Arkadaşlar kendim yazıyorum araştırıyorum yani faydalı bilgiler okuyun çok güzel ve okudum kitaplardan alıp yazarak kayıt ediyorum beni etkileyen yazıları sizler le paylaşmak istiyorum
REKLAM
9.11.2016
6.11.2016
AŞÇILAR İÇİN NUMUNE YAHYA BABA
AŞÇILAR İÇİN NUMUNE YAHYA BABA
Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız. Pirinçleri sâlavât getire getire ayıklar, yağını tekbirlerle eritir. Tuzunu Besmele ile, suyunu Fatihâlarla salar. Zaman zaman gözünü yumar, enbiyayı, evliyayı aracı yapar, Allah'tan bereket arzular.
Onun pilavı herkese yeter, hatta artar. Ancak o tek pirinç tanesine bile kıyamaz; artanı Tuna nehrine atar. Balıklar onun geleceği saati bilir, köprü başında toplanırlar.
Kilerci, bakar pilav artıyor; pirinci aşçıya az vermeye başlar. Ama Yahya Baba bir kere bile "Bu pirinç yeter mi?" demez. Kilerci şaşkındır. Her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama pilav azalmaz, aksine çoğalır. Yine herkes doyar, Tuna'nın balıkları bile nasibini alırlar. Kilerci, bunu izah edecek tek kelime bilir: "Bu bir keramet!"
Çok dener ve emin olunca Pâdişaha çıkar."Bu Yahya Baba boş değil sultanım der, halbuki biz ona amele muamelesi yapıyoruz."
Bâyeziîd-i Velî gönül ehlidir ve aşçı ile tanışmak ister. Kilerci ile bir plan yaparlar. O gün Yahya Baba'ya çok az, hatta gülünç denilecek kadar az pirinç verilir. O her zamanki gibi okur, âlemlerin Rabbi'nden Halil İbrahim bereketi diler. Pilavı çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz. Yahya Baba artanları yine yüklenir, Tuna'nın yolunu tutar. Tam kepçeyi daldırıp balıklara atarken Padişah ortaya çıkar.
"Ne oluyor bre der. Yoksa devlet malını israf mı edersin?"
Yahya Baba tutulur kalır. Ancak balıklar kafalarını sudan çıkarıp;
"Ayıp olmuyor mu sultanım derler. Koca devletin artığını bize çok mu görüyorsun?"
Yahya Baba öylesine mahcup olur ki, anlatılamaz. Utancından secdeye kapanır, Allah'a sığınır. Bâyezîd-i Velî onun kalkmasını bekler, ama geçmiş ola.... Mübarek çoktan rûhunu teslim edip kavuşmuştur Rahmet-i Rahmana ...
Cenab-ı Mevlam Kurslarımızda çay-çorba hizmetinde bulunan tüm Aşçı Abilere; Yahya Baba'nın yolunda olmayı nasib-i müyesser eylesin. Amin!
Yahya baba, II. Bâyezîd Hân zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi'nin aşçılarından biridir.. Arkadaşları hoşaf, kebap sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübârek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız. Pirinçleri sâlavât getire getire ayıklar, yağını tekbirlerle eritir. Tuzunu Besmele ile, suyunu Fatihâlarla salar. Zaman zaman gözünü yumar, enbiyayı, evliyayı aracı yapar, Allah'tan bereket arzular.
Onun pilavı herkese yeter, hatta artar. Ancak o tek pirinç tanesine bile kıyamaz; artanı Tuna nehrine atar. Balıklar onun geleceği saati bilir, köprü başında toplanırlar.
Kilerci, bakar pilav artıyor; pirinci aşçıya az vermeye başlar. Ama Yahya Baba bir kere bile "Bu pirinç yeter mi?" demez. Kilerci şaşkındır. Her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama pilav azalmaz, aksine çoğalır. Yine herkes doyar, Tuna'nın balıkları bile nasibini alırlar. Kilerci, bunu izah edecek tek kelime bilir: "Bu bir keramet!"
