REKLAM

1.12.2016

YEDİ KUTSAL GERÇEK



- Kaç yıldır benim yanımdasın?
- 20 yıldır efendim
- Bu zaman süresince benden ne öğrendin?
- Hiçbir şeyle değişmeyeceğim yedi gerçek öğrendim.
- Ömrüm seninle geçtiği halde topu topu 7 gerçek mi öğrendin?
- Evet.
- Söyle bakalım öyleyse neler öğrendin?

- Baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor, ona gönül verip bağlanıyor. Ancak, bunların hemen hepsi insanı yarı yolda bırakıyor. Ben ise, beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım. Ve dost olarak iyilikleri seçtim kendime. Ki, onlar sonsuz bir yükselme yolculuğuna çıkmış insanoğlunun hiç tükenmeyecek azığı ve en gerçek dostlarıdır.

- Çok güzel, ikincisi ne bakalım?
- Baktım ki, insanların bir çoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış onları koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye başvuruyor. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe tutunmuş sımsıkı, onları elden çıkarmamak için
çırpınıp duruyor. Oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi O'na satıp, gönlümü yalnız O'nun sevgisine açtım.

- Devam et!
- İnsanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm.  Ancak bir çoğu üstünlüğü yanlış yerlerde arıyor ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu. Bunun üzerine üstünlüğü geçici  dünya değerlerinde değil, akıl ve ahlâkça yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklere vasıta olmakta aradım.

- Güzel.
- Yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, boş yere hayatı zehir ediyorlar kendilerine. Bütün bunların
benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm. Ve gönlümü bu kirlerden arıtarak, herkesle dost olup, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum.

- Sonra?
- Nedense herkes hatasının sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu. Böylece suçlarının örtüsü altına saklanıyordu. Oysa insanın başına ne geliyorsa kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu. Bunu bilip yalnız kendimle cenge girerek, nefsimin iradesine uymamaya ve vesvese verenin ağına düşmemeye çalıştım.

- Doğru. . .
- Baktım ki insanlar şu bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helal haram demeden, her türlü hakkı çiğnemekten çekinmiyorlar. Hem başkalarının hakkını alıp onları yoksul bırakmakla, hem de bu haksızlığın azabını ağır bir yük gibi vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar. Oysa doğru yaşanıldığında ve hakça bölüşüldüğünde dünya nimetleri insanlara yeter de artardı bile.

- Ve yedinci?
- Yedinci olarak şunu gördüm ki, insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine. . .
Bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak eğreti desteklerdir. Ben ise yalnız O'na sığınıp yalnız O'ndan yardım diledim.
Ve bunun karşılığı sonsuz bir güven oldu.

- Seni tebrik ederim evladım. Ben de yıllar yılı bütün din kitaplarını inceledim.  
Hepsinin bu yedi gerçek etrafında döndüğünü tespit ettim .


30.11.2016

İMAM-I BİRGİVİ HAZRETLERİNİN HAYATI



İmam-ı Birgivi Hazretleri, 16’ncı asırda yaşamış büyük bir Türk-İslam alimidir. İsmi Muhammed bin Pir Ali’dir. 1522 senesinde Balıkesir’de doğmuştur. Babası müderris Ali Efendi isminde alim ve fazıl bir zattır. İlk tahsilini babasının yanında yaptıktan sonra, İstanbul’a gelerek, önce zamanının tanınmış alimlerinden Ahizade Mehmet Efendi’nin derslerine devam etmiş, bilahare Kazasker Abdurrahman Efendi’ye intisab etmiştir. Tahsilini ikmal ettikten sonra, bazı medreselerde hocalık vazifesinde bulunmuştur.

Bu arada Bayramiye şeyhlerinden Abdurrahman Karamani Hazretlerinden inabe alarak tasavvuf yoluna girmiştir. Hocası kazasker abdurrahman Efendi’nin delaleti ile Edirne’ye Kassam-ı Askeri (varisler arasında terekeyi taksim ve yetimlerin mirasını muhafaza ve idare eden şer-i mahkeme memuru, tereke hakimi) olmuştur.

