocalarına verdiği haktan dolayı, hanımların kocalarına secde etmelerini emrederdim, buyurdular.
(Ebû Davud, Hâkim, Tirmizi)

KUR'AN ÖĞRETME MİHRİ

Sehl bin Saad radıyallahu anh anlatıyor:
Bir kadın Peygamber aleyhisselâmın yanına gelerek:
— Ey Allah'ın Resulü, evlenmek için kendimi size takdim etmeye geldim, dedi.
Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm ona bakıp başını eğdi, sonra yine başını sallayıp sustu. Kadın bu teklifinden bir netice alamadığını görünce oturdu. Bu durum üzerine Peygamber aleyhisselâmın sahabilerinden biri kalkarak dedi ki:
— Ey Allah'ın Resulü, bu kadınla evlenmek istemiyorsanız, onu benimle evlendir.
Peygamber aleyhisselâm:
— Yanında bir şey var mı? diye sordu. Sahabî:
— Allah'a yemin ederim ki, bir şeyim yok, diye cevap verdi. Resulüllah aleyhisselâm:
— Evine git de bak, belki orada bir şey bulursun, dedi. Adam, evine gitti, bir süre sonra döndüğünde dedi ki:
Allah'a yemin ederim, yâ Resulüllah, bulamadım. Peygamber aleyhisselâm:
— Bak, demirden bile olsa, belki bir yüzük bulursun, dedi, Sahabî tekrar gitti, sonra döndü ve:
— Vallahi yâ Resulallah, bir demir yüzük bile bulamadım, fakat işte uzun bir entarim var, bunun yarısını ona vereyim, dedi. Bunun üzerine Resulüllah aleyhisselâm:
— Bu uzun elbise ile ne yaparsın, sen giysen o giyemez, o giyse sen elbisesiz kalırsın, buyurdu. Bunun üzerine sahabî oturuverdi. Uzun bir müddet böyle oturakaldıktan sonra kalktı. Peygamber aleyhisselâm adamın gittiğini görünce, çağırmalarını emir buyurdu. Sahabîler adamı çağırdılar. Adam geri gelince Resulüllah aleyhisselâm:
— Kur'ân'dan ezbere bir şey okumasını biliyor musun? diye sordu. Adam:
— Evet, filan ve filan sûreleri biliyorum, diye bildiklerini saydı. Peygamber aleyhisselâm:
— Bunları ezbere okuyabilir misin? dedi. Adam:
— Evet okurum diye cevap verdi. Resulüllah aleyhisselâm da:
— Haydi git, bildiğin Kur'ân karşılığında, o bildiğin Kur'ân'ı o kadına öğretmen karşılığında onu seninle evlendiririm, buyurdu.
(Buharı, Müslim, Ebû Davud, Tirmizî, Nesei)