Çok dener ve emin olunca Pâdişaha çıkar."Bu Yahya Baba boş değil sultanım der, halbuki biz ona amele muamelesi yapıyoruz."
Bâyeziîd-i Velî gönül ehlidir ve aşçı ile tanışmak ister. Kilerci ile bir plan yaparlar. O gün Yahya Baba'ya çok az, hatta gülünç denilecek kadar az pirinç verilir. O her zamanki gibi okur, âlemlerin Rabbi'nden Halil İbrahim bereketi diler. Pilavı çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz. Yahya Baba artanları yine yüklenir, Tuna'nın yolunu tutar. Tam kepçeyi daldırıp balıklara atarken Padişah ortaya çıkar.
"Ne oluyor bre der. Yoksa devlet malını israf mı edersin?"
Yahya Baba tutulur kalır. Ancak balıklar kafalarını sudan çıkarıp;
"Ayıp olmuyor mu sultanım derler. Koca devletin artığını bize çok mu görüyorsun?"
Yahya Baba öylesine mahcup olur ki, anlatılamaz. Utancından secdeye kapanır, Allah'a sığınır. Bâyezîd-i Velî onun kalkmasını bekler, ama geçmiş ola.... Mübarek çoktan rûhunu teslim edip kavuşmuştur Rahmet-i Rahmana ...
Cenab-ı Mevlam Kurslarımızda çay-çorba hizmetinde bulunan tüm Aşçı Abilere; Yahya Baba'nın yolunda olmayı nasib-i müyesser eylesin. Amin!
KANUNİ VE KARINCA
İstanbul’da güneşli bir günün sabahında Topkapı Sarayı’nın avlusunda
bulunan Has Oda’nın kapısı açıldı. Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru
ilerliyordu. Bu kişi, Avrupa’yı titreten, koca Akdeniz’i hâkimiyet altına alan
Osmanlı Devleti’nin kudretli hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’dan başkası
değildi. Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar,
ağaçları, kuşları, denizi seyrederdi.
O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanunî, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu. Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı.
Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görmüştü. Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.
Kanunî bir ara tekrar hocasının odasına uğradı. Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi. Kâğıdın üst kısmında Kanunî’nin hocasına yazdığı sual vardı. Kanunî şöyle diyordu hocasına:
Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?
Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu:
Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca
O gün deniz, ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan birkaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu fark etti. Hemen yanlarına yaklaştı ve eliyle tutup incelemeye başladı. Biraz sonra ağaçların neden buruştuklarını anlamıştı. Karıncalar sarmıştı o güzelim dallarını. Aklına bir çözüm yolu geldi. Ağaçları ilaçlatacaktı. Böylece ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaklardı. Fakat birkaç dakika daha düşününce bu fikrin o kadar da iyi olmadığını anladı. Karıncalar da can taşıyordu, ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanunî, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendi’yi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. Ama hocası odada yoktu. Hemen oracıkta bulduğu kâğıt parçasına kafasına takılan soruyu edebî bir üslupla yazdı ve hocasının rahlesi üzerine bıraktı.
Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmış kâğıdı görmüştü. Eline hat kalemini alan Ebussuud Efendi, talebesinin soruyu yazdığı kâğıdın altına bir şeyler yazdı ve kâğıdı rahleye bıraktı.
Kanunî bir ara tekrar hocasının odasına uğradı. Hocası yine yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kâğıdın üzerine kendi yazısı dışında bir şeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla kâğıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi. Kâğıdın üst kısmında Kanunî’nin hocasına yazdığı sual vardı. Kanunî şöyle diyordu hocasına:
Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca?
Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu:
Yarın Hakk’ın divanına varınca
Süleyman’dan hakkın alır karınca
SU YOLCULARI OSMANLI DEVLETİNDE SU İŞLERİ
Osmanlı Devleti’nde su işleri, suyun küçük bir künk
(yer altına yapılan su geçidi) ve kanallara dağıtılması ile “su yolcusu”
uğraşırdı. Vakıf binalarındaki su sisteminin yapılışı ve işleyişini de su
yolcuları yönetirdi.