Kısa bir müddet sonra, memuriyet ve tedris hayatından çekilmek ve kendini tamamen tasavvuf hayatına vermek istemiş, fakat onda din ve şeriat ilimleri sahasında büyük bir kabiliyet ve istidat gören şeyhi, vaaz ve tedristen tamamıyla el çekmesine razı olmamıştır. Rivayet olunur ki, Edirne’deki memuriyetten ayrıldıktan sonra “mahsul-i kısmet”ten (terekenin gelirinden) memuriyetinin meşru ücreti olarak aldığı paraları sahiplerine iade için tekrar oraya dönmüş ve defter mucibince paraları sahiplerine teker teker geri vermiştir.
    
Padişah ikinci Selim’im hocası Ataullah ile aralarında samimiyet vardı. Ataullah Efendi, şimdi İzmir vilayetine bağlı Ödemiş kazası dahilinde bir nahiye olan Birgi kasabasında büyük bir medrese yaptırmıştı. Bu medresenin müderrisliğini Mehmed Efendi’ye vermiş ve o da ömrünün sonuna kadar burada islami ilimleri yaymıştır. Kendisine Birgivi (bilgili) denmesi bundan dolayıdır.
    
İmam-ı Birgivi Hayatının son devresinde, din ve devlet idaresinde gördüğü bazı yolsuzluklar hakkında devlet büyüklerine nasihat etmek için İstanbul’a gelmiş ve Sadrazam Mehmed Paşa ile görüşmüştür. Bu görüşmesinde mevki hatırı için şeriata karşı yapılan saygısızlıkları, ortaya çıkan bid’atleri ve türlü yolsuzlukları bir bir anlatarak Sadrazama bunları düzeltmesi için öğüt vermiştir.
    
İmam-ı Birgivi 1573 senesinde Birgi’de tedris, te’lif, irşad ve vaaz ile meşgulken veba (taun) hastalığından dolayı vefat etmiştir. İmam Birgivi, İslam şeriatının asliyetini muhafaza ederek korunmasını temin maksadıyla her türlü bid’atin şiddetle aleyhinde bulunmuştur. Bu sebepten mütekaddimin ve selef-i salihinin yolunu takip etmiş, dinin ilahi esaslarında yapılmak istenen değişikliklere muarız bulunmuştur.
      
Şeriatten kıl kadar bile inhiraf edilmesine razı olmayan İmam-ı Birgivi, Kur’an-ı Kerim’in para mukabilinde okunmasının ve okutturulmasının; her hangi bir ibadet için ücret alınmasının aleyhinde olmuştur. Onun bu re’yi, yine zamanın büyük alimlerinden olan Şeyhülislam Ebussud Efendi ile ünlü fakihlerden Bilal-Zade tarafından itiraza uğramıştır. Zira bu hususta Müteahhirin, ücret karşılığı Kur’an-ı Kerim öğretmenin, imamlık, müezzinlik gibi din hizmetlerini görmenin cevazına fetva vermişlerdir.

ESERLERİ

İmam-ı Birgivi’nin en çok okunan eserleri, Vasiyetname, Tarikat-ı Muhammediye isimli ilmihal, ahlak ve vaaz kitaplarıyla; İzhar ve Avamil adlı Arap gramerine dair eserleridir. Bu son iki eser hususi yollarla Arapça öğrenen talebelerin en çok istifade ettikleri kitaplardandır.
      
Diğer eserleri: Tefsir-i Sure-i Bakara, Ravzatü’l-Cennat, Risaletün fi beyanı Rusumi’l-Mesafihi’l-Osmaniyye, Şerh-i Hadis-i Erbain, Cilaü’l-Kulub, Ma’delü’s-Salat, İkazü’n-Naimin, Metnün ve Şerhun Mine’l Feraiz, Şerhü’l-Maksudü’l-Müsemma Biim’ani’l-Enzar, İnkazü’l-Halikin, Ahval-ü Etfalü’l-Müslimin, Zehru’l-Müteehhilin, Nuru’l-İhya, Ed-Dürru’l-Yetim, Haşiye-i Hidaye, İmtihanü’l-Ezkiya-i Şerhü’l-Lüb Mine’n-Nahv, Kifayetü’l-Mübteda Fi’s-Sarf, Risaletün Fi Usuli’l-Hadis, Talikatün Ala Sadri’ş-Şeria, Emali tarzında Fünun-u Aliyeden bahis risale, Seyf-i Sarim, Risaletün Mine’l Adab, Emsile-i Fazliye’dir