Su yolcusu vakıflara bağlıydı. Vakıf kanalıyla kurulan
imaret, şehirlerin kuruluşunda ve gelişmesinde şüphesiz çok etkili olmuştur.
Eğer su yolcusu sayısı ikider fazla olursa, onların bulunduğu yerde, bunların
denetim ve görevini su yolcuları ağası yapardı.
Önceleri Su Yolcu Ağalığı olan görev, 1564’de
İstanbul’da Su Yolculuğu Nazırlığı’na çevrilmişti. Su yolculuğu görevi
Müslüman, Hıristiyan herkese verilebiliyordu. Su yolcuları su künkleri ve
sarnıçlarını yapmak, kanalları temiz tutmak, onarmakla yükümlü idiler. Bunlar
bu görevlerinin karşılığı örfî, şer’i ve tekâlif-i Divanî gibi vergileri
ödemekten af olunurlardı.
Bazı yerlerde bu işi yapan bütün köy halkı, bu hizmeti
karşılığı vergi ödemezdi.
Örneğin, İstanbul’a su taşıyan Kağıt-hane su yolları
on köyün sorumluluğuna verilmişti.
Su yolcusu ölürse ve çocuğu var ise, görevi çocuğuna,
yoksa başkasına verilirdi. Su yolculuk, bölükbaşılık ve ustalık gibi kısımlara
ayrılmıştı. Bunların emrinde kalfa ve çırak da çalışmaktaydı.
Barajlar, halka içme suyu sağlamaları dışında, tarım
yapma yönünden de çok önemli rol oynamaktaydılar. Barajların (bend) yapımını ve
onarımını vakıflar sağlardı. Eğer bend bir vakfa bağlı değilse, vakfa
bağlanması cihetine gidilirdi.
Niğde Kazasında Karahisar-Develi kasabasından sekiz
saatlik uzaklıktaki “Karaman Oğlu Bendi” diye adlandırılan, hark ile akan su
zamanla kurumuştu. Bu yüzden kasabanın su sıkıntısı had safhaya çıkmıştı. Hem
içme suyunun sağlanması, hem de o civardaki ziraatin geliştirilmesi için bu
bendin gereği gibi onarımı ve temizlenmesine çalışılması ve bunun için,
burasının, padişah adına yeni bir vakfa kaydolması kararının 1758 Ekim’inde
alındığını tespit edebilmekteyiz.
Başarı nedir? derslerde başarılı olmanın yolları
Başarı nedir? Başarı
deyince aklımıza farklı şeyler gelir. Toplumun gözünde başarı iyi maddi gelir
getiren bir kariyer, büyük bir ev, lüks bir arabadır. Aslında bunlar başarılı
olmanın tanımı değildir.
Başarı
nedir? Başarı deyince aklımıza farklı şeyler gelir. Toplumun gözünde başarı iyi
maddi gelir getiren bir kariyer, büyük bir ev, lüks bir arabadır.
Aslında
bunlar başarılı olmanın tanımı değildir.
İsterseniz Ralph Waldo Emerson'ın başarı tanımına kulak verelim:
·
Sık sık gülmek ve çok sevmektir.
·
Akıllı insanların saygısını ve
çocukların sevgisini kazanmaktır.
·
Dürüst eleştirmenlerin onayını almak;
sahte dostların arkadan vurmalarına dayanmaktır.
·
Güzeli sevmektir; Herkesteki en iyiyi
bulmaktır.
·
Karşılık beklemeyi hiç düşünmeden
kendiliğinden vermektir.
·
Geride ister sağlıklı bir çocuk, ister
kurtarılmış bir ruh, ister bir parça yeşil bahçe, ister iyileştirilen bir
sosyal durum bırakarak dünyanın iyileşmesine katkıda bulunmaktır.
·
Gönlünce eğlenmek ve gülmektir.
·
Kendinden geçerek şarkı söylemektir.
·
Tek bir kişi bile olsa, birinin sizin
varlığınızdan ötürü daha rahat nefes aldığını bilmektir.
İşte
bu başarılı olmaktır.