İKTİDARIN BEŞ PARA ETMEZ



Lalaleli Camiini Sultan 3.Mustafa (Padişahlığı 1757-74 yılları arasıdır) yaptırmıştır. Sultan Mustafa bu camii yaptırırken çevrede Laleli Baba namında evliya bir zatın yaşadığını öğrendi. İçinde bu zatla görüşmek, söz ve sohbetinden yararlanmak arzusu doğdu. Cami inşaatını denetlemeye geldiği bir gün Laleli Baba ile görüşmek istediğini bildirdi. Laleli Baba'ya padişahın kendisini ziyaret etmek istediği haberi ulaştırıldı, o da buyur etti. Padişah Laleli Baba'nın sohbetinden gerçekten memnun kaldı. İçinde Laleli Baba ile daha sık görüşme arzusu uyandı. Ayrılacağı sırada bir soru sordu:
- Efendi hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?
Laleli Baba cevap verdi:
- Bu dünyada en değerli şey yiyip içtikten sonra sıkıntısız biçimde def-i hacetini yapabilmektir.

Hükümdar bu cevaptan pek hoşnut olmadı. Başından beri hikmetli konuşmalarıyla herkesi etkileyen bir zata bu cevabı pek yakıştıramadı. Hatta bu cevabı biraz kaba bile buldu. Bundan sonra bir şey konuşulmadı, hükümdar maiyetiyle beraber saraya döndü. Padişahın kalben yaptığı bu itiraz Laleli Baba’ya malum oldu, (Yakında görürüz, demek illâ yaşaman lazım) anlamında tebessüm etti.

Ziyaretin ertesi günü padişah şiddetli bir kabızlığa yakalandı. Bir türlü kurtulamıyordu. Sarayın bütün ilgilileri ve hekimbaşı seferber oldular, bilinen bütün ilaçları uyguladılar, fayda etmedi. Padişah kıvranıyordu. Nihayet hatasını anladı, bu hâlin Şeyhin sözüne itirazdan dolayı başına geldiğini anladı. Derhal adamları ile şeyhin yanına gitti. Hata ettiğini söyleyip, kendisini affetmesini rica etti.

Şeyh, "Karşılık olarak ne vereceksiniz?" dedi. "Senin bölgende yaptırdığım o camii sana hibe edeceğim", "Yetmez" dedi Şeyh. Sultan Mustafa daha bir çok şeyler ekledi, Şeyh, “Bunlar yetmez diyordu. En sonunda, "Seni affederim, bu halden de kurtulursun ama, karşılığında saltanatı [hükümdarlığı] isterim, yoksa kendin bilirsin" dedi.

Padişah kem küm etti ama çaresi yoktu, bir an önce kurtulmak istiyordu, “O da senin olsun" dedi.
Şeyh dua etti, sırtını sıvazladı, "Haydi git Allah'ın izniyle kurtulacaksın" dedi. Padişah gerçekten kurtuldu ve çok rahatladı. Fakat saltanat da elden gitmişti. Rahatladı ya, yine daha kötüsü başına gelebilirdi. Saltanatı teslim etmek üzere adamları ile geldi.
Laleli Baba sultanın haline bakıp dedi ki:
"Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor, öylesine ucuz bir saltanat bize lazım değil, al yine senin olsun. Bize sadece caminin adı yeter."

 

ENDONEZYA NASIL MÜSLÜMAN OLDU?



Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya’ya gitti, oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün geç geldi iş yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan. Merak etti, sordu:
– Hangi kumaştan sattın?
-Şu kumaştan efendim.
-Metresini kaça verdin?
-On akçeye.
-Nasıl olur?” diye hayret etti,
-Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu?
Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Dükkân sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.
-Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı. Kral sordu:
-Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
-Ben, dedi tüccar, bir Müslüman’ım. İslâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral,
-İslâm nedir, Müslümanlık nedir? Gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı. Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden İslâm’ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya’nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: İnandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: “Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi.

BAŞARILI İNSANIN SIRRI

      
İnsanlar, sahip oldukları kabiliyet ve istidatları, çoğu zaman dikkate almadıkları için, geliştirmeyi de düşünmezler. Fakat uzmanlara göre bu  mahâretler, hayatımızdaki başarılarımızın artmasını sağlar. “literatür” isimli tıp dergisi, Temmuz 99 sayısında, başarılı insanların ortak noktalarını değerlendirmiş. İşte başarılı insanların  bazı hasletleri:
*Günlük hayatlarında doğru karar verebilen, lüzumsuz detay ve düşüncelerle uğraşmayarak meselelerin özüne inebilen, akl-ı selim sahibi (sayduyulu) kişilerdir.
 * Çalıştıkları sâha ile alâkalı en az bir dalda mütehassıstırlar (uzman bilgisine sahiptirler). Bu ihtisâsa sahip olmanın yolunun da, ömür boyu öğrenmekten geçtiğini bilirler.
* Azimli ve çalışkandırlar. Semereli (verimli) çalışma alışkanlığına sahiptirler, planlı ve düzenli çalışırlar.
* Mizah duyguları gelişmiştir. Kendilerine gülerek, kendi hatalarının mes‘ûliyetini üstlenebildiklerini gösterirler. Duygularını açığa vurarak, ictimâî münasebetlerde muhâtaplarına yardımcı olurlar.
* Kendilerini tanıtan şeyin, söylediklerinden çok, yaptıkları olduğunu bilirler. Çevrelerinin itimatlarını kazanarak, bunu kötüye kullanmayacaklarını, her zaman onların fayda ve menfaatlerini kollayıp gözeteceklerini hissettirirler.
* Görünüşleriyle de başarılı olduklarını isbat ederler. Onları her zaman temiz ve düzgün, iş mahalline yakışır kıyâfetler içinde görürüz. Bakımlı olmaları öncelikle kendilerine ve çevrelerine duydukları saygının bir işâretidir.
* Hususi hayatlarına da dikkat ederler. Düzenli bir âile hayatı, onların iş hayatlarında da başarılı olabilmeleri için lüzum eden enerji ve motivasyonu temin eder.
* Üreticidirler. Sıkça unutulsa da hayatın her safhasında üreticiye yer vardır.
* Vücut dilini iyi kullanmanın ehemmiyetini bilirler.
* Tenkit ederken dikkatlidirler; yıkıcı değil, yapıcı olmaya çalışırlar. Bir mesele ile karşı karşıya kalındığında mühim olanın, problemin çözümüne ulaşılması ve bir daha aynı problemle karşılaşmamak için de, îcap eden dersin alınması gerektiğini bilirler.
* Her zaman kazanmaya kararlıdırlar. İşlerini severek yaparlar. Stres altında çalışırken bile kendilerinden kuşku duymazlar.
* Çevrelerindeki insanlarla samimi olarak alâkalanırken, münâsebet kurdukları kişilere karşı saygılı davranmasını bilir ve onların, kendilerini önemli hissetmelerini sağlarlar.



Bilgisayarın zararları ve korunma yolları

: Diğer insanlar ile iletişime geçmeden saatlerde bilgisayar başında duran, saatlerce oyun oynama veya internete girme gibi davanışlar içinde olan asosyal kişilere bilgisayar bağımlısı denir. 1. Bilgisayar bağımlılığının etkileri sonucunda: Uyku düzensizliği, iş yerindeki başarı ve performansın düşmesi, randevulara gecikme, sosyal ilişkilerin zayıflaması, kaygı, tek başına vakit geçirme eğiliminin artması, aile ilişkilerinde bozulma vb. sorunlar tespit edilmiştir. 2. Fiziksel olarak: Disk kayması, Boyun fıtığı, Bel fıtığı, Bilek, diz ve dirsek kireçlenmesi, Omuz ve boyun tutulması, baş, boyun ve sırt ağrıları, yorgunluk, sinirlilik ve göz yorgunluğu görülmektedir. 3. Bilgisayar ekranları genç insanların gözünde perde oluşmasına yol açar; yani, gözün zamanından önce yaşlanmasını sağlar. 4. Bilgisayar ekranı yüz derisinde döküntülere neden olmaktadır. 5. Bilgisayar ekranlarına maruz kalan kişilerde genel olarak bazı kanser türlerine neden olabileceği görülmüştür. 6. Boyun kaslarında tutulma: Belli bir duruşta uzun süre kalmakla boyun kasları kasılır. 7. El Bileği Sendromu: Klavyeyi ve fareyi kullanırken yapılan küçük hareketlerde el bileğinden geçen median sinir sıkışır, yapısı bozulur ve işlevini yapamaz. Elde uyuşukluk ve ağrı, baş parmak hareketlerinde el sıkma gücünde azalma gözlenir 8. Uyku saatleri azalır: Televizyon uyutur, internet kişilerin aktif katkısına ve ilgisine bağlı olduğundan uyanık tutar.
TEKNOLOJİ

arapça oku manasını altına yaz