ADALET VE TEVAZU
Emevi
halifelerinin büyüğü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri, devlet başkanlığı sırasında
kul hakkı ve sosyal adalet hususunda çok titiz davranırdı. Gece çalışmalarında
ayrı işlere tahsis ettiği iki kandili vardı. Bunlardan birini kendi özel
işleriyle ilgili notları yazarken kullanır, öbürünü ise devlet ve millet
işleriyle ilgili yazışmalarda kullanırdı. Halife, birden fazla gömleği olmayan,
varlıksız biriydi.
Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz'e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi:
- Ona de ki, elma yerini bulmuştur.
Fakat görevli itiraz edecek oldu:
- Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır.
Halife cevap verdi:
- Evet ama, Rasulullah s.a.v.'e verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.
Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:
- Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.
Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki:
- Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.
- Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.
- Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.
- Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz.
Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:
- Ben kalkıp iş yaparken de Ömer'dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer'im.
İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde adaleti hakim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer r.a. gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti.
Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz'e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi:
- Ona de ki, elma yerini bulmuştur.
Fakat görevli itiraz edecek oldu:
- Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır.
Halife cevap verdi:
- Evet ama, Rasulullah s.a.v.'e verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.
Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı:
- Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.
Bir gece halifenin yanında bir misafiri vardı. Kandilin yakıtı tükenmişti. Misafir dedi ki:
- Hizmetçiyi uyandıralım da kandilin yağını koyuversin.
- Hayır, bırak onu uyusun. Ben ona iki ayrı işi yaptırmak istemem.
- Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.
- Olmaz, misafire iş gördürmek yiğitlikten sayılmaz.
Kendisi kalktı, kandilin yağını koyup yerine döndü ve şöyle dedi:
- Ben kalkıp iş yaparken de Ömer'dim; gelip oturdum, yine aynı Ömer'im.
İki buçuk yıllık halifelik döneminde İslâm aleminde adaleti hakim kılmıştı. Büyük dedesi Hz. Ömer r.a. gibi adalet ve basiret sahibiydi. Henüz kırk yaşlarında iken onu çekemeyenler tarafından bin dinar altın para karşılığında hizmetçisi eliyle zehirlenmişti. Hizmetçisi suçunu itiraf ettiğinde, Ömer b. Abdülaziz, paraları adamdan alarak devlet hazinesine koymuş, kendisini serbest bırakmış, öldürülmekten kurtulması için de kaçmasını söylemişti.
5.11.2016
HAZRETİ ALİ R.A. EFENDİMİZİN NASİHATI
HAZRETİ ALİ R.A. EFENDİMİZİN NASİHATI
Yaratılana boyun eğme arzunda ve isteğinde
Çünkü bu senin için zayıflıktır dinde
Rızkı Allahtan iste bulunan hazinelerinde
Oda ancak bir emirdir kef ve nun harflerinde
O senin umut besleyip beklediğin insanlar içinde
Miskin oğlu miskindir gücü yoktur hiç bir şeyde
Din ve dünya ne güzeldir bir araya geldiğinde
Allah hayır kılmaz dinsiz olan dünya ve maddede
Eğer ki zeka ile yükselseydi akıllı zenginlikte
O zaman olurdu her akıllı Harun gibi variyette
Ama rızık bulunur hakemin tartı ve ölçüsünde
Verir onu her akıllıya ve sefih olana akıl ve düşüncede
Yaratılana boyun eğme arzunda ve isteğinde
Çünkü bu senin için zayıflıktır dinde
Rızkı Allahtan iste bulunan hazinelerinde
Oda ancak bir emirdir kef ve nun harflerinde
O senin umut besleyip beklediğin insanlar içinde
Miskin oğlu miskindir gücü yoktur hiç bir şeyde
Din ve dünya ne güzeldir bir araya geldiğinde
Allah hayır kılmaz dinsiz olan dünya ve maddede
Eğer ki zeka ile yükselseydi akıllı zenginlikte
O zaman olurdu her akıllı Harun gibi variyette
Ama rızık bulunur hakemin tartı ve ölçüsünde
Verir onu her akıllıya ve sefih olana akıl ve düşüncede
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)